Türkiye, bir karşı-devrim süreci içinden geçirilmeye çalışılıyor. T

Türkiye, bir karşı-devrim süreci içinden geçirilmeye çalışılıyor. Türkiye’de karşı-devrim denilince sosyalist sistemden kapitalist sisteme tersine geçiş anlaşılmamalı. Türkiye’de, karşıtı inşa edilebilecek olan şey, cumhuriyetçi düşüncelerdir. Hedeflenen ise, merkezinde aydınlanmanın bulunduğu bu düşüncenin tüm devrimci kazanımlarının aşındırılması veya mümkünse tasfiyesidir.

Bugünkü sağ iktidar yapılanması, "muhafazakar liberal" ve "tüccar siyaset" tarifi üzerine inşa edilmeye çalışılan milli görüş temelli bir eklektik (yamalama) sağ söylemi benimsemiştir. Muhafazakarlı k ile neo-liberalizmin evliliği olan bu melez akım, sadece günü idare etmekle yetinmemekte, kendisine kapsamlı bir karşı-devrimin tuğlalarını örme misyonunu atfetmektedir.

Bu nedenle, kadrolaşma çabaları geçmiştekilerle kıyaslanamayacak denli sistematiktir. Merkezinde a la turca (Türk usulü) köktendinciliği barındıran bugünkü sağ yapılanmanın, kurumsal yapımızda, kamu yönetiminde, eğitim sisteminde, dış politikada, bağımsız iktisat politikalarında, sosyal devlet alanlarında yol açabileceği tahribatları küçümsememek gerekir.

Bu melez hareket gücünü sadece kendisinden, eklektik düşünceler toplamından veya aynı özellikteki seçmen tabanından almamaktadır. İkinci cumhuriyet görüşleriyle sağladığı örtük/açık ittifakı n, sermayenin irili ufaklı kesimleriyle ve medyayla sağladığı geçici ittifakın etkisi üç yıldır belirleyici önemdedir. Aynı şekilde, ABD ve AB üzerinden dış güçlerle tek yanlı ödünler üzerine kurulan teslimiyetçi ilişkiler de, Türkiye’de cumhuriyetin bağımsızlıkçı (ve laik) karakterine yöneltilen ittifakın ürünüdür.

Bütün bunlara rağmen, Cumhuriyetin laiklik, bağımsızlık ve uluslaşma sürecindeki devrimci kazanımlarını aşındırmaya dönük iç ve dış ittifakların nihai sonucuna kadar gidebilmesi, ancak karşı-devrim düşüncesinin sosyal-demokrat/sol hareketin saflarına da yayılması yani muhalefeti de ele geçirmesiyle mümkündür.

İşte liberal bir sol/sosyal demokrat hareket oluşturma çabalarının 1990’ların başlarından itibaren bıkmadan usanmadan gündeme taşınmasının nesnel zemini budur. Sınıf eksenini yitirmiş ve mevcut küreselleşme biçimini kabullenmiş bir liberal-sol hareketin zeminine elbette farklı öznel düşüncelerle girilebilir; ama sonuçta hakim olacak olan alternatif düşünce, sağ-sosyal siyaset yani sol-liberalizmden başka bir şey olmayacaktır.

Türkiye gibi ülkelerde sağ-liberal düşünce yeterince serpilemediği için, bu boşluğu doldurmak da sol-liberal aydınlara düşmektedir.

Dolayısıyla demokrasiyi ve kamu yönetiminde saydamlığı savunmak, rant ekonomisine karşı çıkmak gibi pekala sağ-liberal konumlardan yapılabilenler, Türkiye’de sanki sadece sol konumdan yapılabilirmiş gibi olmaktadır. Başka açıdan bakılırsa, salt bu konumlar üzerinden" solculuk" yapılabilirmiş gibi bir bilim ve akıl dışılık ortaya çıkabilmektedir. Bu saf bir yanılsama değil, bilinçli bir çarpıtmadır. "Solun liberali olur mu" sorusunun yanıtı da bunun içinde gizlidir.

Bugünkü muhafazakar-liberal iktidar, oy aldığı geniş dar gelirli kitlelere sırtını dönerek, dar bir varlıklı azınlığın ve IMF’nin programını uygulamaktadır.

Türkiye’nin idari ve siyasi yapılanmasında da AB ve ABD’nin telkinlerine çok açıktır.

Geniş kitleye yakınlığını sadece kültürel düzlemde veya inançlar alanında içi boş sözlerle inşa etmeye çalışmaktadır.

Bu iktidarın alternatifi olmaya yönelecek sosyal demokrat hareketin, mevcut ekonomik programı sorgulamadan ve bunun alternatifini oluşturma çabasına girmeden, sol eksenli bir siyasi program oluşturma şansı yoktur.

Ekonomik temeli olmayan ve geniş kitlelere gerçek çözümler sunmayan, işsizliğe ve yoksulluğa IMF/DB programları dışında çözüm aramayan hiçbir parti veya siyaset, kitlelerin gözünde kalıcı bir meşruiyet elde edemez.