Ülke, Küba. Batista devrilmiş, ülke özgür. El Tropico’nun sahibi Fico Batista döneminin varsıl ailelerinden bir burjuva. Arkadaşı...

“Bana yalnız dostlarımChe diye seslenebilir”
Ülke, Küba. Batista devrilmiş, ülke özgür. El Tropico’nun sahibi Fico Batista döneminin varsıl ailelerinden bir burjuva. Arkadaşı diktatör Batista’nın subaylarından ve cezaevinde. Fico onu kurtarmak için Ernesto Che Guevara’dan bir randevu kopartıyor. 
Konuşma esnasında Guevara’ya “Che” diye seslenince Guevara’nın yanıtı yukarıdaki gibi oluyor.
Andy Garcia’nın hem yönetmenliğini hem de başrolünü üstlendiği, Guillermo Cabrero’nun senaryosunu yazdığı “Kayıp Şehir”i izlerken yetmişli yıllara gittim bir an.
BirGün’ün Pazar Eki’nde belirttiği gibi “Che” özellikle Latin Amerika’da dost, arkadaş, ortak gibi anlamları olan bir hitap sözcüğüdür. Bizlerde yetmişli yıllarda birbirimize “ortak” diye hitap ederdik. O günlerin illegalitesi içinde isimlerimiz yerine bu şekilde seslenmek aslında oldukça mantıklıydı.
Kayıp Şehir’den ilginç bir sahne de devrimin sıcak günlerinde devrimcilerin El Tropico’ya gelip Fico’ya artık saksofunun orkestrada yasak olduğunu belirtmeleriydi. Elbette bu anlamsız  yasaktan Fidel ve arkadaşlarının haberi yoktu. Fillm boyunca fondan düşmeyen o nefis Küba müziği devrim günlerindeki çoşkuyu renklendiriyordu. Ve elbette tüm devrimciler gibi Fidel ve arkadaşları da müzik ve sanatla içiçeydiler. Dünyanın neresinde olursa olsun devrimciler sanat ve özellikle müzikle hep haşır neşir olmuşlardır. Bu hafta sonu sevgi ve özlemle andığımız Nizamettin Orhangazi ve Necdet Erdoğan Bozkurt’un da sanata ve müziğe olan ilgisinden sıklıkla söz edildi o gün. Necdet’in karakalem resme eli bir hayli yatkınken müzik konusunda yeteneğinin olmadığından söz ediyordu Bektaş. Yeteneği olmamasına rağmen ısrarla keman çalmaya uğraşıyordu Necdet. Böylesi anlarda paltosunu, kaşkolunu verip onu Sibirya dedikleri dip odaya gönderdiklerini anlatıyordu dostları.
“İnsanlar unuturlar, alışırlar, oyalanmaya meyillidirler. Günler güneş gibidir, zamanı soldurur” deseler de, bu Nizam ve Necdet’in dostları, arkadaşları için geçerli değildi; “Unutmadık, unutturmayacağız” diye haykırıyorlardı. 
Ah, bütün sevdiklerim herşey, herkes
Anlıyorum birbirinden mukaddes
Alıp verdiğim her nefes...
On yıllardır alınıp verilemeyen içimizde büyüyen nefes Sibirya’da çalınan keman sesiyle birlikte dökülüyordu perde perde, bulut bulut salona. Nizam olup, Necdet olup perdeye yansıyordu. Hepimiz birer kapıydık o an aynı evin koridoruna açılan.
Akşama doğru Nizamettin’i ziyarete gittik. Gençler bir demet karanfille gelmişlerdi. Hepimiz biere karanfil alıp elimize;
“Yolar uzak ay bedir
Sırtımda gümüş hançer
Yürürüm de ölemem
Kan damlatır karanfil” dedik ve usulca bıraktık Nizam’ın baş ucuna...
Nizam’a, Necdet’e, ve Cevahirlere, Hüseyinlere, Denizlere, Mahirlere verilmiş sözü olanlar, o söz ile geçmişi geleceğe bağlayanlar bu hafta sonu “Yeniden kurulacak bir ülkeyi aşkla örmeye benzer devrimci olmak” diyerek bir araya geliyorlar.                                       
Değişim ancak içeriden açılan bir kapıdır lafzına kulağını tıkayıp, iradesini kendi dışındaki güçlere emanet edenler bir kenara, kapısı hep açık olanlar Sibirya’da keman çalmak inadıyla bir kez daha seslenecekler “yolumuz devrim yolu” diye.
Ve yol arkadaşlığına çağıracaklar bu ülkenin devrimcilerini…
Ve, “Yeniden kurulacak bir ülkeyi aşkla örmeye benzer devrimci olmak” gibi güzel dizeleri yazabilenleri, yazabilecek potansiyeli içinde barındıranları da...