ÇEDES İslami yaşam tarzını doğrudan dinsel özneler üzerinden okula taşırken, geçen hafta açıklanan müfredat da bu yaşam tarzını yeni derslerle zihinlere işlemek istiyor.

Sizin “eğitim” dediğiniz…

Nejla Doğan - Eğitimci, Yazar

Kuşkusuz son 20 yılda eğitimin baştan aşağıya dinselleştirilmesinde en çok rol oynayan isimlerden biri, geçmişin MEB müsteşarı bugünün eğitim bakanı Yusuf Tekin’dir. Basit bir araştırmayla Tekin’in bakanlığı öncesinde hangi laiklik karşıtı uygulamalara imza attığı görülecektir. Tekin’in altı aylık milli eğitim bakanlığı ise bu süreci daha da radikalleştirecek bir ajandayla göreve geldiğini gösteriyor. Hatırlanacaktır, Tekin görevine karma eğitimi tartışmaya açarak başlamıştı. O günden bugüne geçen altı ayda, zorunlu “seçmeli” derslerin yeniden yapılandırılması, ÇEDES projesinin tüm ülkeye yaygınlaştırılması, müfredattaki dinsel içeriklerin daha da yoğunlaştırılması gibi birçok adım attı. Son olarak da meclis kürsüsünden tarikat-cemaatlerle yapılan protokolleri savunarak, bu protokollerin devam edeceğini ilan etti. 

Tüm bunlar artık okullarda dinsel bilginin aktarılmasının da ötesinde uygulamaların hayata geçirildiğini; İslami yaşam biçiminin, giyim tarzının ve davranış kalıplarının adeta birer rol model olarak sunulan imamlarla, vaizlerle, tarikat üyeleriyle okul iklimine dahil edilmeye çalışıldığını gösteriyor ve bu dayatma normalleştirilmek isteniyor. 

*** 

Bu yıl tüm kademelerde uygulanmaya başlanan ÇEDES projesi tam da böyle bir amacın yansıması. MEB ile Diyanet arasında yapılan protokole göre ÇEDES etkinlikleri okulların yanı sıra Diyanet Gençlik Merkezlerinde ve “ÇEDES Uygulama Merkezleri” olarak adlandırılan, ama tanımı ve yeri belirsizlik taşıyan mekânlarda yapılabiliyor. Böylece bir yandan din görevlileri okul ortamının bir parçası haline getirilirken, bir yandan da öğrenciler başta bulundukları ilçenin müftülüğü olmak üzere Diyanet’in çeşitli birimleriyle ilişkilenmek, onların etkinliklerinde yer almak durumunda kalıyor. Proje kapsamında okullarda “Değerler Kulübü”nün kurulması, kulüp öğrencileriyle kamp, piknik, ramazan programı, iftar yemeği gibi etkinliklerin, “milli, manevi ve ahlaki” konularda seminerlerin düzenlenmesi isteniyor, öğrencilerin Diyanet’in düzenlediği etkinlik ve şenliklere katılması bekleniyor. Son birkaç haftada basına yansıyan haberlerde bu etkinliklerin öğrencilerin cami temizliğine götürülmesi de dahil tam bir keyfilik ve hukuksuzlukla gerçekleştirildiğini; üstelik “gönüllülük esastır” denilse de özellikle taşrada tüm öğrencilerin etkinliklere katılmak zorunda bırakıldığını görüyoruz. 

ÇEDES’le ilgili gözden kaçan en önemli konulardan biri ise Değerler Kulübünde yer alan öğretmenlerin de Diyanet’le çalışmaya zorlanması, Diyanet’e tabi hale getirilmesi. Oysa eğitim emekçilerinin gerici bir projenin parçası haline gelmesi, öncelikle görev tanımlarını aşan bir müdahaledir ve kabul edilemezdir. Bunun da ötesinde öğretmenin mesleki özerkliğini ve onurunu çiğneyen, onu pedagojik yetkinliği olmayan din görevlileriyle eşitleyen, itibarsızlaştıran bir uygulamadır. Herhangi bir öğretmen ne dayatılan bu görevleri kabullenmek zorundadır ne de görev ve yetki alanını bir din görevlisiyle paylaşmak durumundadır. 

