Baskı ve İslamcı-milliyetçi kuşatmanın yoğunlaşacağı zorlu bir dönemde, toplumsal muhalefeti ve direnme eğilimlerini Erdoğan’ın Başkanlık adımlarına karşı yöneltecek adımlarla bir direniş hattı kurabilmek mümkün

Sistem içinde kalarak direnilemez!

ÖNDER İŞLEYEN / ondislyn@gmail.com

Erdoğan’ın, AKP Kongresi ile birlikte parti içindeki uyumsuzluğu gidererek, Başkanlığa gidecek yolu açacak süreci zamana yayarak değil hızlı şok dalgalarıyla açmaya çalışacağını, Davutoğlu’nun ardından yaptığı ilk konuşmada açık biçimde ifade etmişti. Dokunulmazlıkların kaldırılması bu hızı kazandıracak hamlelerden birisi oldu. Meclis’in yetkileri bu kararla fiilen Saray’a devredilerek, Erdoğan’ın fiili yönetimi altında Başkanlığa geçiş zemini güçlendirildi.

AKP, 14 yıllık iktidarı boyunca, inceltilmiş ve süreklileştirilmiş bir darbeler süreci içerisinde devlet içinde mevziler kazanarak iktidarını kurdu ve pekiştirdi. AKP ilk döneminde dış desteğiyle, içerde demokratikleşme propagandası ekseninde kurduğu ittifaka dayanarak, devlet içinde tasfiyelerle birlikte toplumun belirli kesimleri üzerinde baskı kurarak kendine yol açabildi.

Bu bakımdan, hegemonyacı dönemden baskıcı döneme geçiş ya da fabrika ayarlarına dönüş tartışmalarının pek bir anlamı yok. AKP, gücü oranında ve –değişken- ittifaklara dayanarak ülkeyi kendi fabrika ayarlarının –İslami faşizmin- kuşatması altına aldı.

Bugün de, özellikle yoğunlaşan yönetme krizi içerisinde devlet içerisinde ve toplumsal zeminde İslamcı-Milliyetçi bir ittifaka dayanarak ilerlemeye çalışıyor. Ortadoğu düzlemiyle birleştirilerek Kürt coğrafyasında sürdürülen adı konulmamış iç savaşa dayanarak inşa edilen bu ittifak zemini korunup, pekiştirilerek bu geçiş süreci tamamlanmaya çalışılıyor. Savaşı derinleştirecek sonuçlar üreteceği belli olan bu adımla bu cephe tahkim edilmekle birlikte, muhalefet de -özellikle CHP- milliyetçi basıncın altında etkisizleştiriliyor.

• • •

Erdoğan’ın ‘fiili durum acil kurumsallaşmalı’ çağrısıyla başlattığı bu hızlandırılmış süreç, aynı zamanda krizin derinleştiğinin de bir ifadesi. Bu kriz siyasal alana AKP içi uyumsuzluğun belirginleşmesi ve MHP’nin iki parçaya ayrılması biçimde yansıyor. Erdoğan, savaş ittifakına dayanarak sistem içinden gelişebilecek seçenekleri bastırırken, Batı ve sermayenin çelişkilerini de tek muhatap kalmaya devam ederek aşmaya çalışıyor. Bu koşullarda ABD ve Batı’yla çelişik görünen yönleri milliyetçi cepheyi konsolide edecek söylemlerin de aracı kılarken, IŞİD ve mülteciler üzerinden yürütülen pazarlıklara dayanan bir ilişki biçimi oluşturuluyor.

Kriz içerisinde farklı arayış ve eğilimler olmakla birlikte, sistem içindeki denge şu anda Erdoğan merkezli olarak kurulmuş durumda. Bu zoraki ittifak ekonomik krizinin derinleştiği, toplumsal zeminde çelişkilerin arttığı bir ortamda ancak baskı ile sürdürülebiliyor. Erdoğan’ın Başkanlığa geçişi hızlandırma çabası da bununla ilgili. Partili Cumhurbaşkanlığı vb biçimlerde de gündeme gelecek bu hamlelerle, bir oldu bittiyle geçişin sağlanması da krizin çözümü olmayacaktır. Aksine, bu adımlar kaosu büyüterek Erdoğan’ı aşacak bir dalgayı ortaya çıkarabilecek bir dinamiğe sahip.

