Kendisi dışında hiçbir şeye saygısı olmayan bir tipoloji üredi. Çevresinden daha üstün ve daha değerli olduğu kanısıyla yetiştirilmiş bu nesil, etraflarındaki herkese karşı acımasız olmaya başladı.

Siyasal İslam ve toplumsal çürüme
Yeni iPhone satışı için Samsun'da oluşan kuyruk sosyal medyada tepki çekmişti. (Fotoğraf: AA)

Can Serhat Halis

Yakın zamanda bir annenin başı evladı tarafından kesilip sokağa fırlatıldı; kulübesinde kilitli bir köpek diri diri yakılarak katledildi; hasta yatağındaki yaşlı bir kadının başında sağlık personeli dans edip, üzerine banknot fırlattı; kedilerin patileri kesilip sokaklara bırakıldı. Aklınıza gelebilecek daha pek çok vahşet, Türkiye’de “hayatın olağan akışı” içerisinde yerini aldı.

Ülkede insanlığın en temel değerlerinin kökünden çürümeye başladığını söylesek, buna çok az kişi itiraz eder sanırım. Özellikle bugünlerde belirgin bir etik çöküş, kendisini yaşamın her alanında göstermekte.


İnsanın insanla, insanın toplumla ve toplumun toplumla kurduğu ilişkilerde sınıfta kaldık. Toplumsal bir zavallılık paçalarımızdan akıyor. Peki, bu zavallılıkta payı olanlar kimler? Kimler bir toplumun insani değerlerini, Mariana Çukuru’ndan daha derin bir kuyuya gömdü?

Siyasal İslam düzeninde ahlaki yıkım

İnsan davranışları, bireyin içine doğduğu ekonomik, sosyal ve siyasal çevrenin izlerini taşıyor. İnsan, bu etkenlerin yönlendirmesiyle şekilleniyor. Aile, devlet, toplumda hâkim olan din ve siyasi anlayışlar ve ekonomik altyapı, o toplum içindeki bireylerin davranışlarını büyük ölçüde belirler.

Türkiye’de siyasal İslam’ın temsil ettiği ve dayattığı bütün bir değerler sistemi; çalma, çırpma ve yandaşlarını kayırma üzerine kurulu bir anlayışı toplumsallaştırdı. Bu toplumsallaşmayla birlikte etik değerden yoksun her türden davranış, toplumda ‘geçer akçe’ olarak kodlandı. Çünkü bu davranış örüntülerine sahip olan herkes devlette istediği yerlere gelebilmekte ve istedikleri hemen her şeyi elde edebilmekteler.

Rol modelin bu olduğu böylesi bir fotoğrafın refakatinde, toplum kaçınılmaz olarak etikdışı tüm davranışları benimsedi. Zira bir yere gelebilmek ve saygınlık; çalma, çırpma ve yalanla mümkün olur hale geldi. Böylesi bir atmosferde insani hiçbir erdem anlamlı bir yere oturmuyor ve etik hiçbir değer toplumsal karşılık bulmuyor.

‘Benim çocuğum en iyisidir’ ebeveynliği

Modern dönemle birlikte “yarı cahil” kentli orta sınıf, bireysel gelişim kitaplarının da yönlendirmesiyle, pedagojik hiçbir eğitimi olmayan popüler isimlerin kuyruğunda, çocuklarını şımarık bir edayla yetiştirmeye başladı. Kendi çocuklarının en tatlı, en iyi, en zeki ve en güzel olduğuna kendilerini inandıran bu ebeveynler; çocuklarına da bunu aşıladılar.

‘Özgüvenli çocuk yetiştirme’ adı altında, her istediğini yapan, çevresinden daha üstün olduğu kanısıyla yetişen, şımarık, nobran ve küstah çocuklar böylelikle kentlerde hızla boy göstermeye başladı. Kendisi dışında hiçbir şeye saygısı olmayan bir tipoloji üredi. Çevresinden daha üstün ve daha değerli olduğu kanısıyla yetiştirilmiş bu nesil, etraflarındaki herkese karşı acımasız olmaya başladı.

Bu süreçte bireysel gelişim kitapları rüzgârıyla milyonlarca insana; sadece kendisine yatırım yapmasının doğru olduğu ve bunun hayatta kalmak için en mühim şey olduğu öğretildi. Bu profile, kendisi dışındaki kimsenin önemli olmadığı bilinci de aşılanınca, iş çığırından çıktı. Bencil, küstah ve kendi dışındaki herkesi rakip olarak gören bir insan formasyonu oluştu.

