Yurtseverlik bugün ortaya çıkmamıştır, Türkiye solunun mirasıdır; devrimin güncelliği kadar günceldir.

Sol ve mirası: Yurtseverlik

Dilara İlbuğa Yıldırım - Siyasal İletişim Danışmanı

14 Mayıs seçimlerinden sonra toplumun yüzde ellisine derin bir umutsuzluk, ne yapılırsa yapılsın bir şeylerin değişmeyeceği inancı yerleşti. Mücadelenin sadece seçim dönemlerinde, sandık ile sınırlı olduğu pratiğini tekrarlayan muhalif kesim için söz konusu yorgunluk da karamsarlık da normal. Sosyalist sol için ise durum elbette böyle değil. Mücadele yaşamın her ânında ve her alanında sürüyor, sürmeli. Bu mücadeleyi örerken, bazı kavramlardan destek almamız ve boşlukları sol geleneğin mirasından kalan bazı önemli dokularla doldurmamız, onarmamız gerekiyor.  

Türkiye 2000’li yılların başından itibaren ideolojik, ekonomik ve siyasal olarak kuşatılmış durumda. İktidar, kendi geleneğinden aldığı mirasla neoliberalizmi bu toplumun bütün hücrelerine yaydı. İş cinayetlerinde hayatını kaybeden, esnek, örgütsüz, güvencesiz, kayıt dışı çalışan, işsizlikle boğuşan milyonlar yarattı. Bu milyonları borçlu hale getirdi, yoksulluğu büyüttü. Bu dipsiz kuyudan çıkış için gösterdiği yer ise muhafazakârlık ve milliyetçilik balonu oldu. Özellikle yoksul kesim üzerindeki rızasını bu iki araç ile üretti; emek-sermaye çelişkisini muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin araçlarıyla onardı. Bu onarımın başarılı diyebileceğimiz tarafı ise yurttaşlar ile iktidar arasında bir bağ kurulması, ortak bir dil üretilmesi oldu. 

Milliyetçilik iktidarın yurttaşlar ile kurduğu ortak iletişim araçlarından birisi, neoliberalizm için ise sığınılacak güvenli bir liman. Hatta o kadar güvenli ki, o limanda bazen hem iktidarı hem de muhalefeti görebiliyoruz. Milliyetçilik, neoliberalizmin pansumanını yapan, sınıfsal çelişkilerin ve ekonomik krizlerin üstünü örten kullanışlı bir aparat. Dolayısıyla sadece milliyetçi partiler tarafından değil; iktidar ve muhalefet tarafından da çoğu zaman popülist siyasetlerinin maşası olarak kullanılabiliyor. Göçmen, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının karşısına hemen militarizm konuyor ve kitleler adeta pasifize ediliyor. Karşımızda 21 yıllık iktidarı boyunca teslim aldığı neoliberal bayrağı hep ileriye taşıyan; neoliberalizmin yıkımlarını da muhafazakârlık ve milliyetçilik ile örten, gizleyen bir parti ve küçük ortağı var. 

Peki, karşı cephede hal böyleyken, büyüyen bu milliyetçi dalgaya karşı ne yapmalı? İhtiyacımız olan şey, solun siyasi meşruiyetini yeniden üretecek, Cumhuriyetin değerleri ile kavgalı değil; onu aşan bir politik hattı örmek olmalı. Bu hat örülürken, mücadelenin, yan yana olmanın temel dinamiklerinden birini, yurtseverliği hatırlamalı ve milliyetçiliğin karşısına yurtsever bilinci yerleştirmeliyiz. Bu yurtsever politik hat, Türkiye solunun geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de yeşermeli ve yarına dair toplumun üzerine sinen karanlığın içinde bir umut ışığı olarak belirmeli. Belirmeli ki, solun içine sızmış postmodern kimlik inşaasına da, Türkiye siyasetinin içine işlemiş milliyetçi dalgaya karşı da güçlü bir karşı cephe yaratılsın.  

Peki, sol içinde de tartışılan ve türlü polemiklere neden olan yurtseverlik kavramının kapsamı nedir? Bu kapsamı açıklarken, sol içerisine sızan kimlikçi cepheden gelen kasıtlı saldırılara da yanıt vermek istiyorum. Yurtseverliği milliyetçilikle eşitleyen ve birbirinin yerine kullanan bu saldırılar ancak kasti olabilir. Ki o kasıt, sosyalist solun kimliğe teslimiyeti arzusu içindedir. 

