Avrupa’da yeni sol projesi tüm somut imkânlar içerisinde çözülürken, antitezinin başarılı olması da dikkate değer bir başka konu. Düzen siyasetinden özde değil sözde farklılaşan sol popülizm projesinin neden çöktüğü ve neofaşizmin neden yükseldiği soruları aslında aynı cevaba dayanıyor.

Sol popülizm çağının sonu
Fotoğraf: DepoPhotos

Yusuf Tuna Koç 

Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’in yazdığı Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Sovyetlerin yıkılışından henüz 6 yıl önce, gelecek 30 yılı etkisine alacak yeni solun temellerini attı. Özünde bu yeni sosyalist strateji; Althusser sonrası Fransız aydınlarının (Deleuze, Foucault, Ranciere, Badiou, Balibar) teorik olarak derinleştirdiği, iyimser bir Schmitt ve liberal bir Gramsci okumasının üzerine kurulu, söylev ve şemasını Lacancı psikanalizmin kavram setinden alan bir batı marksizminin, somut bir siyasi proje önerisiydi. Teoriyi yaratan temeller 30 yıl kadar geride aranabilirken, ancak bu dönemde somut, pratik bir öneri halini alabilmesinin sebebi ise kuşkusuz tarihsel koşullardı. Thatcher, Reagan, Pinochet, Evren-Özal, dünyanın her yerinde emperyalist kapitalizmin temsilcileri neoliberal düzeni inşa ederken sosyalist blok çökme sinyalleri veriyor, batı blokunda sınıf mücadelesi geriliyor, buna mukabil diğer toplumsal hareketler ise yükselişe geçiyordu. 

Bu yeni döneme cevap olarak Laclau ve Mouffe, değil sınıf temelli, sınıf partisi temelli bir cepheleşmeyi dahi tamamen reddederek, onun yerine dili, biçimi ve ittifakları devamlı değişim halinde kurgulanması gereken, bu şekilde henüz daha gerçekleşmemiş ihtimallere ve ortaklıklara kendisini açık tutan, çelişkiye göre mücadele yöntemlerini değil çelişkiye göre varlığını şekillendiren bir şema sunuyordu. Ana önermesi sınıf merkezciliğinin reddi olan bu şema, tarihsel gerçekliğini de gerileyen değil yükselen toplumsal hareketlerden yararlanma üzerine kuruyordu. Fakat dayanağı tarih olan bu yöntem, tarihsel maddeciliğe değil, post yapısalcı bir felsefi düşünme biçimi üzerine geliştirilmişti. Dolayısıyla, aynı bilgisayar kodundaki 1’ler ve 0’lar gibi, soyut temeller üzerine kurulu olumlama ve olumsuzlamalar üzerine inşa edilmiş bu teoride, kapitalizm kendinden menkul bir 0 oluyor, onunla çelişkili olan her müttefik, fenomen ve özne de 1’leri oluşturuyordu, hepsi birbiriyle aynı değerdeydi. -Oysa bazı 1’ler daha eşittir.  

0’lar ve 1’ler x’ler ve x˜’ler üzerine kurulu post yapısalcı felsefe, Schmitt’i de Lacan’ı da hatta Althusser’i de içerebilir. Ancak bahsedilen stratejik soyutlama, alt yapının maddi ve tarihsel belirlenimlerinden bağımsız kurulduğu için Marx’ı ve Lenin’i içermez.  

*** 

İçerdiği felsefi sorunlara dair tartışmaları ciltlerce kitapları bulan bu yeni sol teoriyi yeniden hatırlatma ihtiyacı, dünya solunun geçtiğimiz on yılına güvenli bir mesafeden bakmak için hasıl oldu. Bu bakışı derinleştirmek için de sol popülizmin, yalnızca medyatik isimler etrafında şekillenen hareketler olarak tanımlanamayacağı, Avrupa solunun, 1980’lerde neoliberalizmin inşasına karşı verdiği bir stratejik cevap olduğunu yeniden hatırlamak gerekiyor. Kuşkusuz, yeni sol tartışmaları yalnızca Laclau ve Mouffe’in ya da Negri’nin çalışmaları üzerine şekillenmedi. Aksine, neoliberal düzenin çatlaklarına verdiği yanıtların neticesinde bugün yeni solun veya sol popülizmin bitişinden bahsedebilme imkanı buluyoruz.  

