Sınır, 'namus' ve soru işaretleri üzerine
Nuri Can Akın
Canan Kaftancıoğlu, geçtiğimiz hafta Cumhuriyet’te kaleme aldığı ‘Namus Belası’ başlıklı yazısında, CHP’nin ‘Sınır Namustur’ pankartı ile başlayan cinsiyetçilik tartışmasına değiniyor.1 Bu ifadenin “cinsiyetçi bir ifade olmaktan ziyade, sınırlarımızın güvenli hale getirilmesiyle ilgili bir siyasi anlayışın dışavurumu” olduğunu belirten Kaftancıoğlu, hiç Müjde Ar filmi izlememiş gibi2 namusun cinsiyetçi bir kavram olarak algılanıyor olmasının, “son yıllarda artan dinsel söylem” ile yakından ilişkili olduğunu savunuyor. Yazının devamında, “namus” kelimesinin toplumsal alandaki karşılığından ve cinsiyetlendirilmiş tarihinden tamamen bağımsız bir etimolojik köken açıklamasına girişen Kaftancıoğlu, yazısını şöyle noktalıyor “Küçücük de olsa zihinlerde oluşmuş ezberlere yönelik bir soru işareti yaratabilirsem ne mutlu bana”. Altındağ’da yaşanan pogrom girişiminin üzerinden henüz iki hafta dahi geçmemişken, mülteci nefretini daha da kaşıyan bu sloganı sahiplenmiş olmak bir yana, Kaftancıoğlu, bunu adeta entelektüel bir gaye ile yaptığına inanmamızı bekliyor ve bizleri “namus” kavramı üzerinde düşünmeye davet ediyor. Madem öyle, davete icabet edelim:
Kaftancıoğlu’nun ‘sınır namustur’ sloganının cinsiyetçi olmadığına yönelik bu yüzeysel argümanını çürütmek çok kolay. Zira Türkiye’de (ve birçok başka ataerkil kültürde) devlet ‘baba’dır, devletin kalın çizgilerle, yani sınırlarla çevrelediği toprak parçasına karşılık gelen vatan ise ‘ana’. Dolayısıyla, yalnızca “namus” değil, sınır kelimesi de cinsiyetlendirilmiştir. Antropolog Ayşe Gül Altınay’ın, milliyetçiliğe ve ulus-devlet kavramına, toplumsal cinsiyet ilişkileri perspektifinden bakan makaleleri derlediği çalışması Vatan, Millet, Kadınlar bu hususta verilebilecek sayısız örnekle dolu. Bu derleme vesilesiyle dilimize kazandırılan, “Sevgili ve Ana Olarak Erotik Vatan: Sevmek, Sahiplenmek, Korunmak” başlıklı makalesinde Afsaneh Najmabadi, İran örneğinden yola çıkarak, tam da bu sınır ve “namus” konularına değiniyor.3 İran’da modern devletin inşasını konu edinen Najmabadi’ye göre, 18. yüzyılın sonlarından itibaren, millet, vatan (homeland), “namus” gibi kavramlar dini karşılıklarını yitirmiş; millet, bir erkek kardeşler topluluğu (fraternite); vatan ise ‘sevilen kadın’ yahut ‘anne’ olarak sembolize edilmeye başlanmıştır. Dilde sekülerleşme, aynı şekilde, “namus” kelimesinin karşılığının da değişmesine neden olmuş ve kültürel alanda sıkça kullanılan “namus-i İslam”, yerini milletin bütünlüğüne vurgu yapan “namus-i İran’a” bırakmıştır. Buna göre, vatanın sınırları, erkek-milletin korumasına muhtaç bir kadın bedeni metaforu üzerinden tahayyül edilmekte, bu sayede vatanın namusu ile kadının namusu arasında sıkı bir ilişki kurulmaktadır. “Kadın-vatanı korumakla yükümlü bir erkekler topluluğu olarak modern devlet, simgesel düzeyde de giderek daha fazla erkekleştirilir”, vatan, “korunan bir kadın kategorisine iyiden iyiye sokuldukça, devlet de o ölçüde koruyucu erkek niteliği kazanır.” Bu söylemin doğal bir sonucu olarak vatan bir kadın bedeni olarak idealleştirilir; “uğruna ölünecek, öldürülecek, sevilen, adanılan, sahip olunan ve korunan” bir kadın bedeni…4
Kaftancıoğlu’nun yaratmaya çalıştığı soru işaretlerine yanıt bulabildiysek, biraz da sınır meselesini tartışalım istiyorum. Zira ‘sınır namustur’ sloganını, bilhassa muhalefet özelinde, sınır kavramının kendisini tartışmaya açmak için önemli bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün. “Namus” ister Kaftancıoğlu’nun steril dünyasındaki anlamıyla, ataerkiden azade, toplumsal bağlamından tamamen uzak bir ‘kurucu ilke’ olarak ele alınsın, ister toplumda yerleşmiş ve gündelik hayatta sıklıkla kullanılan, erkek-devletin inşa ettiği bir kadın-vatan yahut ana vatana vurgu yapan, kadın “iffetine” karşılık gelen cinsiyetçi anlamı ile ele alınsın; CHP bu kavram üzerinde bir ‘soru işareti yaratma’ hakkını, Kılıçdaroğlu’nun “tezkereye içimiz yana yana ‘evet’ diyeceğiz” açıklamasını yaptığı vakit zaten kaybetmiştir. Öyle ya, kendi sınırını korumak senin için bir ‘temel ilke’ iken, başkasının sınırını ihlal ve işgal etmek kabul edilebilir bir durumsa eğer, burada Kaftancıoğlu’nun deyimiyle ‘zihinlerde oluşmuş ezberlerin’ sorgulanması ve üzerinde soru işareti yaratılması gereken kavram “namus” değil sınırdır. CHP’nin gözden kaçırdığı, daha doğrusu milliyetçi-muhafazakâr seçmeni ürkütmemek ve mülteci karşıtı rüzgâra sırtını verebilmek adına görmezden geldiği mevzu işte budur.