Bu memleketin her bir yurttaşının adaletle buluşturulması, eşit olarak kabul görmesi ve kaybettiğimiz toplum olma vasfının yeniden güçlü bir temelde yeşermesidir yurtseverlik. Memlekete dair büyütülen ortak bir tasavvurdur; laik, demokratik, özgür bir ülkede kardeşçe yaşama arzusudur. Hem emperyalizmle hem de ulusal kapitalizmle kavgadır. Halkçı ve toplumcu bir karaktere sahiptir, gücünü sınıftan alır; kimlikler üzerinden var olmaz. Milliyetçilik gibi içi boş, çabasız bir vatan sevgisine dayanmaz; iktidarın arkasına dizilmez, Mustafa Kemal’i ağzından düşürmeyip tarikatlarla iş tutan milliyetçilerle aynı hayali kurmaz, aynı safta yan yana durmaz. 

Tanıl Bora, milliyetçiliğin yükselişine değindiği 14 Haziran’daki yazısında şunları söylemiştir: “Soldaki yurtseverlik söylemi, anti-kapitalizmi eksik, etnosantrik, ksenofobik, hamasi bir anti-emperyalizm tarafından özsuyu emilmiş bir söylemdir.”  Tam da buradan hareketle, kasıtlı bir “sol” tanımlaması yaratıldığını düşünüyorum. Sosyalist solu, Kemalist söylemle sınırlandırıp sadece laiklik eksenine yaslarsak, emek-sermaye çelişkisini yok sayıp, kavgayı emperyalizm ve milli güçler kavgasına sıkıştırırsak Bora haklıdır. Fakat Türkiye solu, bu sapmalara düşmeden, emek-sermaye çelişkisini ana çelişkisi yaparak; antikapitalist, eşitlikçi, enternasyonalist ve antiemperyalist bir yurtseverlik motifi yaratabilmiştir. Kaldı ki bu memleketi sevmek de yurtseverliği ilmek ilmek işlemek de en iyi haline sosyalistlerin elinde kavuşacaktır.  

Yurtseverlik bugün ortaya çıkmamıştır, Türkiye solunun mirasıdır; devrimin güncelliği kadar günceldir. Türkiye’de 60’lı yılların sonlarında ve 70’li yıllarda devrimcilerin mücadelesinde büyümüş fakat 80 darbesi sonrası içi boşaltılmış ve kasıtlı saldırılara açılmıştır. Türkiye solu Mustafa Suphi’lerden Behice Boran’a, Nâzım Hikmet’ten Deniz Gezmiş’e kadar yurtseverliğin örnekleriyle parlamaktadır. Nâzım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları’nda şöyle diyor: 

“Evet, biraz da milli gurur duyuyorum. Tarihinde Bedreddin hareketi gibi bir destan söyleyebilmiş her milletin şuurlu proleteri bundan milli bir gurur duyar. Evet, Bedreddin hareketi aynı zamanda benim milli gururumdur. Milli gurur! Sözlerden ürkme! İki kelimenin yan yana gelişi seni korkutmasın. Lenin’i hatırla. Hangimiz Lenin kadar beynelmilelci olduğumuzu iddia edebiliriz?” 

Yurtseverlik emekçilere ait bir motiftir, onların elinde yeşerecektir, geçmişte olduğu gibi. Paris Komünü’nde işçiler hem Alman işgaline karşı hem de burjuvaziye karşı savaşmışlardı. Nazi istilasına karşı Sovyet halkları “anavatan savunması” diyerek omuz omuza mücadele etmişlerdi. Küba halkı ABD’ye karşı “patria o muerte” (anavatan ya da ölüm) sloganıyla direnmişti. 

Bugün yurtseverlik sadece mücadeleyi beslemekle kalmayacak, topluma unutturulmaya çalışılan toplum olma vasfını, beraber sevinme, beraber üzülme gibi temel değerleri ve solun kitleselleşmesini de sağlayacak. Sol ile halk arasında kopan bağları onarırken bir yandan da topluma özellikle de gençlere pompalanan milliyetçilik garabetine karşı bağışıklık geliştirmemizi de sağlayacak. Bu ülkeyi sevmenin, bu yurdu savunmanın ve bu yurtta asıl kök salanın bizler olduğunun, kalabalık olduğumuzun ve güncel bir sol siyasetin hâlâ mümkün olduğunu da bize tekrar hatırlatacak. Hatırlatacağı bir diğer önemli şey kırıntıya değil, dünyaya talip olduğumuz olacak. Yurtseverlik milliyetçilerin ya da liberallerin insafına değil, “emperyalizmi vuran, yarını kuran” sosyalistlerin ellerine teslim edilecek kadar değerli. Nâzım’ın dediği gibi: “Komünistim çok şükür (…) Her komünist gibi de su katılmamış vatanperverim / hem de bir tarih / bütün bir devir / bir insanlık merhalesi boyunca daha gerçek / daha ileri…”