Yunanistan ve İspanya’da, doğrudan krize ve kemer sıkma politikalarına karşı gelişen meydan eylemlilikleri üzerine iki yeni sol hareket yükseldi: SYRIZA ve PODEMOS. Tekrardan bu hareketlerin trajik öykülerine detaylıca girmeye gerek yok, fakat Mouffe ve Laclau’nun teorisinin tarihsel olarak sınandığı örnekler içerisinde en güncelleriydi. Söylem bazında yoksulluğa, işsizliğe, AB’nin borçlandırma politikalarına karşı itirazı meclise taşıma stratejisi içerisinde yükselse dahi bu iki hareket de hem örgütsel formları hem de siyasi stratejileriyle Mouffe ve Laclau’nun sol popülizm projesinin neredeyse kitaptan çıkma birer örneğiydi. İki parti de toplumsal hareketler üzerine yükselen, ancak bu hareketlere aşağıdan yukarıya bir halk örgütlenmesi ile değil, medyatik kişilikler ve farklı ittifakların şekillendirdiği, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmiş, popülist siyasi projelerle yanıt verdiler. PODEMOS, bir Pablo Iglesias partisi gibi hareket etti, SYRIZA ise zaten sınıf temelli bir taban radikalizminden örgütsel yapısı ve siyaset yöntemi ile kaçan, yumuşak karnı bol bir yapı olarak, hükümet döneminde de kendisini iktidara taşıyan sözlerinin hepsinden kolayca vazgeçerek kendisini imha etti. Sonucunda, ikisi de ülkelerinde kapitalizmin güncel sorunlarına yetkin bir karşılık üretememelerinin yanında, siyaseten de bütünlüklerini koruyamadı. Bugün SYRIZA Amerikan demokrat partisinin bir versiyonu olma yolunda, PODEMOS’tan geriye ise artık parti üyesi bile olmayan Yolanda Diaz’ın bakanlık sürecinde edindiği kişisel popülaritesi kaldı. 

Eski kıtadan biraz kuzeye gidersek, İngiltere’de Jeremy Corbyn, meydan eylemlerinden alışık olduğumuz kentli, genç bir tabanın üzerinden, radikal söylemleriyle yükselerek İşçi Partisi liderliğine kadar geldiİroniktir, Corbyn’i bitiren Brexit’e dair anlamlı bir pozisyon alamayışı oldu, PODEMOS’un elini en çok zayıflatan da Katalan sorununa dair kimseyi tatmin etmeyen duruşuydu. Laclau ve Mouffe’in diğer tüm toplumsal hareketleri öncülük olarak sınıfla eş değer tutan teorisi, pratikte en büyük darbeyi buradan yiyordu. Siyasal öznelerin üst yapısal bir soyutlamada belirlendiği yerde de başka 1’ler diğerine üstün geliyordu.  

Bu sonucun en dikkate değer örneklerinden biri de Fransa olsa gerek. Yıllardır en canlı toplumsal eylemliliklere ev sahipliği yapan ülkede, solun etkisi ise şaşırtıcı derecede zayıf. Önce yeni solun özneleri arasında olmayan, metropollerin çeperleri ve kırsalda, benzin fiyatlarına karşı harekete geçen sarı yelekliler, ardından ise yakın zamanda ırkçı polis şiddetine karşı kentin gettolarından meydanlarına çıkan göçmenler. Solun öznesiz bırakıldığı bir düşünsel zeminin somut karşılığı, Fransız solunun her iki taban radikalizmine de belirleyici veya yönlendirici bir katkı sağlayamaması oldu. Öbür yandan ‘yeni geleneksel solu’ bir yana bırakırsak, yine son dönemde emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı sendikaların örgütlediği eylemler ülke gündemine oturmanın yanında somut karşılık da aldı. Fakat tüm bu toplumsal hareketlilik içerisinde, Melanchon’un liderliğindeki sol ittifakın toplumsallaşamaması, seçimlerde ancak Le Penn'e karşı kerhen Macron’u yeniden seçtirmek zorunda kalması, yine hareket ve siyaset arasında doğru bağları kuramayan bir düşünsel zemini önümüze koyuyor. Fransa’da Populus var ancak Popülizm yok. 

*** 

Avrupa’da yeni sol projesi tüm somut imkanlar içerisinde çözülürken, anti tezinin başarılı olması da dikkate değer bir başka konu. Düzen siyasetinden özde değil sözde farklılaşan sol popülizm projesinin neden çöktüğü ve ‘sağ popülizm’ diye kibarlaştırılan neofaşizmin neden yükseldiği soruları aslında aynı cevaba dayanıyor. Önceliği sınıf mücadelesi olmayan bir siyasi proje, ancak egemen siyasal zemini güçlendiriyor ve kendisini imha etmeye mahkum oluyor. Birleştirici değil, farklılıkların somutluğuna dayalı bir siyasi okumanın “her rengi yan yana koyma” pragmatizmine karşı, en kalabalık rengi merkezine alan siyasetler kazanıyor. Laclau, sınıfsız sol projesini, karizmatik bir liderin milyonları sürükleme kapasitesine dayandırıyordu. Fakat bu iddia, gerçekliğini Sanders’te ya da Iglesias’ta değil, Beyaz Saray önündeki cumhuriyetçiler ve Roma sokaklarında Mussoliniyi anan faşistlerle kanıtlandı. 

Wolfgang Streeck, demokrasinin var oluşunu sınıf mücadelesinin aktörlerine borçlu olduğunu yazmıştı. Laclau ve Mouffe, sınıfın, dolayısıyla gerçek demokrasinin olmadığı bir siyaset düzleminin içinde hayatta kalabilecek bir sol hayal etti. Bugün bu projenin iflasına, sol popülizm çağının kapanışına tanıklık ediyoruz.