Siyasetin en kirlisinin kol gezdiği coğrafyada roman yazmak
Shahzadeh N. İgual : Ortadoğu’da birey ya da toplumda değişim, gelişim ümidiyle sesini duyurmaya çalışan protest edebiyatın yeri hep önemliydi, çünkü sanatçılar siyaset ve sanatı birbirinden ayırabilecekleri kadar ulaşamadılar hayallerine. Ben de bir şeylerin bilinmesini isteyip, değişim üzerine düşündürmek için yazıyorum.
BUSE İLKİN YERLİ
Geçen günlerde yayımlanan İsfahan’ın Gözyaşları romanı ile dikkat çeken yazar Shahzadeh N. İgual ile edebiyatı, romanlarının merkezinde yer alan siyaseti, Türkçe yazmanın zorluklarını konuştuk.
Romanlarınızdan politika hiç eksilmiyor. Sanat, politik bir uğraş mıdır?
Yakın dönem siyasetini anlatmadan, Ortadoğu’da geçen hikâyenizin gerçeklerini yansıtamayabilirsiniz. Siyasetin en kirlisinin kol gezdiği bir coğrafya hakkında üretiyorsunuz çünkü. Ortadoğu’nun çok başarılı sanatı, resimden şiire, sinemadan heykele, müzikten romana çok acı yüklüdür. Her eserde biraz siyaset vardır. Sanat ve politikanın arasında kuvvetli bir bağ var zira. İkisi de toplumsal olgular. Edebiyat topluma hitap ederken politikadan çok beslenir. Şiirler, öykü ya da romanların hele de gerçek yaşamları anlatıyorlarsa, politik olmama şansları var mı? Ortadoğu’da birey ya da toplumda değişim, gelişim ümidiyle sesini duyurmaya çalışan Protest Edebiyatın yeri hep önemliydi, çünkü sanatçılar siyaset ve sanatı birbirinden ayırabilecekleri kadar ulaşamadılar hayallerine. Ben de bir şeylerin bilinmesini isteyip, değişim üzerine düşündürmek için yazıyorum. Ütopya peşinde değilim üstelik. İran’ın Batı tarafından yaratılan şeytani imajını nasıl değiştirir, Türkiye’nin de içine doğru itilmekte olduğu aynı yalnızlığı nasıl sona erdirebiliriz? Bence haberdar olarak, haberdar ederek. Ben haberdar etme vazifemi naçizane kalemimle yapmaya gayret ediyorum, edebiyat dökülüyorsa satırlarıma, ne mutlu bana…
Aşk romanı İsfahan’ın Gözyaşları artık raflarda. Arka kapağında aralarında yüzyıllar bulunan iki aşk ve insanoğlunun kendine yarattığı engellerden bahsediliyor. Biraz açabilir misiniz?
Ortadoğu’da doğup büyüyen ve yaşayan bir kadın olarak, siyasetin kötü etkilediği hayatlardan birini de ben yaşıyorum çocukluğumdan bu yana. Gayet tabii yazdıklarıma da yansıyor bu. İran - Irak Savaşı’nda çocukluk yıllarında istemediği halde ailesiyle birlikte İran’ı terk etmek zorunda kalan bir genç kadının seneler sonra İran’a dönerek ailesinin eski yaşamına dair izleri sürmesi ve beklenmedik bir aşk çıkmazına düşmesiyle başlıyor roman. Paralel hikâyedeyse üç yüz yirmi yıl önce kültürel engeller nedeniyle benzer bir imkânsız aşka düşmüş iki genç İranlıyı tanıyoruz.
Hiçbir dinde yazılı olmayan ve nispeten gelenekçi, mütedeyyin ailelerin yarattığı tabuların başında kızların bekareti ve muhakkak erkeğin lehine olması gereken yaş farkı geliyor. Üstelik Tanrı’nın ademoğluna bahşettiği en büyük hediye olan aşk, kimi zaman farklı inançlara sahip âşıkların hayatlarına dahi mal olabiliyor. 17. yüzyılda İsfahan’da yaşanan Elizabet ile Yaver’in aşkı hem Hıristiyan ruhbanların bekaret tabusuna hem gençlerin farklı dinlere mensup olmalarına kurban edilirken, 21. Yüzyıl aşkı Ely’nin evlenip boşanmış ve âşığı genç adamdan birkaç yaş büyük olmasının kurbanı oluyor. Benim protesto yöntemim ise bu tabuları ve neden oldukları yıkımı kaleme almak.
Okuyucularınız, önce çeviri roman okuduklarını zannettiklerini -ki zaten bazı kitabevleri eserlerinizi dünya edebiyatı raflarında sunuyormuş- ve sürükleyici bir tarzınız olduğunu söylüyor. Ana dili Türkçe olmayan bir yazar için Türkçe edebi eserler vermek zor mu?