Ancak daha ilginç olan, bu profil, evin dışında istediği şey olmayınca; bunu kabullenemeyen, anında rayından çıkan, öfkelenen tehlikeli bir insana dönüşmeye başladı. Bu tehlike, herhangi bir mekânda istediği şarkıyı bilmediği ya da çalmak istemediği için müzisyenleri öldüren bir magandalaşmaya kadar ilerledi.

Eğitim sistemi ve cahil yığınlar

Türkiye’de sıradan kişi, 1980’den beri, siyasal İslamcılığın belirlediği resmi eğitim sistemi içerisinde milliyetçi ve dinci bir öğrenimden geçiyor. Tarih derslerinde tüm dünyadan üstün oldukları, tarihteki tüm olaylarda her zaman için kendi milliyetlerinin ya da devletlerinin haklı olduğu paradigmasıyla örülmüş bir eğitim sisteminin kurbanları olarak beliren öğrencilere, yabancı ve “ecnebi” düşmanlığı aileden sonra resmi eğitimle aşılanıyor.

Zorunlu din dersleri ise İslam dışındaki tüm inançlara ve bu inançlara mensup insanlara karşı, öğrencilerin bilinçaltına bir düşmanlık ekiyor. Buna aynı muhtevayla örülmüş sinema filmleri, romanlar, belgeseller ve diziler de eklenince; ortaya sağcı ve saldırgan bir tip çıkıyor.

Türkiye’de modern ve bilimsel bir eğitim sisteminde olması gereken derslerin ve içeriklerin çoğu yok. Oysa bizim gibi toplumlar için; “evrim”, “felsefe”, “etik”, “mantık”, “analitik düşünebilme” ve “empati” gibi başlıklardan oluşan bir eğitim zaruri bir ihtiyaç. Bu derslerden yoksun cahil bir toplum, ne yazık ki böylesi bir toplumsal çürümeyle hemhal olmak zorunda kalıyor.

Böylelikle, hem toplumda hem de devlette egemen olan dini ve politik anlayış, sağcı ve gerici bir insan tipinin beslenmesine ve gittikçe çoğalmasına yol açıyor. Nobran ve saldırgan bir tip bu koşullar altında daha da gürbüzleşiyor.

Ekonomik çöküş yozlaşmayı besliyor

Şurası çok açık, ekonomik çöküş, insani değer yargıları zayıf toplumları şiddete eğilimli bir hale sokuyor, daha ilkel bir yere çekiyor. Hayatta kalabilmek için her türden kötülüğü yapabilecek, kendisi biraz daha iyi yaşasın diye başkalarının hayatına, gözünü kırpmadan son verebilecek bir insan modeli doğuyor bu koşullarda. Vahşi bir rekabet bilinciyle yetiştirilmiş bireyler, yoksulluk arttıkça daha da vahşileşiyor.

Geçtiğimiz günlerde Samsun’da bir elektronik markette, iPhone almak için sabahlayıp, kepengin açılmasıyla birlikte içeriye hücum ederek, yanındakileri ezip geçen, etrafa saldıran insanların görüntüleri hâlâ belleklerde. Alım gücü düştükçe, yozlaşma da artıyor.

Uyuşturucu cehenneminde lümpenleşmek kolaylaşıyor

Bununla beraber uyuşturucunun yaygınlaşması ve herkes için ulaşılabilir hale gelmesi, beraberinde lümpen bir insan tipi yaratıyor. Kötülüğün ve acımasızlığın karizmatik bir davranış gibi gösterildiği filmler ve egemen atmosfer, bu lümpenlik ateşine atılan odunlara dönüşüyor.
Böylelikle en trajik durumlarla hatta ölümlerle bile dalga geçen, insanların fiziksel görünüşleriyle ya da eksiklikleriyle alay eden insanlar çoğalıyor. Hatırlayın geçtiğimiz yıl, sosyal medyadan böylesi bir saldırganlığın kurbanı olan genç bir kadın intihar etmiş, sonrasında toplum timsah gözyaşları dökmüştü.

Ezcümle hem modern bir yaşamı, hem de daha alaturka yaşam biçimlerini kendine referans almış geniş bir çevrede dehşet bir çürüme yaşanıyor. Bu çürümenin toplumun ekonomik, kültürel, eğitimsel ve sosyal kodlarıyla oynayarak; ona gerici, çıkarcı, yozlaşmış, lümpen, saldırgan, bencil ve bilimdışı bir yaşamı dayatan ve bunu reva görenlerin ürünü olduğu açık.

Bu yüzden, toplumsal çürümenin önüne geçebilmek için, öncelikle bu çürümeyi yaratan ve dayatan siyasal İslamcı ve çıkarcı düzenin yok olması gerekiyor. Bu düzen değişmedikçe böylesi bir toplumsal çürümenin önüne asla geçilemeyecek.