Türkiye’deki mevcut siyasal kavga uzunca bir süredir bırakın parlamentoyu sadece, Salı grup konuşmalarında laf yarıştırmaya indirgenmişti. Sokağın sesinin tamamen kesildiği, sokakla siyasi partilerin temsil ilişkisinin berhava edildiği bir siyasal tablo vardı.

Siyasetin elitlerin elinden kurtarılması gerek

Yusuf Tuna Koç

Seçimlerin ardından yeni kabine, muhalefet partileri içerisindeki gerilimler ve ülkeyi bekleyen krizlerle dolu bir gündem içerisine girdik. Yenilgiye dair birçok tespit yapılsa da yarattığı atmosfer içerisinde henüz önümüzü göremiyoruz. SOL Parti MYK üyesi Bülent Forta ile muhalefetin siyasi hatalarını, eksiklerini, içinde bulunduğumuz atmosferi ve solun durumunu konuştuk.

Bundan iki hafta önceki seçim sonuçları muhalefetin hiç beklemediği şekilde sonuçlandı. Son iki aydır sürekli gündemi dolduran muhalefet liderleri açısından çok sessiz bir süreç içindeyiz. Bu yenilgiyi bekliyor muydunuz? Bu sessizlikten anlamamız gereken nedir?
“Bu sonucu bekliyor muydunuz” lafına çok kolay yanıt vermek mümkün değil. Taraflısı tarafsızı tüm anketler muhalefetin önde olduğunu gösteren bir ölçüm sundular bize. Sokaktaki tepkiler, mitingler, muhalefetin kazanma ihtimalini ve gücünü gösteriyordu. Bizim diğer gazete değerlendirmelerinden farklı olan yanımız, bunca yıl içerisinde devlete çöreklenmiş olan, orada kurumsallaşan, toplumun çeşitli katmanlarında güç ve çıkar odakları yaratmış olan bir iktidarın kolay devrilemeyeceği konusundaydı. Dolayısıyla, “alındı gidildi” benzeri bir söylem yerine ciddi bir mücadele çağrısı yaptık biz. Ciddi bir mücadele verilmezse pekâlâ rejimin devamıyla karşılaşabiliriz diye de ifade ediyorduk. Fakat özellikle son 10-15 günde anketlere göre muhalefetin pekâlâ kazanabileceğine dair bir algı doğmuştu. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, aday belirleme süreçlerinden, politik olarak seçim sürecinin ana temaları üzerinden, muhalefetin aslında çok da fazla yenme ihtimalinin olmadığını söylemek mümkün. Şimdi bir sessizlik var deniliyor, evet. Sonuç olarak ortada bir yenilgi var. Bu yenilginin aktörlerinin bundan sonraki siyasal hayattaki konumlanışlarına ilişkin bir sessizlik olarak da düşünmek gerek bunu. Örneğin Kılıçdaroğlu genel başkanlığa devam edecek mi? Ya da yerel seçimlerden sonra mı bir dönüşüm başlanacak? Ya da henüz performansları ölçülmemiş Deva Partisi, Gelecek Partisi gibi partilerin bundan sonraki politik yönelişleri ne olacak gibi derin sorular henüz cevaplanmamış olarak ortada duruyor. Bu sessizliği biraz buna bağlamakta fayda var. Anladığım kadarıyla onlar da kendilerini bir zafere inanmış görünüyorlardı. Şimdi aslında ortaya çıkan sonuç çok katmanlı bir sonuç.

