Soğuk hayaller dükkanı

ZİHNİ BAŞSARAY / zihnibassaray@gmail.com

Bence her şey olabilirdim. Mühendis, mimar, doktor, subay ya da pilot olarak kendi hayallerimde birçok kez yer aldım. Ailemin karşısına bir mimar olarak çıkmayı ya da makam arabasıyla evimizin önüne yanaşan bir subay olmayı defalarca hayal ettim. Ancak 6 yaşımdan 36 yaşına kadar geçen süreç, bana bunlardan hiçbiri olamayacağımı öğretti. Geride tümüyle yıpranmış bir zaman ve bu zamanın içinden geçen insanlar bıraktım. Yine de hayal kurmak güzeldi.

Hayal kurarken soğuğu bile hissetmiyor, bir gladyatör gibi kendimi onurlandırıyordum. Hayallerimi gerçekleştiremeyince, bu başarısızlığın hikayesini yazarak geçinmeye karar verdim. Büyük hatalarımı birer salaklıkla denkliyor ve bir boka benzemeyen bir skeç programına senaryolar veriyordum. Zaman içerisinde şakalarım o kadar da komik olmamaya başladı. Şakalar ucuzladıkça hayat pahalanıyor ve ev sahibi de bana karşı artık komik olmayan cümleler kuruyordu.

Bir Temmuz sabahı, henüz 2 senelik evli olduğumuz Tülin, evden taşınacağını söyledi. Aslında ikimiz de taşınacaktık çünkü ev sahibinin verdiği zamanın dolmasına yalnızca bir hafta vardı. Ancak Tülin’in planı benim olmadığım bir evde yaşamaktı. Tülin gittiği gün, gerçek ayrılıkların yazdığım senaryolardaki gibi olmadığını anladım. Sanırım insanlar böyle zamanlarda kararlarından dönmemek için normalde olduklarından daha gaddar bir kimliğe soyunuyorlar. Hiçbir şey söylemeden kapıyı çekip çıktı. Ben, evimizin bina boşluğuna bakan penceresinde sigara içiyor ve açacağım kitapçının hayalini kuruyordum. Delirmemek için ilerideki bir zamana sığınmaya muhtaçtım.

Lise yıllarımdan beri yaşadığım her çıkmaz olayda bu kitapçının hayalini kuruyor ve ona sığınıyordum. Ancak hiçbir zaman bunu yapacak cesaretim olmadı. Ailemin kabul edeceği bir iş bulmalıydım, evimi geçindirmeliydim ve esaslı bir yaşam inşa etmeliydim. Kitapçı açmak yerine bu gerçekçi hedeflere yöneldikçe aslında hiçbirini başaramadığımı anladım. Başaramamak da değil, uyumsuzluktu bu.

Tülin çıktıktan yaklaşık 20 dakika sonra kapı çaldı. Ev sahibi, bizden sonraki kiracılara evi göstermeye gelmişti ve yediği bokun farkında olan her insan gibi bana “aslında umrumda değilsin ama yine de insanlık ediyorum” gülüşü attı. Bir an durakladım. Hiç planlamadığım şekilde sırt çantamın içine birkaç eşyayı doldurup evden çıktım. Çıkarken de anahtarı ev sahibine verip “ben gidiyorum, ne bok yersen ye” dedim. Yıllardır görüşmediğim en yakın arkadaşım İbrahim’i aradım. Yatılı okul dostluklarını bozmaya zamanın gücü yetmezmiş hakikaten. İbo beni evine kabul etti, ben de yaşamaya başladım.

İbrahim pilot olduğu için güzel para kazanıyordu. Uçuşlardan arta kalan vakitlerde sohbet ediyor, eskileri konuşuyorduk. “N’oldu lan senin kitapçı işi?” dedi. Ben de durumu anlattım. Kitapçıya gelene kadar çok dert vardı. Ancak İbo birden ne kadar sermaye gerektirdiğini sordu. Ben yıllardır hayalini kurduğum şeyi zerre araştırmadığım için ancak birkaç gün sonra cevap verebildim. İbo da araştırmış, “gel lan ortak olalım, %60 benim, &40 senin, bu işte para varmış ben araştırdım” dedi. “Oğlum bak dalga geçme ayrıca kitap işinde ne parası var lan?” diye çıkışınca uzunca anlattı. O’nun dediğine göre ilerlersek para kazanabilirmişiz. Ertesi gün kabul ettim.

Mekanı ve para işlerini İbo çözdü. Ben de kitapları topladım. Logosuydu otuydu bokuydu derken “Puşkin Sahaf”’ın açılışına gün saymaya başladık. Çocukluğumdan beri o sabah hissedeceğim duyguyu, giyeceklerimi, mutluluğumu, coşkumu hayal ediyordum. Günler son hazırlıklarla oldukça yoğun geçerken bir taraftan da ben bütün varlığımı adadığım açılış sabahını bekliyordum. Bir gece öncesinde heyecandan uyuyamayınca birkaç kadeh şarap içip sızmayı bekledim. Bir ara gecenin köründe dükkana gitmeyi düşündüm ama o sabahki senaryoyu 20 yıl önce çizmiştim. Uyumadan sabahı edince güzelce hazırlanıp evden çıktım.

Tren istasyonuna yürürken boşlukta yürür gibi hissediyordum. Bulutların üzerindeymiş gibi mutlu değildim, gerçek bir boşluktan bahsediyorum. Tren perona yanaştı, yolcuları alıp kapıyı kapadı. Donup kalmıştım. Ne olup bittiğini anlayamıyordum. Böyle hayal etmemiştim. İçimde mutluluk ya da heyecan yoktu. Sadece koşarak uzaklaşmak istiyordum. Çığlık atarak gidebildiğim kadar uzağa gidesim vardı. Kendi hayalim bana ihanet ediyordu. Yıllardır saklandığım sığınağım başıma yıkılmış gibi hissediyordum. Hiçbir şey düşünmeden eve doğru yürümeye başladım. Merdivenlerden çıkıp dairenin kapısını açtım. Banyodaki kalorifer borusu tavana yakın bir yerdeydi. Kravatımı çıkarıp çözdüm. Bu yaşıma kadar her canım acıdığında üzerine koyduğum pamuk kaybolmuştu ve bir yenisini yaratacak gücüm yoktu. Kaybetmiştim. İntihar etmekle İbrahim’i aramak arasında gidip geliyordum. Aradım.

İbrahim’e durumu anlatınca “Senin aklına s.çayım Oktay. Tamam lan tamam ben bir işletmeci bulurum, geç açarız dükkanı, evde bekle beni.” dedi. İbrahim gelince uzunca konuştuk. Yüzüne utanarak bakıyor, kendimden bıkmış halde İbo’yu dinliyordum. Birkaç gün sonra da yine eski bir arkadaşımın ajansında metin yazarı olarak işe başladım. Şimdilerde “metrekaresi 3.000 TL’den başlayan fiyatlarla mutlu bir hayat” gibi cümleler yazıyor, düzenli olarak brief okuyorum. En büyük hayalini yok etmiş bir adam olarak kendime heybetli bir son yazamadığım için üzgünüm. Artık bu hayatta hiçbir şeyin benim istediğim gibi gitmeyeceğini biliyor ve inşaat şirketlerine slogan buluyorum. Sonuncusunu size söyleyeyim: “Tülin İnşaat, Bir Hayal Kadar Güçlü Gelecek”.