ÇEDES İslami yaşam tarzını doğrudan dinsel özneler üzerinden okula taşırken, geçen hafta açıklanan müfredat da bu yaşam tarzını yeni derslerle zihinlere işlemek istiyor. İlk ve ortaöğretim programına dahil edilen Adabımuaşeret, Ahlak ve Yurttaşlık Eğitimi, Düşünme Eğitimi, Görgü Kuralları ve Nezaket, Sosyal Sorumluluk, Türk Sosyal Hayatında Aile vb dersler, bireyin günlük yaşamındaki davranışlarını doğrudan dinsel bilgi üzerine inşa etmek isteyen bir yaklaşıma dayanıyor. Toplumun düşünsel ve davranışsal kodlarındaki temel referansın İslam olduğunun iddia edildiği; basit görgü kurallarının, yaşam becerilerinin, sosyal sorumlulukların dahi dinsel kaynaklarla temellendirildiği; dürüstlük, adalet, saygı gibi erdemlerin ayet, sure ve hadisler üzerinden kavratılmaya çalışıldığı; insanın yapabileceklerinin fıtratıyla sınırlı olduğunun altının çizildiği bir program söz konusu olan. Üstelik bu derslerin açılabilmesi için bazı kültür derslerinin programdaki ağırlığı azaltıldı. 

Bu tabloyu bütünleyen seçmeli dersler konusu da altı aylık icraatın önemli bir parçası. Yıllardır zorunlu din derslerinin yanı sıra “seçmeli” din derslerini almak zaten birçok okulda dayatma haline gelmişti. Ancak bazen velilerin mücadelesi bazen de okuldaki idareci ve öğretmenlerin inisiyatifiyle bu dersler yerine bilim-sanat dersleri açılabiliyordu. Tekin’in ilk icraatlarından birisi, bu inisiyatifin ortadan kaldırılması oldu. Bugün her öğrencinin “Din, Ahlak ve Değer” dersleri grubundan en az bir dersi, yine yukarıda sözü edilen derslerden en az birini seçmesi zorunlu hale geldi. Böylece adı “seçmeli” olan dersler, kaçınılmaz bir yaptırıma dönüştü. 

*** 

Bütün bunlar elbette AKP’nin, AKP ile bütünleşmiş tarikatların, cemaatlerin ve sermaye gruplarının istediği bir insan profilini yaratmak için yapılıyor. Nedir bu profil? Yurttaşların yurttaşlık niteliğini yitirdiği; ekonomik eşitsizlikleri sorgulayamayacak, hatta bunları “doğal” ve “meşru” görecek hale geldiği; laiklik, hukuk devleti, sosyal adalet, demokrasi gibi kazanımları unuttuğu; kendisi için tanımlanmış “kader” ve “fırtrat”a rıza gösterdiği, sorgulamayan, şüphe duymayan, dinle avutulan kitlelere dönüşmesi, bir anlamda köleleşmesidir. Azınlığın çoğunluğu tahakküm altına almak için, “bizi biz yapan değerlerimiz”, “milli irade” diye pazarladığı “eğitim” tam olarak budur. 

“Cumhuriyetle hesaplaşmak” ya da “rövanş almak” söylemlerinin artık hafif kaldığı bu tabloda söz konusu olan Cumhuriyet’in tümüyle çökertildiği bir makas değişikliğidir. Ancak 1950’lerden itibaren uygulanan tüm İslamizasyon politikalarına rağmen bu ülkeden kesip atamadıkları ilerici, Aydınlanmacı damar hâlâ önemli bir çoğunluğa sahipken, tarikatçı yaşamın toplumdaki karşılığı tüm dayatmalara karşın oldukça sınırlıdır. O halde bugünün temel sorunu ve sorumluluğu, çoğunluğu oluşturan ilerici potansiyeli bir araya getirmek, yurttaşların anayasal laik eğitim hakkına ve okullarına sahip çıktığı meşru mücadeleyi örgütleyebilmektir.