Tek şekilde okumamalı. Bunlardan birincisi, bu seçim süreci aslında sadece sandıklarla ve verilen oylarla sınırlı bir süreç değil. Çok uzun bir süredir politik olarak Cumhur İttifakı kendi pozisyonunu Millet İttifakı üzerinde egemen kılarak tahkim etti. Tüm olup biteni de sandıkla okumak doğru değil. Neden? Birincisi, önemli bir muhalefet odağı olan Kürt muhalefetini düşünün. En karizmatik genel başkanları kadroları doğrudan kriminalize edildi, hapishanelere atıldı. Arkasından seçim barajı değiştirildi. %7’ye indirildi. Bu, %10 barajını aşsın diye HDP’ye verilen oyların aşağı çekilmesi gibi bir sonuç doğuracaktı. Bu hesaplandı. Yani bir siyasi mühendislik yapıldı. Seçimi yürütecek olan YSK, YSK yapısı, Erdoğan’ın üçüncü adalığına dair anayasal sorun, buna yönelik olarak hakimlerin kıdemli hakimlikten gönüllüye dönmesi vb bunlar aslında başlangıçtan beri seçim sisteminin değiştiğini gösterdi. Bir kesimi nötralize eden bir süreç olarak bunlar yaşandı. Bunun dışında alternatif olabileceği düşünülen adayla ilgili açılan komedi bir dava da onu adaylıktan elimine etti.

Sonuç olarak mevcut iktidar, muhalif birikim yaratabilecek olan tüm güçleri ve seçimi sevk ve idare edebilecek devlet kurumlarını kendine göre dizayn ederek seçime girdi. Bütün devlet ve propaganda olanakları kullanıldı. Hepimizin tanık olduğu gibi din ve milliyetçilik bir kara propaganda olarak seçimin gündemiydi. Muhalefet bunu tersine çeviremedi. Sadece ve sadece kendini Erdoğan karşıtlığıyla tek adam rejimine son verilmesiyle sınırladı. Toplumsal talepler bu seçimlerin ana motifleri haline dönüşemedi. Biraz da bunun üzerine düşünmek gerekiyor. Ama bardağın başka bir tarafı da var. Tayyip Erdoğan bütün referandumlar içerisinde, ilk kez birinci turda referandumu kaybetti. Başkanlığı kazanabilmek için yanına bugüne dek pek kaale almadığı tüm küçük güçleri toplamak zorunda kaldı. Artı kendi partisi de ciddi bir oy kaybına uğradı. Bunlar da ekonomik kriz ile düşünüldüğünde bir Pirus zaferi yaşandı diyebiliriz. 

“Muhalefetin tersine çevirebilmek için daha fazlasını yapması gerekiyordu” dediniz. Bu kısmı biraz açabilir misiniz?
Biz bunu senelerdir söylüyoruz. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’a karşı muhalefeti bir sağ programla ayağa kaldırabilmek mümkün değil. Başlangıçtan beri CHP sağa yanaştıkça, sağın tonları ve vurgularıyla konuştukça yeni alternatif bir yükseliş sağlayamadı. Sorunu sadece matematiksel bir birleşme ve Erdoğan’ın mevcut rejimiyle çelişki üzerinden kurdu.

 Ne bir ekonomik çıkış, ne barış konusunda bir siyasi program, ne kadınların taleplerine ne gençlerin taleplerine sahip çıkan bir siyasal program ortaya koyamadı. Güçlendirilmiş parlamenter sistem diye ifade edilen metni okuduğunuzda, son derece eklektik, bir parça devletçi bir parça neoliberal, bir parça kadın haklarını savunan bir parça başka tür dinsel özgürlüklerin kullanımına ilişkin talepler.. Örneğin ıskalanan Kürt sorunu gibi, ülkenin diğer demokrasi sorunu, partiler yasasının değişmesi gibi hiçbir köklü reformu kollamadan, sorunu sadece mevcut rejimin görünür zaafları üzerine kuran bir muhalefet izledi. Evet bugünkü mevcut rejim toplumun büyük bir kısmı tarafından onaylanmadı. Bu net görülüyor. Ama kerhen bir destek olduğu için, seçim hileleriyle yabancılara oy kullandırılmasıyla böyle bir sonuç ortaya çıktı. Ama muhalefet yeniden bir kuruluş ortaya koyabilecek bir performans sergileyemedi. Toplumsal talepler boşta kaldı. Yoksulların talepleri, kadınların talepleri, barış talebinde olan kesimler bu programda kendilerine yer bulamadılar. Sadece seçim sürecinin meşhur sloganıyla “cehennemin kapısının kapatılmasıyla” sınırlı bir muhalefet ortaya çıktı. Ama cennetin kapısının nasıl aralanabileceğine dair bir performans sergilenemedi. Burada bizim yıllardır söylediğimiz sağın argümanlarıyla sağa muhalefet edilemeyeceği, toplumsal talepleri sahiplenen bir sol hareket yükselmedikçe bu rejimin varlığını sürdüreceğini vurgulamaktı. Ortaya çıkan sonuç biraz daha tartışmalı. Kabinenin yapısına bakıldığında, seçim öncesi tartışmaların hepsi bir kenara bırakıldı. Bu da başka bir siyasal programla bugünkü mevcut iktidarı yenebilmenin mümkün olmadığını açıkça gösteriyor. 

Cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedildi ama bununla da kalmadı. Muhalefet meclis çoğunluğu hedefinde de başarısız oldu. CHP ciddi sayıda vekilini başka partilere dağıttı. HDP hedefinin çok uzağında kaldı. Bunun sebepleri hakkında ne düşünüyorsunuz, önümüzde nasıl bir tablo var?
Başkanlık seçimlerine geçilmesiyle birlikte parlamento zaten minimal bir yöne çekilmişti. Muhalefet parlamento çoğunluğunu almış olsaydı biraz daha başkanlık sistemindeki kriz noktaları daha çok ön plana çıkabilirdi. Ancak tabii ki CHP’nin özellikle içinde parlamentoya taşınmış olan, zihniyet olarak AKP’den çok farklı olmayan DEVA, Gelecek gibi partiler olması parlamentoda AKP zihniyetinin en fazla olduğu dönemi ortaya çıkardı. Bu da yeni bir rejim inşasında kolaylık sağlayacak. Buradan şöyle bir sonuç çıkabilir, çıkmalıdır da: Türkiye’deki mevcut siyasal kavga uzunca bir süredir bırakın parlamentoyu sadece Salı grup konuşmalarında laf yarıştırmaya indirgenmişti. Sokağın sesinin tamamen kesildiği, sokakla siyasi partilerin temsil ilişkisinin berhava edildiği bir siyasal tablo vardı. Siyasi partilerin sokağa etki edemediği, sendikaların gücünü yitirdiği, sadece kadın muhalefetinin yaşam tarzı konusunda bir direnci söz konusuydu. Dolayısıyla parlamenter siyasetle gerçek sorunlar üzerinden yükselen sokak siyaseti arasındaki açı farkı daha büyüyecek ve siyasetin kendisi başkan ve etrafındaki çeşitli bürokratlar katına çekilecek. Siyasal alanın daralması söz konusu olacak. Buna bir de muhalefetteki yılgınlığı ve küskünlüğü eklerseniz yukarıdan aşağı bir rejim inşası ile karşı karşıya kalacağız. Bunun en büyük problemi de mevcut kriz de bu kez doğrudan doğruya halkın çok daha büyük bedellerle üzerine yıkılacak gibi duruyor.

Bu karamsar atmosfer içerisinde solu nasıl görüyorsunuz? Seçim süreci ve sonrasına dair gözlemleriniz neler?
Solun bir değerlendirmesi buraya sığacak gibi değil. HDP-TİP ilişkisi, Sosyalist Güç Birliği, solun boşlukta bıraktığı toplumsal talepler, köklü ve özeleştirel bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Bir araya gelişin çok daha sağlam temellerden kurulması gerektiği ortaya çıktı. En net ifadeyle şunu söyleyebiliriz sol siyasetin en üst düzey elitlere çekildiği bir yerde kendisine çıkış yolu bulamaz. Dolayısıyla solun bugünkü en temel görevi toplumsal talepleri üstlenerek siyaseti toplumsallaştıran bir mücadeleye kendini hazırlaması denebilir.