'Sıfır risk' gerçekçi olmayan bir yaklaşım
Hayatın risklerini hesaplayabilir miyiz?
Risk, varlığımızı tehdit eden bir tehlikenin gerçekleşme olasılığı hakkındaki tahminimize dayalıdır. Örneğin, iyi bir eğitim görmediğimiz takdirde mesleki başarımızın düşük olması riski vardır. Ancak bu riski azımsamak ya da abartmak, her tahminde olduğu gibi, içinde olduğumuz ruh hali ile yakından ilgilidir. Örneğin, eğitim hayatında baştan beri zorlanan, sabır, dikkat ve öğrenme özellikleri akademik gereklere tam uymayan bir çocuk ya da genç tarafından bu risk olduğundan düşük algılanabilir. Zor gelen durumlardan uzak durmak, onları önemsiz ya da gereksiz göstermek, risklerin abartıldığını öne sürmek doğal bir savunma olarak görülmelidir.
Çocuk sahibi olmak başlı başına bir risk sayılabilir. Ne olduğunu bilmediğimiz ve kestirmekte zorlandığımız bir sorumluluğun altına girerken ne ile karşılaşacağımızı bilmesek de, bir çoğumuzda güçlü biçimde bulunan ‘kendimiz gibi bir bireyi dünyaya getirme dürtüsü’ riski algılayışımızı etkiler; riski azımsarız. Evlenirken, ailemizin onaylamadığı birisinin ‘riskli’ (o kişiyle evliliğin ömrünün ya da kalitesinin arzulanan gibi olmayacağı) olarak tanımlanması, aşk ya da tutkumuzun gücü oranında önemsizleşir. Anne-babalar çocuk sahibi olurken, sayısız sağlık riskini bilseler bile, bu risklerin varlığı sebebiyle anne-baba olmaktan vazgeçmezler.
Hayatta ‘sıfır risk’ arayışı gerçekçi olmayan ve yaşamayı önleyici bir yaklaşım getirir.
Risk, sınırlarımızı zorladığımız durumlarda artar. Diğer yandan gelişim (fiziksel, duygusal, zihinsel) sınırları zorlama ölçüsünde gerçekleşir. Sınırlar ise anne-baba, toplum ve okulun çocuğun gelişimine kılavuzluk etmesi, gelişimin ana yoldan pek çıkmaması için konur.
Sınırları trafiğin düzenli ve emniyetli akışını sağlamak için çizilen yol şeritleri ya da hız limitleri gibi düşünebiliriz. Bu sınırları zorlamak, riski yükseltir; ancak sınırları aşmadığımız ölçüde bu zorlama kapasitenin tam kullanımını ve hafifçe gelişimini de sağlayabilir. Riskin gerçekleşmesine olanak vermez.
Anne-babalar riskli durumları belirleyerek kendi çizgilerini koymuş olurlar. Çocuklar ise bu sınırları zorlamaya oyun ile başlarlar. Annenin emzirmesi sırasında tam doymuş gibi yapan bebeğin, anne memesini geriye çekerken tekrar emmeye başlaması ile başlayan bu ‘oyun’lar, annenin gözünün içine baka baka ‘cıs’ ilan edilmiş nesnelere elini yaklaştıran çocukta devam eder. Risk alma, sınırın nereden geçtiğini ve nereye kadar esnetilebileceğini anlamanın tek yoludur. Bir anlamda gerçeği test etmek için kullanılan bir yöntem diyebiliriz. Ödevini yapmadığında ne olacağını araştıran çocuk, ödev konusundaki sınırın (‘ödev yapmayan teneffüse çıkamaz’) gerçek olup olmadığını sınamış olur. Ödev yapmayıp teneffüse çıkmama riskini alarak öğretmenin sınırı nasıl uyguladığını öğrenir.
Risk alma, iyi bir risk hesabına dayalı ise, deneyimi arttırır ve zorluklara dayanmayı öğretebilir. Türkçemizdeki gözü pek ve gözü kara deyimleri, risk alırken sınırı zorlayan ile sınırı aşan arasındaki farkı güzelce anlatır. Riski değerlendirmeksizin, ‘körlemesine’ ve hesapsızca atılan adımları risk almak olarak göremeyiz. Sınırı zorlama ve bu zorlama ile bir gelişim adımı atma amacı taşımayan rasgele risklidirler, tehlikeyi hesap etmedikleri için kendilerine ve başkalarına tehlike doğururlar. Gelişime hizmet etmezler. Bu tür riskli hareketler sonucunda tahmin edilen tehlikeli durum gerçekleşmese bile, bir öğrenme içermediğinden ötürü aynı riskli davranış tekrarlanır durur. Örneğin, Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu risk almanın ve sınır zorlamanın değil, riskli davranışın ve sınır aşımının daha sık olduğu bir problemdir. O nedenle ergenlik ve gençlik dönemine ulaşan DEHB tanılı bireyler, bağımlılık yapıcı maddeleri ya da ateşli silah gibi tehlikeli şeyleri denemek konusunda fazla hevesli, trafik kurallarını çiğnemeye yatkın, dolayısıyla güvenliği tehlikeye atmaya daha yakın davranabilirler.
