Ezilme ve yok sayılma halini idrak edişimizin kalbimizdeki ve zihnimizdeki et-kisindendir. Bizi harekete geçiren duyarlılıklarımızın-farkındalıklarımızın dayandığı 'normatif bir düzeyi de anlatmaktadır. Neticede hayata ve beşeri ilişkilere dair bir dünyanın içinden konuşuyoruz. Bu vurguların bizi böyle dav-ranmaya-yaşamaya yönelten tinselliğimizi daha iyi ifade ettiğini düşünüyoruz. Dinsel değil tinsel vurgular bunlar. İnsanın kalbiyle rabıtası olmadan ifade edilmiş akli belagatten ne kadar korkarsak ve mesafeli olursak o kadar iyi. Her tür ezginlik-mağduriyet-yok sayılma-horlanma halini aslında bütün insanlık alemine ait bir 'travma' saymaktayız, sadece yaşayanlara ve farkında olanlara ait değil. Dolayısıyla derdimizi-meramımızı ifade etmeye çalıştığımız sözcüklerin her yerde ve herkesçe, her tarihte yerini-an-lamını bulmuş, ayırt etmiş olduğuna inandığımız için(...)'

Alper Taş'ın gazetemizde üç gün boyunca yayınlanan röportajında Birlikte Umut Derneği sözcülerinin; çağrılarında, yazılarında vicdan ve maneviyat vurgularının çokça geçmesinin nedenine ilişkin soruya verdikleri cevaptan alındı yukarıdaki cümleler... Yukarıdaki sözler, daha okur okumaz bana "Evet, budur işte" dedirtti.

Alper Taş'ın yeni bir devrimci ve sol perspektifin filizleneceği toplumsal örgütlenme çabalarından biri olarak tanımladığı, tanıttığı, işaret ettiği Bir-Umut'çular örgütlenmeye, örgütlülüğe olan bu yaklaşımları ve yaklaşımlarını dillendirişlerinde kullandıkları terminoloji ile hem bildik, tanıdık filantropolojik (insansever) sivil toplum kuruluşlarından hem de rasyonalist politik örgütlerden ayırıyorlar kendilerini. Aynı zamanda da dini yasa ve emirlerden türetilmiş bir ahlâk anlayışının karşısında ve yerine dünyevi, seküler bir ahlâk anlayışının konulabileceğinin, böyle bir ahlak anlayışının geçerliliği ve pratik sonuçlarının olabileceğinin de işaretini veriyorlar.

Yoksulların, ezilenlerin, mağdurların kapitalist saldırı ve talan karşısındaki bir özsavunma örgütü, bir dayanışma bloğu olmakla kalmayıp bir yandan da gerek insansever hayır işleri gerekse dini yardım pratiklerindeki otoriter motifi aşmayı hedefliyor ve başarıyor bu yaklaşımı ile Bir-Umut.

Filantropolojik hayır kurumlarının kendinde olanın birazını başkalarına verme davranışında gizlenen "eşitsizlik" önkabulünden; dini gerekler, zorunluluklar nedeniyle hayır işlemede ortaya çıkan "biat etme" ihtiyacından otoriteryan bir ilişki biçiminin doğacağının, üreyeceğinin farkında oldukları açık Bir-Umut'çuların. Ve bundan kaçınmak için yeni bir 'tinselliği' formüle etmeye çalışıyorlar.

Aydınlanma Çağı ile birlikte kapitalizmin ah-lakdışılığı ve kötülüğü karşısında akılcı yöntem, yaklaşım ve dayanaklarla dünyevi bir ahlak üretme çabası da başlamış kabul edilebilir. Bu çabanın başlangıcında Kant'ın "Sadece aynı zamanda genel geçer, evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin kurallara göre davran" diyen 'kategorik imperatif i duruyorsa, günümüzde bu rasyonalist ahlak üretme yöntem önerilerinin en yetkin olanı Habermas'ın "transandantal pragmatizm" kavramıdır.

