Sınıfın iki yakasını bir araya getirmek

Fatih Yaşlı - Akademisyen, Yazar.

CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo hafta içi katıldığı bir radyo programında seçimden sonra yaklaşık 1000 ailenin yoksul çocuklara verdikleri bursu durdurduklarını söyledi. Bunun nedeni ise seçim sonuçlarının sorumluluğunun yoksul halk kesimlerinin sırtına bindirilmesi, faturanın onlara kesilmesiydi. Foggo’nun sözünü ettiği hadisenin istisnai bir tepki değil, genelleşmiş bir ruh hali olduğunu söyleyebiliriz aslında. Eğitim ve gelir düzeyi görece yüksek muhalif toplum kesimlerinde yaygın ve baskın olan öfke yüklü bu ruh halinin bakış açısına göre yoksul ama cahil kitleler, ülkenin nasıl bir karanlığa doğru gittiğini görmemiş, görse de umursamamış ve “bir paket makarna, bir torba kömür” için gidip AKP’ye oy vermişlerdi. 

Bu ruh halinin iyiden iyiye somutlaştığı hadiselerden biri geçtiğimiz günlerde yapılan devasa vergi artışları oldu. AKP’yi bir kez daha iş başına getiren bu halka, yani yoksullara, “her şey müstahak”tı, “oh olsun”du, “aslında bizim tuzumuz kuru”ydu, “bize ne onlar düşünsün”dü vesaire. Bu öfke öyle yüksekti ki bir şiraze kayması örneği olarak CHP Gençlik Kolları twitter hesabından yaptığı paylaşımda yapılan zamları listeliyor ve üzerine büyük harflerle “Süleyman Soylu’nun meşhur sesi eşliğinde okunmalıdır” yazıyordu. Yani sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin gençlik kolları yapılan zamlara tepkisini, akıl almaz bir biçimde yurttaşlara, daha doğrusu AKP’ye oy veren kesimlere “oh” çekerek gösteriyordu. 
Seçim sonuçlarının gösterdiği üzere Türkiye uzunca bir süredir “iki uluslu” bir görünüm sergiliyor. Bir tarafta giderek yoksullaşmakla ve proleterleşmekle birlikte kendilerini aldıkları eğitim, geldikleri aile, yaşadıkları muhit, tüketim kalıpları,  gittikleri mekânlar, yeme-içme alışkanlıkları yani sosyal statüleri üzerinden “orta sınıf” olarak gören ve bizim “beyaz yakalı” dediğimiz genişçe bir toplam var. Bu kesimleri birleştiren politik ortak payda AKP karşıtlığı ve hem büyük şehirlerdeki hem de şehir merkezlerindeki seçim sonuçları bu “ulus”un hayli kalabalık bir nüfusa tekabül ettiğini gösteriyor.

İkinci “ulus”ta ise irili ufaklı fabrikalarda, atölyelerde istihdam edilenler, hizmet, gıda ve inşaat sektörü çalışanları,  enformel sektördeki milyonlar, taşra yoksulları, işsizler var. “Mavi yakalı” diye tabir ettiğimiz bu kesimler arasında büyük ölçüde AKP’nin tercih edildiği biliniyor. Son seçim sonuçlarının gösterdiği üzere burada da AKP’nin oyları düşüyor ama hem alternatif olarak başka bir sağ parti tercih ediliyor hem de AKP’ye yönelik tutumun aynısı Erdoğan’a sergilenmiyor, cumhurbaşkanlığı seçiminde tercih Erdoğan’dan yana yapılıyor. 
İşte bu “iki ulus”, yani beyaz yakalılar ve mavi yakalılar, aslında işçi sınıfının farklı katmanlarını oluştursalar da yani emek güçlerini satarak geçinmek zorunda olsalar da artık-değer üretseler de Türkiye kapitalizmi tarafından aynı sömürü mekanizmasına tabi olsalar da bugün hem kendilerinin bir sınıf olduğunu hem de karşılarındakiyle aynı sınıftan olduklarını görmüyorlar, göremiyorlar. 

