“Sultan” ve “Çar”a uyarlanmış, Weberci bir otoriterlikle açıklanmaya çalışılan siyasi analizler sonuçsuzdur çünkü AKP’nin Suriye tutumu “inadın” ötesindedir

Siyasal patoloji: Çar, Sultan’a karşı mı?

KANSU YILDIRIM
@KansuYildirim

Türkiye ve Rusya arasındaki diplomatik gerilim, Rus savaş uçağının düşürülmesi hadisesi sonrasında askeri ve ekonomik gerilime evrildi. Rusya, IŞİD’in hava gücü bulunmamasına karşın, Lazkiye’deki Hmeymim hava üssüne S-400 füzelerini yerleştirme kararı aldı. Bunun dışında düşürülen SU-24 bombardıman uçaklarına avcı savaş uçaklarının refakat etmesi ve Akdeniz’deki donanmaya S-300 hava savunma sistemi taşıyan yeni bir kruvazörün dahil edilmesi kararları alındı. Rus savaş uçakları için potansiyel tehdit oluşturan tüm hedeflerin vurulacağı duyuruldu.

Ekonomik alanda ise, Rusya ticaret, turizm, istihdam, lojistik ve gıda sektörlerinde Türk mallarına ilişkin yaptırım ve ambargo kararı aldı. Putin’in “Rusya Federasyonu’nun ulusal güvenliğini sağlamak ve Rusya Federasyonu vatandaşlarını yasadışı faaliyetlerden korumak için Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, özel ekonomik önlemlerin uygulanması” isimli kararnameyi imzalamasıyla, Türk vatandaşlarını işe alma yasağı, Türkiye’ye ait kuruluşların Rusya’da çeşitli faaliyetleri uygulamasına yasak veya kısıtlama, Rusya’ya vizesiz girişin durdurulması, Türkiye’ye tur paketi satışının yasaklanması gibi pek çok tedbir hayata geçirildi.

Diplomatik, askeri ve ekonomik alandaki gerilimin ve yaptırımların geldiği nokta, uluslararası toplantılarda kimi ülkelerin arabuluculukları vasıtasıyla yatıştırılmaya çalışsa da tırmanıyor. Bu süreçte, hâkim liberal söylem, Türkiye-Rusya gerilimini kendi bakış açısını dayatarak yorumlamaya teşvik ediyor. “Uçağın düşürülmesi” imajıyla sınırlandırılan kriz, iki “otoriter” figürün hasmane tutumuna indirgenerek, uluslararası krizin yapısal nedenleri silikleştiriliyor. Jeo-politik dengeler, siyasal İslam projesinin akıbeti, Suriye’nin fiziki ve beşeri coğrafi durumu, IŞİD, petrol ve silah ticareti gibi pek çok faktör yerine Rusya’nın “Çar”a, Türkiye’nin ise “Sultan”a endekslendiği bir kılavuz oluşturulmaya çalışılıyor.

Dış politika konusunda Foreign Policy dâhil önemli yabancı yayın organlarında çıkan “The Czar vs. the Sultan”, “Czar Putin and Sultan Erdogan”, “A Syrian deal between Tsar Putin and Sultan Erdogan” gibi analizler, hatalı ve kısır döngüye itecek bakış açısına birer örnektir. Hâkim liberal söylemin “tarihi insan-özne yapar” prensibinden hareketle Türkiye ve Rusya arasındaki gerilim, kapitalist devletler arası ilişkiler, kişilerle, daha da vahimi liderlerinin karakteristik özellikleriyle özdeşleştirilmektedir. Bu da Suriye’nin Esad, Türkiye’nin Erdoğan, Rusya’nın Putin nedeniyle Suriye denkleminde yer aldığı görüşünü yerleşikleştirmektedir.