-Bu tamamen ailenizin hayat tarzına bağlı olsa gerek. Anneniz sizi elinizden tutup tiyatrolara götürmüş, başlarda hiç anlamadığınız Türkçe dilinde yüzlerce tiyatro eseri izletmiş olabilir. Kendi lisanınızda okuduğunuz dünya klasiklerini sonra Türkçe çevirilerinden tekrar tekrar okumuş olabilirsiniz. Ve aslında bana göre en mühim etkenlerden biri de bizim Türkiye’ye geldiğimiz yıllarda haberleri Tuna Huş gibi güzel Türkçe konuşan insanların sunmasıydı. Kusursuz konuşup yazmak zengin kelime hazinesine olduğu kadar dilin vurgusunun, matematiğinin öğrenilmesine de bağlı. İlk romanıma sosyal medyadan gelen bir yorum şöyle diyordu: “Başından sonuna, boğazım düğümlenerek. Bir de kitabın okuyucuyu havaya sokan bir dili var, hani Farsça biliyormuşuz da Farsçadan okuyormuşuz duygusu uyandırıyor.” Türkçe yazarken bir yandan derin duyguları aktarıp diğer yandan iki dil arasındaki güçlü bağı yansıtabildiysem, bu beni sevindirir. Türkçe gazete makaleleri, sosyoloji, tarih hatta filoloji makaleleri, kitaplar yazan yabancı gazeteciler ve bilim insanları azımsanmayacak sayıda ancak kendisi için yabancı lisan olan Türkçe dilinde edebi eserler veren ilk ve henüz tek romancı olmak koltuklarımı kabartıyor. Türkiye Yazarlar Sendikası üyeliğim ise gurur kaynağım.
Romanlarınızda edebi alıntılar var, klasik ve muasır İran edebiyatından, çağdaş Türk şiirinden. Nâzım Hikmet ise tüm eserlerinizde, neden?
İran klasik edebiyatı hem modern İran edebiyatı hem de dünya edebiyatına yön verdi. Romanlarımı İran klasik edebiyatından alıntılarla süslemekten haz alıyorum. Muasır ediplerin satırlarına atıfta bulunmayı ise hem aynı sebeple hem de onları biraz olsun tanıtabilmek için seviyorum. Nâzım’a gelince, daha Türkçe bilmeden, parmak kadar bir kız çocuğuyken başladı benim Nâzım sevdam. Nâzım’ın hasreti, aşkları ve isyanı benim kimi hislerime tercüman oluyor her daim. Nâzım, romanlarımda hep bir köşede durur lakin bazen bir mısra ya da bir dizesiyle sayfalarımı taçlandırır.
Mesela Tahran’ın Kırmızı Sirenleri: “’Lütfen dikkat!’ diye anonsa başlayan hanımefendinin ne dediğini anlamasam da kimin dilini konuştuğunu biliyordum! Çok seneler sonra uğruna okuldan uzaklaştırma cezası alacağım Nâzım’ın lisanındaydı duyduklarım, duyup da hiç anlamadıklarım...” kelamlarıyla başlayıp, “... Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman...” diye yine Nâzım’la biter. Rolls Royce’u Taramışlar Baba’da kavuşulamayan bir aşkın hüznünü “Tahir ile Zühre Meselesi” ile daha da derin hissederiz. İsfahan’ın Gözyaşları’nda da birkaç sözcükle bir ayrılığı betimler Nâzım: “Sarıldılar, bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere, ayrıldılar...”
İsfahan›ın Gözyaşları’nda tarihi mekânlar da var. Çift katmanlı bu romanın arka planının etkisi okuyucunuzda nasıl oldu?
Okuyucular hemen bavullarını toplayıp, İsfahan’a gitmek istemişler, öyle yazdılar. Neredeyse kurulduğu ilk günkü gibi korunan Julfa Mahallesi ve Katerina Manastırı büyük ilgi çekti. Tamamlanması birkaç Safevi kuşağı süren Nakş-ı Cihan Meydanı ve çevresindeki tarihi cami, saray, çarşı ve kervansaraylarla, Kaşan’daki Sialk Tepesi çok merak uyandırdı. “Shahzadeh N. İgual›le İsfahan’ın Gözyaşları’nın İzinde” İran’a yolculuk planları, salgın kısıtlamalarının yumuşamasını sabırsızlıkla bekler oldu. Sonbaharda ara verdiğim “İran›a Edebiyat Yolculukları” projesini ise sürpriz yeni isimlerle sürdürebileceğim ümidini taşıyorum şimdi.