Muhalefetin etkisizliği nedeniyle, bu sürecin önüne geçebilecek etkili müdahaleler henüz geliştirilemiyor. CHP merkezinin dokunulmazlıklar konusundaki tutumu bunun bir göstergesi. Anayasaya aykırı olduğu ifade edilen değişikliğe onay veriliyor aynı zamanda oylamada anayasaya uyan tek Parti olmakla övünülüyor. Erdoğan’ın ‘terörü destekliyorlar’ söyleminden kaçmak için Saray’ın talimatnamesini desteklerken aynı sırada Kılıçdaroğlu -planlanmış bir biçimde- ‘terör destekçisi olarak yuhalanıp’ yumurtalanıyor. Sonunda da Kılıçdaroğlu, evet diyerek destek verdiği dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM’nin kaldırılması olduğunu açıklıyor. Bu tuhaflıklar silsilesi, çoğunlukla taktik hatalar olarak eleştiriliyor. Oysa CHP yanlış bir konumlanma içinde olduğundan, sıkışmayı hiçbir taktik ve manevrayla aşamıyor. Asıl sorun CHP’nin sistem içinde kalmaya devam ederek, AKP rejiminin içinden bir değişim beklentisine saplanmış olmasıdır. Bu salt CHP’ye özgü bir durum da değil. Bir süredir AKP rejiminin içerden değiştirilmesine yönelik bir beklenti farklı biçimlerde ifade ediliyor, bu eksende bir konumlanma ve ittifak arayışına giriliyor.

Moda deyimle düşük profilli olarak tanımlanabilecek bu muhalefet Saray eliyle kolayca etkisiz kılınıyor.

• • •

Bu koşullar içinde Erdoğan’ın şok dalgası içinde hızlandıracağı sürece nasıl karşı koyulacağı sorusu ortada duruyor. Bunun için öncelikle söylenmesi gereken bunun ancak toplumsal muhalefet alanından gerçekleşebileceğidir. Bu zemin güçlendirilmeksizin salt Meclis’e dayanarak ve sistem içindeki kanallardaki gelişmelere bağlı olarak AKP rejiminin durdurulamayacağı uzun zamandır ortada. Ancak, geçtiğimiz dönemde muhalefet toplumsal zeminleri inşa yerine ağırlıkla Parlamento merkezli bir muhalefete doğru evrilerek toplumun beklentisini de başka bir yöne doğru sevk etti. Gelişmelerin şimdi doğalında ters bir akıntıyla toplumsal muhalefet zeminine doğru bir yönelim ortaya çıkaracağını varsaymak doğru olmaz. HDP’nin Meclis dışına itilmesiyle derinleşecek savaşla birlikte gelişecek baskı ve İslamcı-milliyetçi kuşatmanın yoğunlaşacağı zorlu bir döneme girildi.

Toplumsal muhalefetin bu ortamda bir yol açabilmesi, tüm ilerici halk kesimlerini Erdoğan’ın geçiş hamlelerine karşı koyacak bir direniş hattında toparlayacak adımlarla mümkün olabilir. Toplumdaki büyük öfke birikmesinin milliyetçi zeminde parçalanmasının önüne geçecek şekilde geliştirilecek karşı çıkışlarla bu çizgi adım adım büyüyerek geliştirilebilir. Derinleşen savaşın yarattığı olumsuzluklar içinde birlikte yaşam imkânlarının tükenmesinin önüne geçmek de böyle mümkün olabilecek.

• • •

Bu kriz döneminin bir kırılma noktasına doğru evrildiği bu özel dönemle birlikte, uzun sureli krizin halk muhalefetinin sistem dışı kanallarda örgütlenmesi noktasında da önemli bir imkân ve zemin ortaya çıkardığını da söylemek mümkün. Ülkemizle sınırlı olmayan şekilde kapitalizm giderek otoriter-faşizan yönetim biçimlerine bürünürken, 19.yüzyılın din temelli karanlık ideolojilerinin ve buna dayanarak geliştirilen sömürü ilişkilerinin hakim kılınmaya çalışılmasına karşı, bugünlerde Fransa’da olduğu gibi süreklileşmiş bir isyanlar da gelişiyor.

Burada da sistem içi yolların birer birer kapandığı, yönetim mekanizmasının giderek Saray etrafına doğru daralttığı bir noktada direniş alanları da giderek ancak sistemin dışında kurulabileceği gerçeği geniş kesimlerce de fark ediliyor. Haziran fikrinin dayandığı Meclisler anlayışı, İslami faşizmin bu gelişimi karşısında halkın kendi öz gücüne dayanan birleşik mücadele ile birlikte uzun sureli bir mevzi savaşının kurucu zeminleri olarak gündeme getirilmişti. Sözün özü Saray hamleleriyle halk ne siyasetsiz kaldı ne de Meclissiz. Yeter ki bu zeminleri inatla ve ısrarla güçlendirelim.