Siyasal ve yöntemsel patolojiye yol açan liberal perspektif, hem Esad’ın hem Erdoğan’ın hem Putin’in hem de hegemon devletlerin Ortadoğu’ya ilişkin emperyalist stratejiler sonucunda konumlandıklarını atlamaktadırlar. Birkaç yıl önce Beşşar Esad’a Sunday Telegraph’a verdiği röportajda “Suriye bölgenin fay hattı, zeminle oynarsanız, deprem olur” sözünü söyleten yapısal koşul, aynı şekilde Putin’e “IŞİD’le mücadele Esad’sız olmaz” dedirtmiştir. Hâkim liberal söylem Esad-Putin ilişkisini sempatiklik, benzerlik, vb. hayali düzlemden kursa da, devletlerarası ilişkiler bağlamında, çıkarların karşılıklılığı esastır. Suriye yönetimi, ülkenin devlet ve toprak bütünlüğü, cihatçı teröristlerden arındırılması, hegemon devletlere karşı elini güçlendirme gibi nedenlerle “egemen devlet” statüsüyle Rusya’dan yardım talep etmiştir. Rusya ise, Putin’in hırslarından ziyade, Akdeniz’de konuşlanma, ABD’nin Ortadoğu’ya dair oluşturmaya çalıştığı kompozisyonu bozma, Rusya’ya dönme ihtimali olan IŞİD’teki cihatçılara karşı Suriye’nin “egemen”liğini ve IŞİD’e karşı mücadeleyi gözetmektedir.

Uluslararası hukuk boyutundan siyasi ve askeri jeo-stratejik etkenlere dek, çok-parçalı denklemde liderlerin karakteristiklerine sıkıştırılan açıklamaları veya tutumları, dışsaldır ve konjonktürce şekillenmektedir. Tıpkı Erdoğan’ın ki gibi. Erdoğan’ın Suriye konusunda “Cuma namazını Şam’da kılacağız” minvalindeki özgüvenli açıklamalarından “Esed’siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir” şeklindeki ikircikli açıklamalarına götüren yol, Rusya’nın varlığıyla birlikte, bölgenin dinamikleridir. Bir “Sultan”ın hükümranlığından ziyade, ABD’ye endekslenmiş “sözcülük”ten bahsedilebilir. Çünkü ABD’nin uzunca bir süredir Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığından rahatsız olmasına karşılık, uluslararası hukuk açısından doğrudan yaptırım veya harekete geçme imkânı bulunmamaktadır. Bu nedenden ötürü ABD’nin, Rusya ve Suriye’ye karşı harekete geçmesini kolaylaştıracak gerekçelere ihtiyacı vardır.

ABD’nin Suriye’ye dair planlarının yeni olmadığı malumumuz. Julian Assange WikiLeaks belgelerine dayanarak “Suriye’de Beşşar Esad’ı devirme planı iç savaş başlamadan yıllar önce ABD’nin gündemindeydi” iddiasına kitabında da yer vermişti. Yeni olan, Rusya’nın müdahilliğini kısıtlama noktasına ABD’nin AKP’yi görevlendirerek savaşa farklı bir boyut kazandırmasıdır. Şu ana kadar “proxy war” olarak tarif edilen, Suriye’deki “vekâlet savaşı” Rusya’nın askeri varlığıyla birlikte Türkiye’ye kaymıştır. ABD ve Rusya’nın karşılaşma mekânı haline gelen Türkiye, bu anlamda, Batı’nın ve Rusya’nın hegemonluğunun diplomatik ve askeri olarak test sahasına dönüşmüştür. AKP’nin Rus savaş uçağının düşürülmesine yönelik açıklamaları gözetildiğinde, bir “Sultan”ın dirayetinden ziyade, uluslararası dengelere duyulan güvenden ve NATO’ya referansla Türkiye’nin Batı tarafından savunulacağı inancından söz edilebilir. Bu açıdan AKP’nin Osmanlı’nın yıkılış sürecindeki dış politikasını andırırcasına, uluslararası güçler arasında saf tutmak ve çatlaklardan yol bulma stratejisine benzer bir izleği takip ettiği söylenebilir.

“Sultan” ve “Çar”a uyarlanmış, Weberci bir otoriterlikle açıklanmaya çalışılan siyasi analizler sonuçsuzdur çünkü AKP’nin Suriye tutumu “inadın” ötesindedir. Suriye’ye dair Körfez ülkelerinin planlarını ve ABD gibi hegemon devletlerin çıkarlarını sentezlemeye çalışan bir AKP dış politikası söz konusudur. AKP’nin siyasal varlığının akıbetinin dışarıdaki bir ucu Suriye siyasetine endekslenmiştir. Rusya’nın enerji yaptırımına karşılık Körfez’den Katar’la imzalanan sembolik doğalgaz anlaşması da bunun bir ifadesidir. “Ilımlılar”ın desteklenmesi, Rusya’ya karşı agresif tutum sergilenmesi veyahut “proxy war”a giden yol, uluslararası mecrada cereyan eden güç savaşımının tezahürüdür. AKP, Körfez’e ve Batı’ya imtiyazlar tanıyarak içeride ve dışarıda kuyruğu dik tutma gayretindedir.