Mümtaz Soysal'dan Nazlı Eray'a, Tanıl Bora'dan Sevin Okyay'a, Vivet Kanetti'den Enis Batur'a, Ali Nesin'den Ömer Laçiner'e kadar farklı dünyaların her biri kendi çapında tanınmış 40 simasına sormuşlar: "Sizin kahramanınız kim?"

İlter Türkmen'den Yılmaz Erdoğan'a, Sami Selçuk'tan k.İskender'e, Ömer Madra'dan Güler Sabancı'ya, Mümtaz Soysal'dan Cüneyt Arkın'a, Unsal Oskay'dan Rıdvan Dilmen'e kadar uzanan farklı dünyaların her biri kendi çapında tanınmış 40 simasına sormuşlar: "Sizin Kahramanınız Kim?"

Bazıları bu soruya "kahramanca" bir direniş göstererek karşılık vermemiş. Gerekçeleri şu; "kahramanlar otoriteyi temsil eder, o yüzden benim kahramanım yok." İlk bakışta makûl ve fiyakalı bir yanıt gibi gözükse de otoriteyi simgelemeyen kahramanların varlığını inkâr ettiğinden yanlış. Mesela Deniz Gezmiş, mesela Karıncaezmez Şevki, mesela Evliya Çelebi hangi otoriteyi simgeliyor diye sorulabilir.

Soruyu tersinden anlamayıp bu çabada kitaba katkıda bulunanların oluşturduğu "kahramanlar galerisi" sonuç olarak kalıcı, faydalı ve vefalı bir kitaba dönüşmüş. Ayrıca Semih Poroy, 40 kişinin 40 kahramanını çizgileriyle canlandırarak adeta kitaba bir kitap daha eklemiş.

Okur bu kitapla buluştuğunda ister istemez soruyu kendine sorulmuş gibi algılıyor ve kendi kahramanlarıyla "başkalarının" kahramanlarını karşılaştırıyor. Kitabın katılımcılarından bazıları seçimleriyle insanı şaşırtıyorlar: Mesela Coşkun Aral kendine kahraman olarak Erzurumlu İbrahim Hak-kı'yı seçmiş. Dünya çapında tanınmış foto-rö-portajcı Aral'ın kendine kahraman olarak üç asır önce yaşamış bir "ulemayı" seçmesi ilk bakışta insana 'ne alaka' dedirtiyor. Oloıyunca öğreniyoruz ki, meğer Erzurumlu İbrahim Hak-kı'nın mezarı, Aral'ın çocukluğunu yaşadığı Si-irt'in Tillo ilçesindeymiş ve o arkadaşlarıyla her-gün bu muhterem insanın türbesinde buluşup oynarmış. Erzurumlu İbrahim hacca giderken geçtiği Tillo'nun yıldızlı semalarına öylesine çarpılmış ki, bir daha bu diyardan kopamamış. Aral "merak ve keşif" güdülerinin onun harekete geçirdiğini söyleyerek bağlamış sözünü.

Celal Şengör kendine kahraman olarak kimi seçmiş dersiniz? Bildiniz, tabii ki bir askeri. Onun kahramanı; Yeşilköy'deki 223. hava nakliye ve bombardıman filosunun komutanlığını yapan Hava Pilot Binbaşı Nuri Koyuncuoğlu. Beş yaşındayken tanışmışlar. Aile dostları bir general bu iyi eğitilmiş, iyi beslenmiş sevimli delikanlıyı 223. Filonun maskotu ilan etmiş, yıl 1960. Üniformalar dikilmiş, göğsüne pırıl pırıl pilot bröveleri takılmış beş yaşındaki 'pilot üsteğmene' makam aracı dahi tahsis edilmiş. Her sabah evlerine gelir, makam şoförü Mehmetçik onu kucağına alır, arka koltuğuna oturturmuş. İçtimada adı okunduktan sonra 'mesai' başlar-mış. Mesai dediği subaylar arasında koşuşturmaca, oyun.

