Sıradanlığıyla farklı bir kadın karakter
RANA MELEK AKBAŞ
Tolstoy’a atfedilen meşhur bir söz vardır. Hani bütün iyi hikâyelerin ya bir yolculukla ya da şehre birinin gelmesiyle başladığını söyleyen şu söz. Yanıldığını ispat etmek zor. Bazen de o şehir bizzat biz oluruz. Hayatımıza biri değer ve hikâyemiz yön değiştirir. Elbette yegâne sebep kasabanın yenisi değildir, elbette içten içe kaynamaktadır bir zamandır bir şeyler ancak harekete geçmek için bizi hafifçe itekleyen, omzumuza o teşvik edici dokunuşu yapan, tam da o yeni insan olur. Üstelik bazen hiçbir şey yapmadan, yalnızca varlığıyla başarır bunu.
Yıllardır sırf öyle olması gerektiğine inandığı, hatta inandırıldığı için sevmediği bir işe gidip gelen, yaşamını hayallerini çizeceği boş bir sayfa değil, sınırları önceden çizilmiş hayallerin içini boyayacağı bir boyama kitabı gibi yaşayan otuz yaşındaki Deniz’in çalıştığı mimarlık ofisinden ayrılarak Bonkis adını vereceği bir kafe açmaya karar verme süreci de buna benziyor biraz. Onu yönlendirmek için kasıtlı bir eylemde bulunmayan ama varlıklarıyla, hayattaki duruşlarıyla ve çabalarıyla ona ilham verem insanlarla karşılaşması, Deniz’in içindeki bazı tuşlara basıyor.
Bizi dijital bir platformda yoğun ilgi gören Bonkis adlı dizinin öncesine götüren ve dizinin de senaristi ve başrol oyuncusu Deniz Tezuysal’ın kaleminden çıkan “Bonkis: İçimden Hiçbir Şey Gelmiyor” adlı kitabı okurken hayatımıza değen, değerek onu değiştiren, bazen kalan ve bazen de bunun farkında bile olmayan insanları düşündüm. Misal o akşam o barda Özberk’le karşılaşmasa, onun yemek yapma tutkusuna tanık olmasa Deniz, yine de yıllardır hayalini kurduğu şeyi yapıp işinden ayrılmaya cesaret edebilir miydi?
Artemis Yayınları’ndan çıkan “Bonkis: İçimden Hiçbir Şey Gelmiyor”, bir şehirli kadın hikâyesi. Son dönemlerde kadın hikâyesi deyince akla gelen “zulüm gören ve bir türlü çıkış yolu bulamayarak okurun/seyircinin ruhunu emdikçe emen dramların hepsini bir başına göğüsleyen, yaşanmış ve yaşanabilecek her şeyi tek başına yaşayan (ve tabii ki bir erkek tarafından kurtarılan)” yahut “kariyerinde yükselmek ya da elde etmek istediği erkeğin dikkatini çekmek için her şeyi ama her şeyi yapabilecek hırslı/entrikacı” kadın karakterlerle uzaktan yakından alakası yok Deniz’in. İstanbul’un nispeten modern ve hareketli bir semtinde yaşayan, sıradan bir kadın. Yaşanmış ve yaşanabilir şeylerin bir kısmı geliyor başına. Hemen hemen herkesin maruz kaldığı ailevi ve toplumsal baskılarla yüz yüze kalıyor, bunları makul bir bunalma seviyesinde atlatıyor ya da iyice düğümlüyor. “Siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz” edalarında dolanarak kendi dertlerini dertler hiyerarşisinin en tepesine yerleştirmiyor.
Aile ve toplum baskısıyla mutsuzluğa sürüklenen insanlara çok da iç karartmayan, mizahla seyreltilmiş bir bakış. Öte yandan mutsuzluğa isyan etmeye, mutluluğu aramaya ve ihtimallerin peşinden koşmaya da teşvik ediyor okuru. Ancak bunu büyük sloganlarla, kişisel gelişim kitaplarından fırlamış gibi duran mottolarla değil, usulca, yalnızca hikâyesini anlatarak yapıyor.
Tespitlerini mizahi bir dille aktarıyor ama sırf komik olsun diye yazılmış tek bir sahne bile yok romanda. Yaşanan her şey, sarf edilen her söz hikâyenin özüne hizmet ediyor. Fazlalıklarından arınmış, matematiği sağlam ama hiç de hesaplıymış gibi görünmeyen, sanki ana karakter karşınıza oturmuş da bir şeyler içerken size başından geçenleri anlatıyormuş gibi akan bir kurgusu var. “Bonkis: İçimden Hiçbir Şey Gelmiyor” keyifle okunan, tadı damakta kalan, gerçeklikle bağı sağlam bir roman.