Şimşek aydınlığında
Evet, beklenti ile umut farklı şeylerdir. Yılmaz Güney’in “Umut” filmindeki define bulma çabaları bir beklentidir, aslında. Oysa “Bisiklet Hırsızları” filmindeki çalınan bisikleti bulma çabaları umuttur. Çünkü define bulunursa, onu bulanlar karşılığı olmayan bir zenginliğe kavuşacaktır. Oysa bisiklet bulunduğunda, onu bulan kişi emeğiyle çalışarak karşılığı olan bir yaşamı sürdürebilecektir.
SALİH BOLAT
1998 yılında yitirdiğimiz, “Şairler Dövüşür” adlı kitabın yazarı, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmış değerli şair ve gazeteci Mehmed Kemal, köşe yazılarının sonuna bir şiir eklerdi. Şimdi tarihini hatırlamadığım bir gün, köşe yazısına, bana ait olan “Gravür” adlı şiiri eklemişti. O günlerde, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tutuklanan bir arkadaşım bu şiiri okumuş ve bana şu anısını anlatmıştı: Tutuklanıp cezaevine konulduğu ilk gün, koğuşuna getirilmiş. Koğuşa girerken, büyük koğuş kapısının hemen üstünde, oraya kimin yazdığı ve astığı bilinmeyen şu sözün yer aldığı bir levha görmüş: “umutsuzluk: tabutuma çakılacak son çivi!” Cezaevinde kaldığı süre içinde bu söz beynine bir “çivi” gibi çakılmış. Sözün kime ait olduğunu hep merak etmiş.
Cezaevinden çıktıktan yıllar sonra, gazetede, Mehmet Kemal’in yazısının sonundaki bu şiiri okuyunca ve o sözün bu şiirde geçtiğini, şiirin de bana ait olduğunu öğrenince, bana bakışının daha farklı olduğunu söylemişti.
GRAVÜR
bu dağlar o çok öldüğüm dağlar değil
eğri büğrü gülen bu çocuk
bu yamyassı rüzgâr
kapının önünde uluyan bu gece
ufukta uyanan bu masmavi kadın cesedi deniz
bu yeni doğmuş tayın ıssız adımları
sığ sularda boğulan bu balık
o değil.
bu, umutsuzluğun gravürü
umutsuzluk: tabutuma çakılacak son çivi!
Aradan uzun yıllar geçti. Geriye dönüp bakıyorum da, ne yazık ki bu şiirin yazıldığı koşulların geçmesi bir yana, derinleşerek genişlediğini görüyorum. Psikolojide “umutsuzluk” için “öğrenilmiş çaresizlik” tanımı yapılır. Felsefede ise daha farklı tanımlanır. Örneğin Spinoza, “varoluş imkânının azalması” olarak tanımlar, umutsuzluğu. Öyleyse umutsuzluk bir durum iken, umut bir iç yaşantı, bir süreç oluyor. “Umut” u “beklenti” ile de karıştırmamak gerekir. İkisi farklı kategorilerdir. Umutsuzluğun karşıtı olan umut, derinlikle ilgilidir. Oysa beklenti sığdır. Zorlama ve şematik olan beklenti, kurulu düzenin sınırları içerisinde varlığını sürdüren bir olgu olarak bireysel ve toplumsal kuralların uzantısıdır. Risksiz olduğu için açık seçiktir ve tanımlanabilir. Umut gizildir ve kendine özgü bir bilinçlenmeyi gerektirir, tekin değildir. Beklenti yalın ve kolaydır. Umut karmaşık ve zordur. Beklenti evcildir, umut yabanıldır. Bağlılık ve uyumluluk beklentiye açılan bir yönelimdir. Başkaldırı ve aykırılık umuda açılan bir yönelimdir. Evlilik beklentidir, aşk umuttur. Beklenti, verili dünyanın, bireyden önce ve onun dışında belirlenmiş dünyanın “yapay” davranış biçimidir ve bireyi diğerleriyle istemediği ilişkiye de zorlar. Toplumsal yaşamın kurumsallaşmış ilişkilerinden (devlet-yurttaş-aile ilişkisi vb.) birtakım çıkarlara zorlar. Oysa umut tekildir, üretkendir ve yeniden üretilebilir. Beklenti teknik bir “çözüm yolu” iken, umut belki de bir değerdir, bir varoluş biçimidir. Beklenti sesli, bazen gürültülü kendini gerçekleştirir ve sınırları bellidir, sabittir. Umut sessizce büyür, yayılır. Beklenti gündüz aydınlığında daha çok anlam kazanır ve belirginleşir. Umut ise şimşek aydınlığında... Evet, beklenti ile umut farklı şeylerdir. Yılmaz Güney’in “Umut” filmindeki define bulma çabaları bir beklentidir, aslında. Oysa “Bisiklet Hırsızları” filmindeki çalınan bisikleti bulma çabaları umuttur. Çünkü define bulunursa, onu bulanlar karşılığı olmayan bir zenginliğe kavuşacaktır. Oysa bisiklet bulunduğunda, onu bulan kişi emeğiyle çalışarak karşılığı olan bir yaşamı sürdürebilecektir.
Şimdi, Albert Camus’nün René Char için yazdığı kısa bir yazıda anlattığı şu olayı hatırlıyorum da (René Char, Seçme Şiirler), umudun ta kendisi olduğunu düşünüyorum: Paris’in Almanlar tarafından işgal edildiği yıllarda, René Char bir trendedir. Alman askerler ve başka sivil yolcular da vardır. Bir kadın, altın bir para düşürür. Char ayağıyla örter onu ve kadına geri verir. Kadın teşekkür eder, ona sigara tutar. O da kabul eder. Kadın Almanlara da sigara tutar. Char bunun üzerine sigarayı içmez ve kadına iade eder. Almanlardan biri ona bakar. Tren birden tünele girer. Yarı karanlıkta bir el Char’ın elini sıkar ve fısıltıyla Polonyalı olduğunu söyler. Tren tünelden çıktığında Char Almana bakar. Adamın gözleri yaşlıdır. Garda, Alman çıkarken ona döner ve göz kırpar. Char yanıtlar ve gülümser.
İşte bu gülümseme özgürlük için umuttur…
Ne diyordu Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” inde:
"Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
…”