Google Play Store
App Store

Burjuva hukuk devleti, mevcut üretim ilişkilerini Marx’ın vurguladığı gibi bir “doğa kanunuymuş” gibi gördüğü için politik alanla üretim ilişkilerinin bağı kopmuştur. Ne politika doğa kanununu değiştirebilir ne de yüzyıllar boyunca var olan bir doğa kanunu politik bir etki üretebilir.

Şiddet, devlet, hukuk ve politikanın mistikleştirilmesi
Karl Marx

AHMET GİRE

Şiddet, politika, hukuk ve devlet kavramları sosyal bilimlerde sadece birbirleriyle ilişkilendirilerek açıklanabilirmiş gibi kabul edilir. Yani bir kavram diğerinden türetilebilirmiş gibi. Weber, devleti tanımlarken şiddet kullanma tekeline sahip olmasını vurgular. Hukuk devleti teorisyenlerine bakacak olursak devlet şiddet kullanma tekeline sahip tek kurumdur, tek başına onun şiddet kullanma kapasitesine sahip olmasından kaynaklı değildir bu, sadece onun kullandığı şiddet hukuk tarafından sınırlandırılmış ve organize edilmiştir. Politik alan da şiddet, devlet ve hukuk alanına yapılan müdahaleler olarak algılanır.


Kurulan bu kavramlar arası ilişki toplumun üstünde yüzer. Her şey toplumdan ayrı, kendinden menkul kavramların dönüp durup birbirlerine işaret etmesinden ibarettir. Burjuva hukuk devleti, mevcut üretim ilişkilerini Marx’ın vurguladığı gibi bir “doğa kanunuymuş” gibi gördüğü için politik alanla üretim ilişkilerinin bağı kopmuştur. Ne politika doğa kanununu değiştirebilir ne de yüzyıllar boyunca var olan bir doğa kanunu politik bir etki üretebilir. Böylece kanlı canlı insanların birliği olan devletin ve onun hukuki varlığının yaşayan insanlarla bağı kopar. Doğal hukuk yaşayan insandan bağımsızdır, kurgusal bir insan doğasını referans alır. Pozitif hukuksa yasalar arası alt ve üst hiyerarşisine göre işler, yasa ancak yasadan türeyebilir.

Schmitt bu kurguya bir neşter vurdu. Schmitt’e göre egemenlik –siyasi birlik de- hukukla sınırlandırılamaz. Hukuk devletinin temel çelişkisi egemen bir devleti sınırladığını iddia etmesidir. Bu yüzden, Schmitt’e göre egemen olağanüstü hale karar verendir, politik bir birlikten bahsediyorsak da dost ve düşman ayrımını yapabilen bir birliği tahayyül etmek gerekir. Schmitt’e göre politik alan da egemenlik de kararla ilişkilidir. Bu tam da “göklerden gelen bir karar” gibidir. Politik alan, şiddet, hukuk ve devlet arasındaki ilişki yine toplumsal alanın dışındadır, bir belirsizlik mıntıkasındadır.

Devlet, hukuk, şiddet ve politika dörtlüsü kanlı canlı insanlardan ırak cam fanuslarda dururken Marx’ın kapitalist üretim tarzının doğuşunu incelediği ilksel birikim sürecinde kamusal şiddet, tam da üretim ilişkilerinin katalizörü gibidir. İlksel birikim sürecinin tarihsel bir uğrak mı ya da kapitalist üretim tarzının her anında görülebilecek bir el koyma tarzı mı olduğu tartışmaları mevcuttur. İlksel birikim metni aynı zamanda devletin sınıfsal kimliğini de açığa vurur.

Marx, Kapital’in ilk cildinde sıklıkla tekstil sektörüne atıfta bulunur. Kapitalizmin doğuşunu açıklarken de İngiltere’de tarlaların otlaklara dönüşme sürecinden bahseder. Kraliyet önceleri bu dönüşümden memnun değildir, 150 yıl boyunca devlet, köylülerin ve küçük çiftçilerin mülksüzleştirilmesine karşı yasalar çıkarır. Çünkü kraliyet ordusunun bel kemiği piyadedir, mülksüzleştirilmiş yoksul, zayıf, hasta erkekler savaşamaz. Ancak, tam da şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran egemen devletin yasaları üretim araçlarının ve üretim ilişkilerinin etkisinden dolayı gündelik yaşamda etkisizdir.
Ancak burjuvazinin iyice palazlanması sonrasında devlet yasası ve şiddeti, kapitalist üretim tarzının adeta katalizörü olur. Ardı arkasına çıkarılan serserilik yasalarıyla, kırdan kentlere göç etmiş potansiyel özgür işçileri bir üretim aracına bağlamaya çalışılır. Toplumdan toplanan vergilerle finanse edilen, beslenen ve organize edilen şiddet gücü insanları çalışmaya zorlayarak sermayenin eline geçen artık değeri artırır, “şiddet, başlı başına iktisadi bir güçtür.”

