Sinemada işçinin, emekçinin ve ötekinin sesi: Ken Loach

Prof. Dr. Emine Uçar İLBUĞA | Sinema Eleştirmeni

Geçen haftalarda BirGün Pazar’da atılan başlık hepimizin yoksul olduğuna dairdi. Bu tespit önemli bir gerçekliğe vurgu yapıyor ve insanların büyük bölümü yoksulluk sınırlarında yaşıyor, giderek kent ve taşranın iç içe geçtiği günümüz toplumunda yoksulluk bu denli sorunlu bir hal almışken, örgütlülüğün önü özelleştirmelerle ve baskılarla tıkanıyor. Peki yoksul çoğunluğun hikâyesi sinemada neden o kadar fazla yer almıyor?

Bu sorunun yanıtını sinemacılara bırakıp bu hafta elli yılı aşkın bir süredir sinemada önemli bir isim olan ve yoksulun, ötekinin, emekçinin hayatını filmlerinin merkezine alan İngiliz Yönetmen Ken Loach’un sinemasına odaklanmak istiyorum. Loach sol siyasi bakış açısından hiçbir zaman ödün vermeyen bir yönetmen olarak, bu bakış açısını filmlerine yansıtmayı her daim başarıyor. Onun filmlerinde didaktik bir dilden ziyade karakterlerin kendi gerçeklikleri ile bağı üzerinden hikâyesini yaratıyor ve izleyicilerin de onlarla özdeşleşmesine izin vermiyor, bilakis onları film üzerinde eleştirel bir düşünmeye davet ediyor. Loach bazen büyüme sancıları içinde yoksul bir çocuğun, bazen İspanya iç savaşına katılan bir İngiliz’in hikâyesini, bazen Avrupa ülkelerindeki kayıt dışı göçmenlerin kara iş piyasasındaki yaşam koşullarını ya da İngiltere’de Thatcher döneminin işçi sınıfı üzerindeki etkisini sinema filmlerine taşıdı. 

2007’de İrlanda Bağımsızlık Savaşını konu edindiği senaryosu Paul Laverty’e ait Özgürlük Rüzgarı filmiyle ilk kez Altın Palmiye ödülünü alan Loach, 2016 yılında senaryosu yine Laverty’e ait olan ve İngiltere’nin sağlık ve sosyal yardım sistemine eleştirel bir bakış açısı sunan Ben Daniel Blake filmiyle ikinci Altın Palmiye ödülünün sahibi oldu. 86 yaşındaki yönetmen en son 2023, Cannes Film Festivaline İngiltere’de maden işletmesi olan bir bölgeye yerleştirilen Suriyeli göçmenler ve yerli halk arasındaki ilişkilere odaklandığı ve filme adını veren barda göçmenlere karşı negatif tutum ve davranışları mikro ölçekte ele aldığı The Old Oak adlı filmi ile katıldı. 