Ehliyetsiz ve güvenliği tehlikeye atarak araç kullanan gençlere sorduğumuzda bir tehlike olmadığını söyler, kanıt olarak da o zamana kadar bir şey olmamış olmasını öne sürerler. Risk hesabını yanlış yapan bu gençlerin risk aldığını değil, kendilerini ve başkalarını riske soktuğunu söylemek gerekir. Yüreklilik ile cüretkarlık arasındaki fark, risk alan ile riske sokan arasındaki farka denk gelir.
Sınırlarımızı zorlayarak, kendimizi geliştirici risk nasıl alınabilir? Daha önce yemediğimiz bir yemeği yemek, alışkanlıklarımıza aykırı bir deneme yapmak, reddedilme olasılığı olan bir teklifte bulunmak, öğretmenin istediği ödevi yaparken internetteki kaynaktan ‘copy-paste’ yapmak yerine, konudaki değişik kaynakları kendi süzgecimizden geçirip özgün bir fikir ortaya atmak… bunları risk alma örnekleri olarak gösterebilirim.
Risk alma eğilimi bebeklikten başlayarak gözlenebilir. Dün çıkamadığı bir iskemleye bugün bir kez daha çıkmayı deneyen, iki ayak üzerine evvelsi gün kalkmış bir bebek risk almaktadır. Risk almak, rahat gelen, bildik ve alışıldık durumun dışına çıkmayı gerektirir. Statükonun dışına çıkmak, yenilikçi olmak, şimdinin bir sonrasını merak etmek ve bilmeye, hatta belirlemeye çalışmak risk alıcı davranışlardır. Risk almak, merak ve öğrenme arzusu ölçüsünde artar. Bilginin ve kendini kontrol becerilerinin geliştiği ölçüde kendine ve çevreye katkıda bulunmaya imkan verir.
Risk alma ile riskli davranma arasındaki ana fark tehlikeyi hesap etmek ile tehlikeyi azımsamak ve yok saymak arasındaki farktır.
Aile ve okul; hem risk alıp sınırları zorlamak isteyen çocuğa sınırları koyarak, sınırları çocuğun gelişimine göre genişleterek, değiştirerek ve kaldırarak, çocukla müzakere ederek gelişimi destekler. Risk alırken zorlanan sınırları, örneğin atletizmdeki bir dünya rekoru gibi düşünün. Her zorlama ve sonrasındaki aşımda, sınırı biraz daha yukarı çekmek, baskı ya da zorlama aracından ziyade bireyin kapasitesini daha verimli ve hedeflerine dönük kullanmayı doğurur.
Mevcut çoktan seçmeli soruların cevaplarını ezberlemeye dayalı sahte-yarışmacı eğitim sistemimiz bu sportif yarışma ruhundan yoksundur. Bireyi geliştirmeyi hedeflemediği gibi, yetersiz olanı ayıklayıp ve kenara atarak onu risk almayan, kendini geliştirmek için zorlamayan bir bireye dönüştürür. Kazanmak için de riskli olmayan, herkesin hoşuna gidecek, kimseye ters düşmeyecek, akla aykırı olsa da makbul kitaplara aykırı olmayan cevapları ezberden söylemek teşvik edilir. Risk almak için gereken zahmete katlanma, bilgi toplama ve araştırma, akıl yorma süreçleri azımsanır. Hemen sonuç vermeyen çabalar, kısa vadede kazanç getirmeyen işlere benzetilir. Hemen kazanç getirmeyecek mesleklerin eğitimlerine heves eden gençlere ‘risk alma boş yere’ derken, kısa vadede kazançlı olabilecek riskli işlere (paradan para kazanılan ya da çabuk şöhret olunan işler gibi)alkış tutulur. Diplomalar küçümsenir, ya da alınması gereken, ama alınması için emek harcanması anlamsız bulunan bir belge olarak risk almadan, kendimizi zahmete sokmadan elde etmek için her yola başvurulur. Örneğin, kopya çekmek riskli bir hareket olmakla birlikte gerçek anlamda bireysel bir risk alma sayılmaz. Kendimizle ilgili herhangi bir kapasiteyi zorlamıyor, bir üst absamağa geliştirmeye çalışmıyoruz. Belki toplumsal bir denetim sınırını delip delemeyeceğimizi test ederek toplumun ne kadar adil olduğunu, emeğe mi uyanıklığa mı değer verdiğini, yanlış hareketleri alkışlayıp alkışlamadığını anlamamızı sağlar. Bu da bir öğrenme sayılır.
(Yankı Yazgan'ın Hürriyet’ten Şebnem Arat’ın sorusuna verdiği yanıt)