“Sonbahar” benim için hep ayrı bir yerde duracak olsa da “Karanlık Gece” bugünün taşrasına tuttuğu aynayla ve “Sonbahar” filmi kuşağından bugünün kuşağına uzanmasıyla yıllarca unutulmayacak bir film.

“Sonbahar”ın “Karanlık Gece”si

Serhat Köroğlu - Yazar

Yıllar önce Kızılırmak Sineması’nda “Sonbahar” filmini izlemiştim ve film bittiğinde uzun süre oturduğum yerden kalkamamış “Daim Yusuf Orti” şarkısının içinde perdede akan yazıları seyretmiştim. Bir kitabı ya da filmi bitirdiğimizde onun bizimle birlikte yıllarca yolculuk yapıp yapmayacağını anlarız. O gün, o dörtte biri dolu sinemadan çıkarken hissettiğim şey bu filmin hep aklımda olacağıydı.

Yusuf’un çaresizliğine benzer çaresizliklerin içinde büyümüştüm ve filmin başında da gördüğümüz o Karadeniz sahil yolunun şehirleri ve dolayısıyla insanları denizden koparan çirkin çizgisinde neredeyse tüm çocukluğum geçmişti. Duygusal bağın yanında coğrafi bir yakınlık da hissetmiştim “Sonbahar” filmine. Daha sonra defalarca izledim. Bir mücadelenin sonuydu, yenilgiydi ve ölümdü. Yusuf, Eka karakterinin de dediği gibi Rus roman kahramanlarına benziyordu. Özcan Alper daha sonra filmografisine birbirinden güzel filmler ekledi. Benim için “Sonbahar” hep ayrı bir yerde durdu. “Karanlık Gece”yi izlerken yönetmenin “Sonbahar” filmiyle kurduğu koşutluklar filmi daha bir dikkatli izlememe neden oldu. İshak’ın annesiyle evin önündeki bankta geçirdiği zaman, Yusuf’un evin önüne bir göndermeydi kuşkusuz. “Sonbahar”da hasta oğul iken “Karanlık Gece”de hasta anne. Özcan Alper’in ölüm habercisi kargası ve yaşlı köpek iki filmde de karşımıza çıkıyor ancak “Karanlık Gece”nin köpeğinin cins ve vahşi bir köpek olması yine iki film arasındaki masumiyet makasını açıyor. Baba figürünü ise ne “Karanlık Gece”de ne de “Sonbahar” filminde görüyoruz. Çoktan ölmüş bir babanın ardında kalan ana-oğul ilişkisine odaklanıyoruz çoğu zaman. İşte iki filmin yol ayrımı burada başlıyor. Yusuf güzel bir dünya hayaliyle tüm hayatını ortaya koymuşken İshak çevresinin acımasızlığı içinde eriyor ve o dünyanın bir parçası oluyor. Yusuf’un vicdanı rahat ancak bedeni yaralıyken, İshak bu durumun tam tersini yaşıyor. Bedeni ne kadar güçlüyse vicdanı Yusuf’un işkence gören bedeni kadar yaralı.  

Son zamanlarda yazarların ve yönetmenlerin ısrarla taşraya eğilmesinde ülkedeki politik ortamın etkisi su götürmez bir gerçek. Baskıcı iktidar şehirlerde kaybederken köylerde kazanıyor ve ister istemez taşra inceleme konusu haline geliyor. Burada yine “Sonbahar” filmine dönersek Yusuf’un köyüne döndüğünde karşılaştığı köylülerin sorunuyla bugün İshak’ın taşra insanlarının sorunları arasında ciddi farklar görüyoruz. “Sonbahar” filminde köylüler çay fiyatlarından, turizmin ne demek olduğundan bahsederken “Karanlık Gece”de organize bir cinayetin parçası olmuş taşra insanının zorunlu politik duruşuna şahit oluyoruz. “Sonbahar” filminde taşrada geçerli bir kanun yok ancak “Karanlık Gece”de taşraya özgü kanunlar söz konusu. Haliyle birey olarak değil topluluk olarak güçlü taşra ahalisi devlet otoritesini yeri geldiğinde yok sayıyor. Aynı dönemde vizyona giren “Kurak Günler” filmindeki halkın galeyana gelmesi “Karanlık Gece”de de filmin odağını oluşturuyor. Hobsbawm’ın “İlkel Asiler” kitabından bir alıntıyla durumu daha da açık hale getirmek gerekirse; “Güney İtalya köylüleri hakkında Antonio Gramsci’nin 1920’lerde söylediği şey, modern dünyadaki pek çok grup ve bölge için geçerlidir. Onlar, ‘Sürekli galeyan halindedirler ama, bir kitle olarak, özlemlerinin ve ihtiyaçlarının topluca ifadesini ortaya koymaktan acizdirler.’” 

Bu alıntıdan yola çıktığımızda “Karanlık Gece”yi bir galeyana geliş hikâyesi olarak okuyabiliriz. Taşranın politik gücünün filmdeki ilk belirgin örneği, kasabaya atanan Ali’nin kahveye girmesiyle karşılaştığı tepkidir. Ali tuvalete gittiğinde masada bıraktığı telefonun bir Afrika müziği eşliğinde çalması kahve ahalisi tarafından alaya alınır. Burada taşranın ve günümüz konjonktürünün olmazsa olmazı “erkeklik” söz konusudur. Ali giyimiyle kuşamıyla, hal ve hareketleriyle taşraya ait değildir ve bu ait olmama durumu “erkeklik” değerlendirmesinde onu alt sıralara çekmektedir. İshak’ın filmin başından beri taşra insanından ayrı bir yerde konumlanmaya çalıştığını hissederiz, müziğe ilgisi vardır ve Ali ile kurduğu dostluk, onun başka bir yaşam hayal ettiğini, en azından yeni olana, farklı olana hevesli bir ilgi duyduğunu görmemizi sağlar. Yukarıdaki alıntıda da bahsedildiği gibi bir anlamda özlemini ve ihtiyacını ortaya koymaktan acizdir.  

Taşranın son yirmi yılın siyasi ikliminde şehre karşı kazandığı bir “erkeklik” savaşının yansımasıdır bu. Taşra erkektir. Bu sahnenin benzerini “Sonbahar” filminde görürüz. Kasabaya inen Yusuf’un kitapçı ile kısa sohbetinde taşra algısına belirgin bir karşı çıkış söz konusuyken, “Karanlık Gece”nin Ali’si çareyi dağdaki kulübeye kaçmakta bulur. Cesaret artık eyleme değil eylemsizliğe, kabullenişe dönmüştür.  

Ölümü bekleyen Yusuf yaptığı hiçbir şeyden nasıl pişmanlık duymuyorsa, “Karanlık Gece”nin İshak’ı bir o kadar pişmandır. Biz Yusuf’un cenazesini görürüz ama İshak tabir-i caizse bir boşlukta ölümü bekler. İki karakter de aşağı yukarı aynı yaşlardadırlar. Gençlikleri ülkenin politik durumuyla şekillenen bu iki genç adamın hikâyesi son yirmi yılda değişen politik iklimin içinde şekillenir. Yusuf devletin varlığı altında ezilirken, İshak olmayan bir devletin boşluğunda boğulur.  

“Sonbahar” benim için hep ayrı bir yerde duracak olsa da “Karanlık Gece” bugünün taşrasına tuttuğu aynayla ve “Sonbahar” filmi kuşağından bugünün kuşağına uzanmasıyla yıllarca unutulmayacak bir film.