Az önce söylediğim gibi kendilerini yaşam tarzı itibariyle “orta sınıf” olarak gören beyaz yakalılar, işçi sınıfının mavi yakalı kesimlerini cehaletle suçluyor, seçim sonuçlarının ve ülkenin içinde bulunduğu durumun sorumluluğunu onlara yüklüyor ve başlarına gelen her şeyin müstahak olduğunu söylüyor. İşçi sınıfının daha alt katmanları ise beyaz yakalıları dinine, kültürüne, manevi değerlere yabancılaşmış, batı özentisi, sapkın vs. olarak değerlendiriyor ve öyle düşmanlaştırıyor. Bu iki kesim mekânsal olarak şehrin farklı mahallelerinde yaşıyor, farklı yerlerinde sosyalleşiyor, birbirleriyle karşılaşmıyor, bir araya gelmiyorlar, aynı dizileri izlemiyor, aynı şarkıları dinlemiyorlar, dünyaya da bambaşka yerlerden bakıyorlar. 

Dolayısıyla aynı sınıfın iki yakasını oluşturan bu kesimler kültürel kodlar üzerinden birbirlerinden ayrışıyor ve hatta birbirlerine düşmanlık duyuyorlar. Güçlü bir emek hareketinin her iki yakada da etkisiz olması, her iki yakanın sınıf bilincinin zayıflığı, sosyalist solun etkisizliği gibi faktörlere bir de AKP’nin siyasal kutuplaşmayı sürekli kültürel alana tahvil etmesi eklenince, bu iki yakanın sınıf olmaktan kaynaklı asgari müştereklerde dahi bulunması söz konusu olmuyor. Öyle ki asgari ücretteki ya da memur maaşlarındaki artış beyaz yakalılar arasında “o zaman biz niye bunca sene okuduk” tepkisiyle karşılaşabiliyor ya da alt sınıflar aslında düzene yöneltmeleri gereken öfkelerini beyaz yakalıların hayvan severliğine ya da eğlenme biçimlerine yöneltebiliyorlar. Yani yabancılaşmanın bir boyutu burada kendi sınıfından olanlara karşı yabancılaşma şeklinde karşımıza çıkıyor. 
Bugün esas meselemiz, sınıfın bu bir araya gelmeyen iki yakasının nasıl bir araya gelebileceği üzerine kafa yormaktır. Beyaz yakalılar AKP’den çoktan kopmuştur ama politikleşme biçimleri aslında “apolitiktir”, yani bir programdan, bir ilkeler bütününden, bir alternatif arayışından yoksundur. AKP’nin Türkiye’nin sermaye düzeniyle olan ilişkisi, kendi yoksullaşmalarının nedeninin Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları olduğu, dinselleşme ile sömürü düzeni arasındaki bağlantı… Beyaz yakalı emekçiler henüz bunları görmenin ve buna uygun bir mücadele biçimi vermenin hayli uzağındadır.

Mavi yakalılar ise sınıfsal çelişkileri ve yoksulluğu daha sert bir şekilde tecrübe ettikleri ve hatta düzene yönelik daha büyük ama “içgüdüsel” bir öfke duydukları halde, istihdamın sürekliliği, sosyal yardımlar, din ve milliyetçilik gibi mekanizmalar aracılığıyla zapt edilmekte, kendilerini bir sınıf olarak görmeleri ve buna uygun hareket etmeleri engellenmektedir. AKP’nin Türkiye kapitalizmi açısından en büyük başarısı bu kesimleri süreklileşmiş bir yoksulluğun içerisinde idare edebilmesi, yönetebilmesidir. 

Bu iki sınıfın geniş katmanlarının önce kendilerinin sınıf mensubiyetinin sonra da karşılıklı olarak aynı sınıfta yer aldıklarının farkına varması, yani “iki yakanın bir araya gelmesi” kendiliğinden söz konusu olamaz, bu ancak politik bir müdahalenin ve mücadelenin sonucunda söz konusu olabilir. Sınıfı siyasete siyaseti sınıfa taşımak isteyen bir sol inşa edilecekse, öncelikli mesele bunun nasıl başarılacağı olmalıdır. Sınıfsal çelişkilerin bu kadar derinleştiği bir yerde sınıfın siyasetten siyasetin sınıftan bu kadar uzak olması bir “anomali”dir ve bunun nasıl aşılacağı hepimizin ortak ve öncelikli meselesidir.