S. Ruken Öztürk Sinemada Kadın Olmak kitabında 1980 yılına kadar Türkiye’de çekilen 4.390 filmden sadece 52’sinin kadın yönetmenler tarafından çekilmiş olduğunu, bu filmlerin ise 25’i Bilge Olgaç, 3’ünün de Türkan Şoray’a ait olduğunu yazar.

Sinemanın devrimci ve üretken yönetmeni: Bilge Olgaç

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni

Bilge Olgaç Türkiye’de kadın yönetmen olmanın zorluğunu en fazla yaşayanlardandı. 2 Mart 1994 tarihinde Taksim’deki evinde çıkan yangında hayatını kaybettiğinde 54 yaşındaydı ve son filmi Bir Yanımız Bahar Bahçe ölümünden hemen sonra gösterime girdi. Sinemamızın en uzun soluklu filmler üreten, filmleriyle ulusal ve uluslararası festivallerden ödüller alan Olgaç’ın sinemasal hikâyesi hem Yeşilçam’ın Altın Çağı, hem kriz dönemi hem de yakın dönem sinemamızı kapsıyor. Bilge Olgaç’ı daha iyi anlamak adına önce Türkiye sinemasının ilk yıllarından günümüze kadınların sinemada seyirci, filmlerde konu, kamera önünde oyuncu ve kamera arkasında yönetmen olarak var olma çabalarına kısaca değinmek gerekiyor. Çünkü Olgaç erkek egemen bir sektörde kadın yönetmen olmanın zorluğunu en fazla yaşayanlardandı. Türkiye sineması ilk dönem Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin kurulmasıyla askerî kurumsal bir yapı içinde gelişti, daha sonra, Sedat Simavi’nin Müdafaa-i Milliye Cemiyeti adına ilk konulu Pençe ve Casus (1917) adlı filmleri çekmesiyle sivil bir sürece doğru yol aldı. 1922-1938 yılları ise sinemada Muhsin Ertuğrul ve İstanbul Şehir Tiyatrosu ekibinin sinemada etkin olduğu Tiyatrocular dönemidir. Bu yıllar aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluşu ve ilk yıllarına denk gelir ve Türkiye’de politik düzenin tamamen değiştiği dil, giyim kuşam ve yasaların yeniden yapılandırıldığı sancılı bir süreçtir. Sinemada Türk kadınlarının oyuncu olmaları söz konusu dahi değildir. Ancak Muhsin Ertuğrul Cumhuriyet’in kuruluşu, kurtuluş savaşı gibi kahramanlık destanlarının konu edildiği filmler çekmeye başlayınca, milli duyguların yoğun yaşandığı bu yıllarda Türk kadınlarının sinemaya oyuncu olarak dahil olmalarına olanak sağlar. Ateşten Gömlek filminde Cumhuriyet’e Türk kadınların katkısı öne sürülerek, cephede vatanı için çarpışan hemşire rolünü bir Türk kadının oynaması istenir.

Bu amaçla bir gazeteye bu role talep olacak kadınlar için ilan verilir ve bu rol için Bediha Muvahhit ve Neyyire Neyyir başvurur. Böylece her ikisi de hem sinema hem de Türk Tiyatrosunun uzun soluklu kadın oyuncuları olurlar. 1932 yılında ise Bir Millet Uyanıyor ile devam eden ve milli temalı filmlerde Bedia Muvahhit, Neyyire Neyir yanında, Emel Rıza, Feriha Tevfik gibi oyuncular sinemaya adım atarlar. Kadınların sinemada ilk kez erkeklerle birlikte film izlemeleri ise 1923 İzmir İktisat Kongresine denk gelir. Kadınların sinemada izleyici ve oyuncu olarak yer almaları hemen hemen aynı dönemlerde gerçekleşir. Ancak sinemada yönetmen olabilmek için kadınların 1950’li yılları beklemesi gerekir. Bu bakımdan Türk sinema tarihinde kadın oyuncu ve yönetmen denildiğinde ilk akla gelen isim 1916 doğumlu Cahide Sonku’dur, 1932 de İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda bale eğitimi almış ve Söz Bir Allah Bir filmiyle (1933, Muhsin Ertuğrul) sinemaya adım atmış, 1935 yılında ilk köy filmi (Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevinden yazdığı Selma Lagerlöf’un romanından uyarlanan) Aysel Bataklı Damın Kızı filmindeki performansıyla büyük övgüler almış Cahide Sonku hem oyuncu, hem yapımcı, hem ilk kadın yönetmen (1949’da Fedakâr Ana, Seyfi Havaeri ile, 1955’de ise İlk ve Son filmini, Atıf Yılmaz’la birlikte) olarak sinema tarihimizde iz bırakmıştır. Türkiye’de kadınların oyuncu, izleyici ve kamera arkasında etkin olabilmeleri için hep bir müdahale, bir gerekçe ve de uzun bir süre geçmesi gerekir. S. Ruken Öztürk Sinemada Kadın Olmak kitabında 1980 yılına kadar Türkiye’de çekilen 4.390 filmden sadece 52’sinin kadın yönetmenler tarafından çekilmiş olduğunu, bu filmlerin ise 25’i Bilge Olgaç, 3’ünün de Türkan Şoray’a ait olduğunu yazar. 1980’lerden başlayarak sinemamızda kadın yönetmen ve kamera arkasında çalışan kadınların sayısı hızla artmaya başladı ve günümüzde birçok genç kadın yönetmen uzun, belgesel, kısa filmleriyle ulusal ve uluslararası sinema alanında etkin rol oynuyorlar. Olgaç sinemanın farklı mecralarında kadınların daha fazla görünür olmalarına ilişkin memmuniyetini; “ben uzun yıllar stüdyolarda tek başıma dolaştım. Şimdi bakıyorum her odadan bir kadın çıkıyor. Kadınlar özellikle güzel sanatlarda etken olmaya başladılar” sözüyle dile getirir. 

