Sınırlanmışlık ve sıkışma

SAYAT MÜLLER 

Yeni kuşağı yetiştiren anne babaların aşırı korumacı tavırları, gençlerin yaşamın gerçeklerini kabul etmelerini, isteklerine mücadele vererek varmalarını engelliyor. Oysa hayatın doğal akışı içinde zorluklarla birlikte güzellikler de var ve tercihlerimizi ne kadar özgürce yapabilirsek, o kadar çok mutluluk şansı bulmamız olası… Bir o kadar doğal olan da hata yapabilmemiz, hatalarımızdan dersler çıkartabilmemiz ve hatalarımızı telafi edebilme olgunluğu gösterebilmemiz. İlker Balkan, yeni romanı “Pentimento”da tam da bu izlek üzerinden bir hikâye kuruyor. 

Pentimento, bir resim tekniği olarak bir kompozisyondaki belli bir bölgenin ya da nadiren kompozisyonun genelinin üzerini kapatarak yeni bir kompozisyon oluşturmak olarak tanımlanıyor. Öte yandan İtalyancada “pişmanlık” demek olduğunu da arka kapak yazısından öğreniyoruz. 

Roman, bir ilk görüşte âşık olma sahnesi ile açıldığından, bizi belki de sıradan bir kaçma-kovalamaca öyküsüne götüreceği yanılsaması uyandırsa da, çok geçmeden kendimizi ana karakterimiz Can’ın hastalığında, geçmişinde ve kayıp ailesinin kaotik öyküsünde buluveriyoruz. Ergenlik çağına has romantizm figürlerine göz kırpan anlatıcı, konuyu sanata ve kendini tanımak üzerine düşünmeye getiriyor. Can, resim konusunda oldukça maharetli bir genç olsa da çok tanıdık bir şekilde inşaat mühendisliği alanında okuyor. Meslek seçmenin yalnızca gelir ve kariyer elde etmek olmadığını bize canlı bir şekilde aktaran romanda, yeteneklerin hayata bakışımızı nasıl değiştirebildiğine ilişkin, öykünün farklı katmanlarından ilginç çıkışlar göstermekten geri durmuyor. 

İstanbul’da yaşayan zengin bir aile ile Aydınlı bir çiftçi sülalenin kesişim noktasındaki başkarakterimiz ne bir burjuva yaşamından haberdar ne de köylü yaşantısından. Bu köksüzlük onun yaşamın önüne koydukları arasında tercih yapmayı reddederek başlı başına bir fenomen olmasına izin veriyor; bir yandan da kişiliğini oluşturması beklenen en temel çevresel faktörlerden yalıtılmış olması nedeniyle ailenin koruyuculuğuna özlem duymasına, bunu bir eksiklik olarak anlamlandırmasına; dolayısıyla “kendisi olmak”, “kendisini gerçekleştirmek” üzerine içsel tartışmalara girmesine yol açıyor. 

Can, yakın dostu ve bebeklikten beri arkadaşı olan Mert ile de hem kendi yaşamı hem de güncel konular hakkında çokça “aynalama” yaparak, romana psikolojik derinliğini kazandıran diyaloglara girişiyor. Okurun, olay örgüsünün karşısına çıkarttığı sürprizlere, yerine göre direnç yerine göre de kabul göstermesini kolaylaştırarak, okuru metindeki akışın adeta bir öğesi haline getiren yazım tekniği, başarılı bir anlatı derinliği ile birleşerek zihinde imgeler ve kanaatler gelişmesine katkıda bulunuyor. 

Mert’in başına gelen olaylara uyumlanma süreci, ailesinin geçmişine dair derin sırları keşfetme arzusuna bürünüyor. Ne aradığını bilmeden aramaya gayret ediyor ve sonunda keşfettikleri, yalnızca kendisine dair bir sınırlanmışlık oluyor. Bu yönüyle birçok önemli esere göndermeler içeren bu yapıt, toplumsal kuralların ve mahalle baskısının, ailelerin genetik yapısında yarattığı sıkışmayı gözler önüne seriyor. Ne zamandır görmezden gelmeye çalışsak da toplumsal kodlarımız bu yeni ilişkiler düzeyine uyum sağlamakta zorlanıyor. Bu uyumsuzluk yalnızca kuşaklar arasında değil, aynı kuşakta olup farklı sosyo-kültürel ortamı paylaşan bireylerde de somut bir şekilde belirmeye başladı. Can’ın bakış açısından gördüğümüz pek çok karakterde de bu uyumsuzluğun izlerini okumak mümkün oluyor. 

Yapısal ve söylev derinliği olan, çok katmanlı ve istisnai çıkışlarla bezeli olay örgüsüyle dikkat çeken bir çıkış yakalamış yazar. Anlatının aktığı bu kanal, klasik romanın unsurlarını modern düşünce ve anlatım ile buluşturmayı zorlaştırsa da, gerek yazarın kurduğu evren gerekse de anlatıcının kıvrak içsesi, okuru, zihnini adeta sürükleyen bir olay akışına çekmeyi, keskin dönüşler ve tesadüflerle şaşırtmayı, geri dönüşler ve zamanda zıplamalarla tetikte tutmayı başarıyor.