Karl Marks ve Friedrich Engels'in kaleme aldıkları "Komünist Manifesto", "Avrupa'nın üz

Karl Marks ve Friedrich Engels'in kaleme aldıkları "Komünist Manifesto", "Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor. Komünizm hayaleti..." diye başlar. Marks'ın ve Engels'in, Manifesto'ya neden böyle "ürkütücü" bir cümle ile başladıklarını çok düşünmüşümdür. Herhalde burjuvaziyi korkutmak için değildi. Olsa olsa, esen devrim rüzgarlarının ne denli güçlü olduğunu ifade etmek için bu sözleri kullanmışlardır.

Şu sıralar Türkiye'nin üzerinde de güçlü bir rüzgar esmekte. Bu rüzgâr "şiddet rüzgârı"dır. Birkaç hafta önce de yazmıştım; asayiş sorunu ülkenin en önemli birkaç sorunu arasında yera-lıyor. Sokaklardaki gasp, kapkaç, darp, cinayet salgını en nihayet ilköğretim okullarına da indi. Allah sonumuzu hayretsin. Ama bütün bunlardan daha önemli olan, başta Diyarbakır ve Batman olmak üzere Güneydoğu illerimizde yaşadığımız "eylemli kalkışma" olaylarıdır. Şimdiye dek yarısı çocuk sekiz kişinin yaşamını kaybettiği olaylarda çok sayıda yaralanan var. Yıkılan işyerleri, bankalar, resmi daireler, parti binaları da cabası. İnsanın tüyleri ürperiyor.

Lafın burasında bir solcu siyasetçi ve sorumluluk taşıyan bir okur-yazar yurttaş olarak "Kürt sorunu" denilen olaya nasıl baktığımı özetlemek istiyorum. Anadolu yarımadası Asya'yı, Avrupa'yı, Afrika'yı çatallayan çok ilginç bir coğrafyada yer alıyor. Bu nedenle belki de dünyanın en fazla istilaya uğrayan, göç eden kavimlerce en fazla çiğnenmiş toprak parçası. Anadolu yarımadasında ve Mezopotamya'da onlarca uygarlık kurulmuş, yükselmiş ve yıkılmış. Ancak bu uygarlıkların herbiri kendi kültürlerinin ve teknolojilerinin kalıntılarını bırakmış. Bu karmaşık kültürle yoğrulmuş insanlar, imparatorluklar çağının sonuna kadar kendi etnik ve kültürel kimliklerini koruyarak yaşadılar.

20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu dağılıp yerine Balkanlarda, Ortadoğu'da ve Afrika'da pek çok ulus devlet ortaya çıkarken, şu an üzerinde yaşadığımız Misak-ı Milli sınırları içerisinde başta Türkler ve Kürtler olmak üzere etnik kökeni farklı çok sayıda halk, özgür iradeleri ile "ortak yaşamaya" karar verdiler ve Mustafa Kemal'in çağrısına uyarak "Türkiye Cumhuriyeti"ni kurdular.

Bu çok etnik kökenli, çok dilli, çok kültürlü yapı toplumun renkli, sevimli, sıcacık dokusunu oluşturabilecekken, devleti yönetenlerin -19. yüzyıldan gelen- "bölünme fobisi" ile yıllarca uyguladığı, reddedici, inkâr edici, asimile edici politikaları nedeni ile bir karabasana dönüştü. Sonunda ortaya çıkan isyan ve başlayan savaş onbinlerce gencimizin hayatına, milyarlarca dolarlık zenginliğimizin heba olmasına neden oldu. Bu nedenle tarifsiz üzüldük ve yoksullaştık. Oysa biz bu coğrafyada, Anadolu'da, Trakya'da birlikte yaşamaktan çok hoşnutuz. Her yer hepimizindir. Bizi kimse ayıramaz. Biz, şairin dediği gibi, "Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşamak istiyoruz.

Sorunun herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplumda, barış içinde, demokratik hakların ve insan haklarının tümüne, eksiksiz sahip olmakla çözülebileceğine inanmayan ve bunu istemeyen Kürt ve Türk şoven milliyetçi unsurları, barışı sabote ediyor ve eylemli kalkışmayı provoke ediyor.

Bu aşamada çözüm için gerekli ve yeterli tek şart PKK'nın derhal silah bırakmasıdır. Hiçbir devlet, "ben gerillayım" diyerek elde silah dağda dolaşana, "peki dolaş, ama ateş etme," diyemez. O silahlar bırakılmadan ülkeye huzur gelmez. Kürt demokratları bunu sağlamak için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. Aksi halde "şiddetin türküsü" bir türlü bitmez.