Erkek egemen sinemada tutkularının peşinden giden kameralı kadın 

14 Ocak 1940 Kırklareli/Vize doğumlu Olgaç lise eğitimini son sınıfta terk eder ve öykü yazmaya başlar. Memduh Ün, Olgaç’ın bir öyküsünü okur ve kendisine ulaşır. Olgaç böylece önce Memduh Ün’ün ardından Halit Refiğ’in yanında asistan olarak çalışmaya başlar ve sinemayı usta-çırak ilişkisi içinde öğrenir. Bilge Olgaç’ın asistanlıktan ilk film yönetmenliğine geçişi 1965 yılında Yılmaz Güney’in başrolünü üstlendiği Üçünüzü de Mıhlarım ile olur. Ardından Babasız Yaşayaman, Krallar Kralı gibi vurdulu, kırdılı, şiddet yüklü filmler ile film yönetmeye devam eder. 1966’da Nikâhsızlar, 1968’de Öksüz’ü çeker ve bu filmlerle birlikte kendi sinema dilini yaratmaya ve filmlerini sınıf temelinde çekmeye başlar. Kerim Korcan’ın eserinden uyarladığı Linç (1970) ise ona sinemada başarının yolunu açar. 2. Altın Koza Film Festivalinde Yılmaz Güney’in Umut ile En İyi Film, Halit Refiğ’în Bir Türke Gönül Verdim ile En İyi 2. Film ödülünü aldığı festivalde Linç En İyi 3. Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi olur. Bilge Olgaç aldığı bu ödüle ilişkin şu yorumu yapar: “Mutluyum, çünkü birçok ünlü erkek yönetmen arasında birinci gelmem herhalde övünülecek bir durum olsa gerek.” Sinemaya ağırlıklı olarak vurdu/kırdı filmlerle başlayan ve giderek sosyal konulara yönelen Bilge Olgaç çektiği kırka yakın filmle en uzun soluklu kadın yönetmen olarak Türkiye sinema tarihinde yerini alır. Yeşilçam’ın seks furyasına teslim olduğu 1970’li yılların sonunda sinemaya ara verir ve daha çok reklam filmleri çeker. Uzun bir aradan sonra ilk kez 1984 yılında başrolünü Perihan Savaş, Halil Ergun ve Yılmaz Zafer’in paylaştığı Kaşık Düşmanı filmini çeker. Bu film yönetmene çok sayıda ödül getirir. Yazar Osman Şahin ile birlikte çalıştığı bu yıllardan itibaren Gülüşan (1985), İpekçe (1987), Gömlek (1988), Aşkın Kesişme Noktası (1990), Kurşun Adres Sormaz (1992) gibi daha çok toplumsal ve kadın sorunlarına duyarlı filmler çeker. Bu filmlerde genellikle Anadolu’da kırsal bölgelerde yaşayan ve emeği ile var olma mücadelesi veren kadınların hikâyesi sınıfsal bir zeminde beyazperdeye taşınır. Sinemamızın emekçi, mücadeleci yönetmeni Bilge Olgaç ölüm yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde ürettikleriyle ve anılarıyla yaşamaya devam ediyor.