Solmaz’ın kuzgunları
İbrahim Karaoğlu
Dünyanın en eski kulelerindendir moloz taşlı Galata. Külahı kuzgunların konağıdır. Ve kuzgunlar, buruk bir tebessümle bakarlar Galata’nın külahından İstanbul’a. En dalgın bakışlarında bile bir iç çekişin ıslığı duyulur. Karşıtlıklar döngüsünde kendini bekleyen bu kadim kentin umarsızlığını okurlar geceler boyunca.
İstanbul'a kuzgunların gözüyle bakan bir ressam Solmaz Aksoy. “Tarih kokan, pek çok kültürü inatla kucaklayan bu kent, bir düş kenti benim için. Karışık bir düş, şaşırtan bir düş, ama hep görmek istediğim... Değerleri fark edebilen, izleri yok etmeyip çoğaltabilen, kentin anlam dolu kalbini kırmadan yaşayan insanların çoğalmasını istediğim bir düş” diyerek kuzgunların düşlerine, kente tanıklıklarına göndermeler yapar resimleriyle.
“Tarihin izlerini taşıyan sokaklarda atölyeme gidip gelirken; rahatsız edici eklentilere, kenti dört bir yandan saran ve hızla yükselen anlamsız yapılara bakarken, bir gün gökyüzü ansızın kayboldu! Kargalar sardı kenti; yıllardır isyan duygumu vurguladığım kule figürüne doğru kanat çırptılar...
Kentinbozulmasına, gökyüzü giderek kaybolurken yalnızlaşan insanın özlemine, umutlarına tanıklık eden kargalar.” Resimlerine böyle girmiş kargalar.
Aslında kuzgun Solmaz Aksoy’un kargaları. Her biri iri bir kuzgun.
Islığımsı öten bir karga kuzgun. Belki de en büyük karga. Bir kanat çırpıp bir süzülür uçarken. Vikinglerin kehanet kuşudur. Romalılara göre de sonsuz umut. Gemisi Ağrı Dağı’na oturan Nuh, önce bir kuzgun uçurmuş gökyüzüne. Daireler çizerek uçan kuzgun uçup gitmiş ve bir daha dönmemiş geri. Ve o gün lanetlenmiş, beyaz olan rengi siyaha dönüşmüş. Shakespeare, Othello’da kuzgunların ölümü önceden duyuran özelliklerine göndermeler yapar. Macbeth’de de; “Kuzgun sesiyle kötülüğün kapılarını açar” der. Gizemli bir kuş kuzgun. Dişilerini etkilemek için parlak, beyaz ve mavi renkli nesneleri yuvalarına taşıyarak kur yaparmış erkek kuzgunlar.
İnsanların yeryüzündeki yaşam kargaşasını ve kavgasını seyrederek eğlenirlermiş gökyüzünde. Oysa Solmaz Aksoy'un resimlerinde; bir kentin karmaşasından, bunaltısından korkup içlerini döküyorlar tuvallere. Edgar Allan Poe’nun, “Gecenin kıyısından” çağırıp şiirinin içinde hesaplaştığı kuzgunlarla, Aksoy da tuvallerinin içinde buluşuyor. Onların güncelerini yansıtıyor resimlerinde. Onların düşleriyle sarıp sarmalıyor tuvallerini. Kuzgunların ıslığını renge, rengi hüzne dönüştürüyor. Bir kentin umarsız yakınışını yansıtan aynalar gibi her bir yapıtı. Kuzgunların diliyle ıslanmış İstanbul pulları Solmaz’ın resimleri.
Solmaz Aksoy kimdir?
Solmaz Aksoy Samsun’da doğdu. 1980 - 84 yılları arasında Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’ne devam etti. Resim dalında Fikri Cantürk, grafik anadalında Hasip Pektaş atölyelerinden mezuniyetinin ardından, Tavşanlı Atatürk Lisesi’nde resim ve sanat tarihi öğretmenliği yaptı. 1990'da başlayan İstanbul Üniversitesi Kültür Merkezi koordinatörlüğü ve resim kulübü danışmanlığının ardından, halen aynı üniversitede Güzel Sanatlar Bölümü öğretim görevlisidir. Kendi sanat algısını şöyle anlatmaktadır:
“Ben kendi sanat anlayışımın diğer sanatçılardan, hatta tam olarak söylemek gerekirse, yalnızca resim değil, bütün diğer sanat dallarındaki yaratıcılardan farklı olmadığını düşünüyorum. Hepimiz yaşadığımız ‘an’a ve o andaki çevremize, kendi iç görmelerimizle bakıyor, ‘an’a ve ‘mekan’a ve de ‘insan’a tanıklık ederek, kimi zaman mutlanıp, kimi zaman üzülerek, bu tanıklığımızı yaratılarımıza aktarıyoruz. Yani tanıklığımızı kendi dilimizde kayda geçiriyoruz. Her birimizin bakışı farklı, aktarımı kendine göre. Ben insanları, eşyaları ve mekânları çok seviyorum. Onların bakış açısının ve tanıklıklarının tanığıyım. Resimlerimde ister insan, ister eşya, isterse mekân olsun, onların çevrelerine ve ‘an’a bakış açılarını yansıtmaya çalışıyorum; yani ben, onlar oluyorum” diyerek anlatıyor sanat anlayışını.