Geçtiğimiz mayıs ayında Belçika-Fransa sınırında ilginç bir olay yaşandı. Belçika’nın Erquelinnes kasabasında bir çiftçi, tarlasını sürerken önüne çıkan büyükçe bir taşı biraz ileri taşıdı ve böylece farkında olmadan Fransa’dan 2.2 metre toprak alarak, bu toprağı Belçika sınırlarına katmış oldu. Esasen bir sınır işareti işlevi gördüğü sonradan anlaşılan bu taş, Napolyon’un Waterloo yenilgisinin ardından, iki bölge arasındaki sınırı belirlemek için 1819 yılında yerleştirilmişti. Bölgede keşif yürüyüşü yapan tarihçilerin tesadüfen fark ettiği bu durum sonrası, yetkililerin müdahalesi ile taş eski yerine taşındı. Bana göre olayın kendisinden daha ilginç olan ise, bu haberin, Fransızca, İngilizce ve Türkçe haber sitelerinde “200 yıllık sınır bir anda değişti” şeklinde servis edilmiş olmasıydı.5 Zira kendi halinde bir çiftçinin, traktörün yolunu açmak için kolayca değiştirebildiği bir sınırın, 200 yıldır hiç değiştirilmemiş olduğunu düşünmek abestir. Belçika’da yaşanan bu olay, sınırları nasıl algıladığımızla ilgili bizlere önemli ipuçları veriyor.
1297 yılında yapılan antlaşma ile belirlenen ve bilinen en eski siyasi sınırlardan biri olan Portekiz-İspanya (Raia) sınırından, günümüz Türkiye-Suriye sınırına gelinceye kadar, sınır çalışmaları literatürü bize gösteriyor ki sınır, çoklu ve karmaşık bir yapıya sahip, durağanlıktan uzak, sürekli yeniden tanımlanıp, yeniden anlamlandırılan bir fenomen olarak ele alınmalıdır. Sınıra yüklenen anlam ve misyon, hem devletlerin hem de o sınırın içinde ve dışında kalan bireylerin edimleri ile her an değişime açıktır. Özetle, bir sınır, herkes için, her durumda, her tarihsel koşulda aynı anlama gelmez.6
Hatırlayalım, AKP’nin “Çözüm Süreci” pazarlıklarının bir parçası olarak, 29 Ekim 2014 tarihinde Habur Sınır Kapısı açılmış, onlarca araçla ülkeye giriş yapan peşmerge konvoyu, aralarında devlet görevlilerinin de olduğu 50 bin kişi tarafından davullu zurnalı bir törenle karşılanmıştı. Bu olayın üzerinden henüz bir yıl dahi geçmemişken, YPG saflarında IŞİD ile savaşırken hayatını kaybeden 13 yurttaşın cenazesi, yine aynı Habur Kapısı’nda 10 gün bekletildikten sonra, ancak Selahattin Demirtaş’ın önderliğinde oluşturulan uluslararası kamuoyunun baskısı neticesinde ülkeye giriş yapabilmişti. Kapı aynı kapı, sınır aynı sınır...
Velhasıl, sınır birçok çelişkiyi ve paradoksu içinde barındırır. Namus meselesindeki gibi basit bir ikiliğin aksine, sınır disiplinler arası bir çalışmayı zorunlu kılar ve bu yönüyle de çok daha verimli bir tartışma için elverişlidir. Kaftancıoğlu özelinde, CHP muhalefeti bu ülkenin yönetimine gerçekten talipse, kısa vadede çıkar sağlamak adına benimsedikleri gündelik siyasetin hamasi dilinden vazgeçip; yalnızca Türkiye’nin değil tüm dünyanın sorunu olan ve milyonlarca insanın geleceğini ilgilendiren, insan hareketliliği, mültecilik, zorunlu, kayıtlı ve kâğıtsız (undocumented) göçmenlik gibi sınır olgusunun kendisini derinlemesine tartışmayı zorunlu kılan meselelere odaklanmak zorundadır.
1Canan Kaftancıoğlu, “Namus Belası”, Cumhuriyet, 21.08.2021
21980’lerin Türkiye sineması, Atıf Yılmaz’ın öncülüğünde, kadın ve namus temasını sıklıkla işler
3Najmabadi a.g.e. 444
4A.g.e. 445
5Les Dernières Nouvelles d’Alsace, “Un Belge déplace une borne... et repousse la frontière française”, 05.05.2021. https://www.dna.fr/societe/2021/05/05/un-belge-deplace-une-borne-et-repousse-la-frontiere-francaise
The New York Times, “A farmer moved a 200-year-old stone, and the French-Belgian border”, 05.05.2021. https://www.nytimes.com/2021/05/05/world/europe/france-belgium-border-moved.html
CNN Türk, Fransa-Belçika sınırı değişti, 05.05.2021. https://www.cnnturk.com/video/dunya/fransa-belcika-siniri-degisti
6Balibar, Étienne. Politics and the other scene. London: Verso Books, 2012. Ss 77-81.