Geçtiğimiz hafta Turuncu devrimin önderlerinden Yulya Timoşenko, bir kez daha savcı önüne çıktı.

Geçtiğimiz hafta Turuncu devrimin önderlerinden Yulya Timoşenko, bir kez daha savcı önüne çıktı. Bu kez 2009’daki doğalgaz sözleşmeleri ile ilgili yolsuzluk yaptığı iddiası vardı önünde. 

Savcı’ya giderken, tutuklanmaktan korkmadığını söylemişti. Gittikçe unutulmaya başlandığını ve yeniden gündeme girmek için konuyu tutuklamaya getirdiğini söyledi karşıtları. Gerçekten de kendi ifadesi ile daha önce 42 defa gitmişti Savcı’nın önüne, ifade vermek için. Hiçbirinde tutuklanmamıştı. Öyleyse bu sefer neden tutuklanacaktı ki?

Savcı’dan çıktıktan sonra uzun bir mektup yazdı Timoşenko. Artık yaşı 50’yi bulan bu kadın, yayınlanmak için kamuya açık yazılmış mektubunda, madde madde sıralayarak, hakkında yapılan eleştirilere yanıt verdi. Mektup, hakkındaki iddialardan ziyade, son ifade süreci konusundaki haber ve yorumlara yanıt olarak kaleme alınmıştı.

‘Herkes kendi seçimini yapar’ diye devam ediyordu mektup. Sonra da son sözler: ‘Analistlerin, politikacıların, bütün yurttaşların, herkesin seçimi var. Ben de seçimimi yaptım; mücadele edeceğim!’

Bu sözler, ‘son sözler’ konusunda düşündürdü beni.
 
‘Son sözler’ denince aklıma iki ‘son söz’ gelir.
 
Biri Yusuf Aslan’ın idam edilmeden önceki sözleridir.

Şöyle diyordu: ‘Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!’

Yusuf Aslan’ın bu sözlerini, IMF heyetlerinin ülkemizi her ziyaretinde sıklıkla anımsamıştım. AB heyetlerinin ziyaretlerinde de sıkça anımsardım. 1 Mart tezkeresi zamanları da.
 
Aklıma gelen bir diğer ‘son söz’ de, Oğuzhan Müftüoğlu’na aittir.
 
1989’da yapılan son duruşmada, (‘son duruşma’ da lafın gelişi!) şöyle söylüyordu: ‘Yıllardır en ağır işkencelere uğratıldık, ezilip yok edilmek istendik, çektiğimiz bunca acılara zulme ve haksızlıklara karşı içimizin bugün kin ve nefretle karardığı sanılmasın. İşkencecilerin bir amacı da buydu, ama bunu başaramadılar. Bugün bizim içimiz, ülkemize ve yoksul emekçi halkımıza karşı sevgi ile, en güzel duygu ve dileklerle doludur.’

Ne zaman milliyetçiliği, muhafazakârlığı vb. eleştiriyorum ayaklarında halkımıza laf eden birilerini görsem, bu sözler gelir aklıma. Ne zaman bir yerlerde ‘halk cahil’ lafını duysam, ne zaman ‘yüzde bilmem kaçı aptaldır’ sözleri işitsem…‘Balık hafızalı’ denildiği olur bazen halk için. Ya da buna benzer (bazen siyasal terimler de kullanılarak) aşağılayıcı nitelikler atfedilir.

Elbette ‘halk neylerse güzel eyler’ diyecek değilim. Halkın ‘güzel eylemediği’ bir yığın örnek de gösterilebilir. Bütün bu örnekler art arda dizilip, balık hafızaya, aptallığa vb. kanıt olarak da kullanılabilir.

Oysa asıl önemli olan, halkın ne olup olmadığı değil, senin, ‘içinin kin ve nefretle kararıp kararmadığı, ülkemize ve yoksul emekçi halkımıza karşı sevgi ile, en güzel duygu ve dileklerle dolu’ olup olmadığındır.

İdeolojik-politik çizgisi bir yana… Timoşenko seçimini yapmış. ‘Mücadele edeceğim’ diyor.

Belki de asıl son söz budur:

Mücadele edecek misin?