Devlet, şiddet ve sınıf arasındaki bu ilişkinin benzer ancak farklı bir biçimini Rose Luxemburg formüle eder. Luxemburg’a göre ilksel birikim süreci devam etmektedir. Dünyada henüz kapitalist üretim tarzına geçmemiş ülkeler peyderpey kapitalistleştirilir. Devlet bu çözülüşün baş aktörlerindendir. Vergilendirerek işçinin kendi yeniden üretimi için kullanacağı ücretin bir kısmına el koyar, bu vergiden elde ettiği gelirle temin ettiği silahlar yoluyla vatandaşı olan kapitalistlere henüz kapitalistleşmemiş ülkelerde imkân yaratır ve bu ülkelerde kapitalist üretim tarzının inşa edilmesini sağlar.

Bu nedenle Marx’ın Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i’nde “Devlet iktidarı, havada asılı durmaz” demesine şaşmamak gerekir. Yukarıdaki örnekler devletin ve kamusal şiddetin üretim tarzıyla nasıl ilişkilendiğini gösterir. Devlet iktidarı toplumdan yani sınıftan ayrı düşünülemez. Onun içindir ki, Arendt Macar devrimi sırasında yürürlükte olan devletin elinde olan silahların saatler içerisinde el değiştirdiğini vurgular. Devletin silahları tutması başka bir şeydir, bu silahları kullanma kapasitesini bulundurması başkadır. Şiddet sadece kendine referansla okunamaz, şiddet kinetik enerjiye dönüşebilme ihtimali olan bir potansiyel enerji gibidir.

Schmitt’in devleti, tepeden tırnağa bir şiddet -zor- aygıtıdır. Schmitt, olağanüstü hal derken de, devletin güvenliğine vurgu yaparken de sürekli olarak örtük ya da açık bir şiddetten bahseder. Aslında liberalizmde vurgu yapılan devlet de katıksız bir şiddet aygıtıdır, gece bekçisidir, şiddet aracını elinde tutandır.

Ancak şiddet kullanabilme kapasitesi, üretim tarzının gerektirdiği biçimde artığa el koyulmadığında var olamaz. Marx, Kapital’in 2. cildinde sanayicinin elinde biriken artık değerin, toprak rantına, faize ve aynı zamanda devlet ve onun memurlarına giden parçalarından bahseder.

Artığa el koyulmasının yanında artığın süreklileştirilmesi gerekir. Kapitalist üretim tarzında artık değerin ancak özgür emek ve sermayenin karşılaşmasıyla üretilebileceği de düşünülürse şiddet kapasitesi biriktirilmesi için rıza devşirilmesi gerektiği görülür. Bu yüzdendir ki Gramsci, kapitalist üretim tarzında devleti zor ve rızanın bir bileşkesi olarak görür.

Sonuç olarak politikanın, şiddetin, hukukun ve devletin mistikleştirilmesi -sınıfsızlaştırılması- iki etkiye neden olur. Bunlardan ilki kapitalist üretim tarzının doğa kanunuymuşçasına mutlak ve meşru varlığının devamını sağlar. Bu hem epistemolojik hem de politik bir sonuçtur. Kapitalizmi anlamaya çalışırken politik güç ilişkileri ve onu mümkün kılan şiddeti göz ardı ederiz. Ayrıca kapitalizme karşı gelişecek politik mücadelenin önüne bir hendek kazılmış olur. Kapitalizme karşı yürütülecek olan politik mücadele, kendini var edebilmek için öncelikle kapitalizmin politik muhteviyatını ortaya koymalıdır.

İkincisi sınıf mücadelesinde şiddetin nasıl var olacağı sorusudur. Şiddetin sınıfsızlaştırılması ve adeta ilahileştirilmesi -Schmitt’in en önemli yapıtlarından birinin adı Siyasal İlahiyat’tır- devrimci şiddeti eskatolojikleştirir. İşçi sınıfının örgütlü olarak edindiği bir şiddet kapasitesinden ziyade her şey olup bittiğinde zuhur edecek mesihçi bir şiddet “olay”ı gelir akla. Böylece işçi sınıfının devrimci stratejisinde şiddetin yeri baştan “ilahi” alana terk edilmiş olur. Devrimci mücadelenin kötürüm kalmaması için şiddetin üretim ilişkileriyle birlikte anlaşılması ve gökten yere indirilmesi gerekir.