Habermas bu kavramı gündelik hayatın olağan iletişim ve tartışma ortamlarında iletişim ya da tartışmanın sürmesi için karşımızdakine söz verme, karşımızdakini de dinleme gibi ya da gündelik hayatın istisnai durumlarında -mesela sevdiğimiz birinin hayatını kurtarmak için-yasaları çiğneme gibi (mesela ilaç çalma), bütün toplum ve zamanlarda geçerli olan ya da kabul gören, bütün toplum ve zamanlara aşkın (transandantal) normları tanımlarken kullanır ve bu transandantal pragmatik normlar üzerine dünyevi, seküler bir ahlak bilinci bina edilebileceğini savunur.

Kategorik imperatif ya da transandantal pragmatizm: Bir ahlak normuna bir gün bizim de ihtiyacımız olacağı için uymamız gibi, bütün insanlık tarafından uyulmazsa bir gün toplumsal hayatın sürdürülemez olacağı gibi, son derece akılcı bir gelecekçi perspektifi, gelecek perspektifini öngörmektedir bu kavramlar. Mantıken ve sırf kişisel kaygılarla bile bu akılcı ahlak normlarına uyulacağını umar. Ki akılcı olarak bakıldığında da bu böyledir.

Ancak kapitalizmin Geçmiş ve Gelecek bağlantısından koparıp kişisel çıkar ve kazanç için her türlü ahlaksızlığın ve akıldışılığın yapılabileceği ebedi bir Şimdiki Zaman olarak insanlığın önüne koyduğu bir hayat tarzı karşısında böyle akılcı tutum alışların gelişmesi, böyle akılcı bir davranış biçimine ulaşılması için başka bir şey daha gerekmektedir: Geçmiş ile Gelecek bağlantısını yapacak, bizi bu ahlak ve akıldışı Şimdiki Zaman'ın hapishanesinden kurtaracak bir şey. Yani tinsellik. Yani insan vicdanına yönelmek. İnsandaki vicdanı provoke etmek. Bir-Umut'çuların "her yerde ve herkesçe, her tarihte yerini-anlamını bulmuş, ayırt etmiş olduğuna inandığımız" diye tarif ettikleri sözcüklerle konuşmak...

Yani her türden akılcı söyleme insan tinselliğinin tarihinden gelen, çağırıcı kavramları da eklemleyerek konuşmak...

Rasyonel toplumsal yaşam tekniklerine insan ruhunun derinliğini ve insanlık tarihinin ruhsal zenginliğini katmak...

Vicdanı eklemek her şeyden önce.

Bilim ile sanatı bir araya getirmek...

Şiirsel bir bilim, bilimsel bir şiir yazmak...

Evet...

Tinsel bir rasyonalite, şiirsel bir bilim, bilimsel bir şiir, Bir-Umut'çuların dediği gibi "kalple rabıtalı bir akılcılık" oluşturabilmenin, yani seküler, otoriteye bağımlı olmayan bir ahlak üretmenin olabilirliğini görmek için aslında çok da uzağa bakılması gerekmiyor. Sosyalistler için. Ve herkes için de.

Marx ve Engels'in metinlerinde, bu metinlerdeki dil ve kavram kullanımında tinsel akılcılığın en derin ve en dokunaklı örneklerine rastlıyoruz.

Daha "Komünist Manifesto"yu okumaya başlar başlamaz bilimsellikle şiirsellik arasındaki bütün sınırların bulanıklaşıyor olması, aklımızın ve ruhumuzun aynı anda haz almaya başlıyor olması orada böylesi bir tinselliğin olduğunun göstergesi değil mi?

Marksizm'in Dil'i hem akla hem vicdana hitap etmeyi başarırken salt akılcılığın da, salt tinselliğin de handikaplarını aştığı ve ikisini böylesi gelişkin biçimde bir araya getirdiği için hâlâ bu kadar taze, bu kadar genç...