Bir gün hayranı olduğu Binbaşı Nuri kendisini makam odasına çağırtmış. Masanın üzerinde bir bayrak duruyormuş. "Üsteğmen! Koy bakayım elini bayrağın üstüne" demiş. Dediğini yapmış. Yüksek sesle sormuş, "sen vatanın için ölür müsün?" Bizimki hiç tereddütsüz, "Ölürüm Binbaşım!" demiş. Ardından bir ağızdan Hava Harbiyelilerin andını içmişler. O gün bugündür Şengör'ün kahramanı askerler.

Mümtaz Sosyal'ın kahramanı da Şengör'ün kahramanı gibi tahmin edilebilir cinsten. Kim olacak, tabii ki Rauf Denktaş. Hocaların Hocası kanımca çok anlamlı bir fırsatı kaçırdı, mesela gönlümden geçen onun bize soyadıyla ölen Sevgi Soysal'ı anlatmasıydı. Ama o Denktaş'a dair bildik teraneleri tekrarlayan bir methiye düzmeyi tercih etmiş, sanki bir borç öder gibi. Korkuluk güzellemesi.

"Sizin Kahramanınız Kim?" kitabının yazarları hep bu memleketten isimler seçerken içlerinden sadece biri bir 'yabancıyı' kendine kahraman seçmiş ve onu anlatmış; "Kudüs Fatihi" Se-lahaddin Eyyübi'yi kim seçer? Tabii ki Mehmet Şevket Eygi. "İslami estet" Eygi. Onun bu tercihinde kinaye "haddinden fazla laiklere" yönelik. Hıncı ta çocukluk yıllarına kadar gidiyor. Galatasaray kökenli olduğu halde bir türlü o franko-fon masonik dayanışma içinde yer bulamaması ona Kudüs'ü kıble yapmış olmalı.

Tercih gerekçesine gelince, efendim Haçlılar Kudüs'ü alırken çok kan dökmüşler, hâlbuki Eyyübi ancak 88 yıl süren bu "Hıristiyan zulmüne" son verirken, sivillere hiç dokunmamış, yağmaya izin vermemiş ve (çok sonraları Fatih'in de İstanbul'un fethinde yaptığı gibi) kiliseleri kapatmamış. Az şey değil ve anlaşılır. Halbuki Mehmet Şevki Bey'e 6o'h ve 70'li yıllarda as starı olduğu kışkırtma gazetesinin velinimeti Süleyman Demirel'i anlatmak daha yaraşırdı ama o, bugün bu iktidar altında Demirel'i anmanın cami duvarına işemek olduğunu herkesten daha iyi bilir.

Bu güzel kitaptan üç örnek daha sunarak bağlayalım muhabbetimizi, bir kötü örnek, iki de iyi. Hamdi Koç, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı kahraman seçmiş kendine. Aslında onun yazısına bütünüyle kötü demek haksızlık olur, çünkü Koç yazısında artık genelleşmiş bir yanlışı düzeltiyor. Evet, yazdığı gibi Tanpınar denince ilk "Huzur" adlı romanını hatırlayanlar yanılıyorlar. Tanpınar denince akla önce "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" gelmeli.

Fakat gıcık olduğum Tanpınar'dan sözederken sergilediği "senli-benli" hali. Sanki akranı ve muhatabıymış gibi (ancak ölümünün ardından yüksek sesle dile getirilen) "kırtıpil" yakıştırmasını çoğaltması. Hıyarlık işte. Geçtiğimiz aylarda Zaman'daki köşesinde bu haltı Hilmi Yavuz da yedi.

Gelelim "Sizin Kahramanınız Kim?" adlı kitabı en güzel iki yazısına. Bunlardan birini Necdet Sakaoğlu yazmış; Balkan Savaşını, ilk Büyük Savaşı ve İstiklâl Harbini cephelerde geçirdiği halde tenezzülsüzlüğünden ne maaş ne de madalya peşinde koşmayan Amasrah Barutların Hüseyin'i mudaka okumalısınız. Ve nihayet asıl sürprize geldi sıra, bence kitabın en içten en güzel yazısını Cüneyt Arkın yazmış. Okuduğunuz zaman onun nasıl derin bir yoksulluktan geldiğini ürpererek öğreneceksiniz.