Ken Loach’un üretken ve Batı Avrupalı bir yönetmen olarak filmlerinin yaratım ve gösterim sürecinde sorunlar yaşamadığını düşünmek yanıltıcı olacaktır.  Çünkü Batı Avrupalı da olsanız filmlerinizde içinde yaşadığınız toplumda yer alan eşitsizlikleri, sömürüleri, insan hakları ihlallerini, yoksulluğun insanlar üzerindeki etkilerini gün yüzüne çıkarmak ve sistemi her yönüyle eleştirmek, izleyiciyi kendi hikâyeleri ile yüzleştirirken, sorgulatmak ve sistemin aksayan yanlarına işaret etmek, kısacası muhalif bir yönetmen olmak hiç de kolay değil. O nedenle filmlerini çekmek, bütçesini oluşturmak, sinema filmlerini gösterimlere sokmak konusunda Ken Loach hep sorunlar yaşadı ve filmlerinde emekçilerin, yoksulların yani çoğunluğun sorunlarını yansıtmakla kalmadı, bu düşüncelerini gündelik yaşamının her alanında da savundu. Onun filmlerini izlemek o kadar kolay değil, çünkü sinema insanları güldüren, düşündüren, eğlendiren, üzen ama aynı zamanda kendi gerçeklikleri ile yüz yüze getirirken rahatsız eden, sorgulatan bir alan ve Loach sineması da gerçeklerden kaynak alan hikâyesiyle izleyicilerini zor bir izleme deneyimi yaşatırken, onlar üzerinde güçlü bir etki de bırakıyor. O filmlerinde klişe tiplemeler, kendini tekrar eden ötekilik hikâyelerinden ziyade yarattığı karakterlerini insan olarak eksik ve güçlü yanlarıyla öne çıkarırken kendine özgü sinema estetiği ile karakterlerini karmaşık yapılarıyla ortaya koyuyor. Ken Loach 2019 yılında çektiği Üzgünüz Size Ulaşamadık filminde dijitalleştirilmiş ve güvencesiz iş dünyasında var olmaya çalışan bir kargo çalışanı ve evde bakım hizmetleri yapan eşinin yaşamlarına odaklanıyor. Günümüz prekaryasının geleceği belirsiz, her an işini kaybedebilecek, güvencesiz çalışma koşullarını sorunsallaştırdığı bu filmde çekirdek bir ailenin zorlu ve sorunlu dünyasına kamerasını çeviriyor. Çünkü Ken Loach bir röportajında “bu dünyadaki eşitsizliğe sessiz kalmak yerine, hep uzağa bakarak asıl yanı başımızdaki haksızlıkları görmemeye çalışan sinemacıları, yazarları, gazetecileri” eleştiriyor ve son filmi The Old Oak’ta ise işçi sınıfının ve göçmenlerin dayanışmasını talep ediyor.

Sinemayı kolektif bir üretim alanı olarak gören Loach genellikle aynı senarist, yapımcı ve ekiple çalışmayı tercih ediyor. Tiyatro ve televizyon deneyimlerinden yararlanarak sinemaya geçen yönetmen sadece İngiliz işçi sınıfını değil, uluslararası insanların ortak sorunlarını da kendisine konu olarak seçti ve çektiği filmlerle büyük başarılar elde etti. Onun sinema anlayışı kendi ifadesiyle “değişimin tepeden empoze edilmesi ile değil, bilakis değişimi yaratacak olan işçi sınıfından” beslenir. Bu nedenle Loach televizyon ve sinema filmlerinde görülmeyen, görülse de klişe tiplemelerle öne çıkarılan işçi sınıfı temsillerinden ziyade sanatın onları hâkim ideolojiye boyun eğmek değil, onlara ses vermesi gerektiğine inanıyor. Loach günümüzün en üretken yönetmenlerinden biri olarak kısa, belgesel, uzun film ve televizyon filmleri olmak üzere 60’ı aşkın film yönetti. Nasıl ki Werner Fassbinder’in filmlerini kronolojik olarak sıraladığımızda Almanya’da toplumsal, siyasal, ekonomik değişmeyi her boyutuyla takip etmek mümkünse Loach filmlerini de İngiltere’deki sosyal ve siyasal gelişmeler bağlamında değerlendirmek mümkün.

Bu durum şuna da işaret ediyor. Sinema hangi tür ya da akımdan beslenirse beslensin içinde yaşadığı toplumun sosyal, ekonomik, kültürel koşullarında şekilleniyor. Dolayısıyla bir ülke sinemasında derinden yaşanılan siyasal, ekonomik, sosyal sorunlara uzak duran, belli kaygılarla ve baskın olan siyasal anlayışa uyumlu filmler çekmeye çalışanlar karşısında; filmleriyle düşündüren, eğlendiren, hatta kızdıran, kışkırtan ve izleyicileri kendi gerçeklikleri ile yüz yüze getirerek bu sorunların nedenlerini aynı zamanda kendilerinde de aramalarını söylemekten kaçınmayacak bir dille eleştirilerini yapabilen ve geleceğe ilişkin öngörülerle izleyicisini tartışmaya davet eden, filmleriyle geleceğe tarihin bir izdüşümünü bırakacak olan Ken Loach gibi yönetmenler sinema tarihinde haklı yerlerini alacaklardır.