Plastik çizmeli, küflü maskeli, mikamsı baretli maden işçilerini Soma'da karanlıkta büyük uğultuyla gelen ölüme terk edeli neredeyse iki ay olmuştu.

Plastik çizmeli, küflü maskeli, mikamsı baretli maden işçilerini Soma'da karanlıkta büyük uğultuyla gelen ölüme terk edeli neredeyse iki ay olmuştu. 

Biz yeryüzünde kalmış "hız" tutkunu zaman algımızla, cıvıltılı sürüler halinde "anlık gündemin" peşinde sekip koşuyorduk.
Görünürlüğünü kaybetmiş olana, toplu sadakatsızlığımız, 301 insanın bir yüzü ve yok edilen bir hayatı olduğu "gerçeğini" yine öteleyivermişti.
3. dünya kapitalizmin Ortadoğu versiyonu devlet-sermaye suç ortaklığı üzerinden örgütlenmiş "organize kıyım", düşünce boşlukları, duygu boşluklarıyla ödünlemiş gündem obezi toplumsal gövdemizce hızla hazmedilmişti..      
Yani büyük siyasi hesaplaşmalara, derin insani yüzleşmelere dayanıksız, konfor sever bünyemiz kendine düşen sorumluluğundan usulca feragat etmişti.          
Haziran ayında Şırnak'ta ocak bile sayılmayan ilkel "kaçak" kuyulara halatlarla indirilen işçilerin varile yerleştirilmiş  cesetleri çıkarılmaya ve gizlice gömülmeye devam etmişti.
Ama Soma katliamıyla birlikte "Yeni Türkiye kapitalizmi" önemli bir "içtihat" gerçekleştirmiş.      
Hükümet ve sorumlu bakanların, ölüme yollanan işçilerin "hayatlarını korumak" gibi hukuki, idari görevi olmadığı ve yüzlerce insanın ölümünün seçilmişlere siyasi bir bedel yüklemeyeceği "açıklık" kazanmıştı.
Başbakan'ın "açıkhava hapishanesine" dönen Soma ziyaretinde ise vatandaşın yüzüne patlayan "fiili öfkesi", şahsıyla ilgili diğer "gerçekliklerin" akıbetine uğramış , tekmeci müşavirin istifa etmemesi toplumsal gururumuzu incitmemişti. 
Muktedir'in bildiği üzere "zaman", bu diyarda sabahtan akşama hafıza ve hakikati aşındırarak akardı. 
Yani trajik olanı "söz, imge, slogan" gevezeliğine çevirerek tüketen ve tek bir ahlaki soruda direnemeyen "unutma trajedimiz" toplumsal "sağ"duyumuz sayılırdı.
Bugün bile o kömür ocağı derinlerinde hala yanarken hukuki ve siyasi bağlamı yitmiş  "Soma ateşi" kamuoyu yüreğinde buz gibi soğumuştu.          
En son okullar tatil olduğu gün toprak baba mezarlarına yerleştirilmiş karneli-mektuplu "Acı'nın enstalasyon" görüntüleri medyada sündürüle sündürüle sömürülmüştü.
Yaz gelmiş ve "Soma'yı unutanın yüreği kurusun" sahiden inandırıcılığı kalmayan kupkuru bezgin bir klişe olmuştu.   
O kadardı işte, yarım bırakılmış bir ömrün "neyi azalttığını" idrak edemeyenler  babasız kalmış 432 çocuk için bu yetimliğin ilk yazını duyamazlardı. 
Bu arada "döktüğü kan hesabını" hala piyasa alt rayici üzerinden yapmaya çalışan Soma A.Ş. avukatları, kömür ocağında hayatını kaybeden bir işçinin karısı ve iki çocuğunun açtığı 393 bin TL'lik manevi tazminatı "fahiş" bulmuşlar.
Bu tutarın "felaketi özlenir hale getirebilecek nitelikte" olduğunu yani madencilerin "iş güvenlik maliyeti esirgenmiş" ocaklarda kendilerini öldürerek "tazminat" peşine düşeceklerini belirtmiş neredeyse kamu sağlığı ve yararına özenle "kurumsal vurgularını" sunmuşlardı.
Ama kriminal inceleme sonucunda ocaktaki güvenlik kamera kayıtları, katliamdan iki gün önce çıkan defterlere işlenmeyen iki yangını gösteriyordu.

16 saat süren "duman yoğunluğu",  bantlarda sendeleyen bitkin işçiler ve ara verilmeyen üretimle "katliamın ön provasını" seyretmiştik.
Soma'da ölüleri depoda zayi plastik malzeme adeti gibi sayılan "301" insanın bir yüzü ve hayatı vardı bizim de onlara adalet borcumuz vardı.    
Geçişler bu kadar "seri ve tüketilir " olmamalıydı, Türkiye Soma'da kalmıştı.