Taraflı ağabeylerim, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı pek coşkulu kutladı. Paşalar, GATA’daki mezuniyet törenine katılan Cumhurbaşkanı Gül’ü, “Sayın Cumhurbaşkanım” diye selamlamışlardı!

Taraflı ağabeylerim, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı pek coşkulu kutladı. Paşalar, GATA’daki mezuniyet törenine katılan Cumhurbaşkanı Gül’ü, “Sayın Cumhurbaşkanım” diye selamlamışlardı! Birinci sayfadan “Generaller M diyebiliyorlarmış” başlığı, 11. sayfada “GEÇEN YIL ‘M’ KRİZİ YAŞANMIŞTI” diye büyük harf puntolarla devam ediyor. Taraf’ın en büyük abisi ise, yine aynı sayfada demokrasi dersi veriyor ve yakınıyor; “Paşanın biri ‘m’ harfini söyleyebiliyor diye, biz siyasi analizlerimizi bu harfin üstüne bina ediyoruz… Bir memleket böyle yönetilebilir mi?” İşin komik yanı, ondan başka bütün yazısını bu konuya ayıran başka bir köşe yazarı yok!

Evet, ben de bu dönem, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın titrinin arkasına “m” ekleyemeyenlerdenim. Nedenlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Benim “m” ekleyerek hitap edeceğim Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ilk resmi misafiri, Afrika kıtasındaki en iyi dostu, insan kasabı Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmet El Beşir (SCÖHAEB) olamaz. 30 Ocak 2008’de yine bu köşede bu ziyarete itiraz ettiğim zaman, basınımızdan bu konuda başka bir itiraz sesi yükselmemişti. O zamandan beri aynı köprünün altından epeyce su aktı. Uluslararası Ceza Mahkemesi, SCÖHAEB’i soykırımdan suçlu buldu. Türkiye Cumhurbaşkanı, SCÖHAEB’i yine Türkiye’ye davet etti! Ama bu sefer basınımız, dış basın kadar olmasa bile duruma biraz olsun itiraz edebildi. Tabii ki SCÖHAEB de, memnuniyetle davete icabet edip “Türkiye’nin uluslararası konularda Sudan’a verdiği destek ve yardımlardan memnunuz, ziyaretimiz gayet verimli geçti” dedi ve memleketine döndü. Türkiye Cumhurbaşkanı, görevde olduğu bir seneyi değerlendirirken en övündüğü şeyin, bu bir seneki icraatında; milletlerarası ilişkilere katkısı olduğunu söyledi. BM’lerde bloklar politikasını bir kenara bırakırsak; Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin peşinde olduğu insanlığa karşı suç işlemiş bir suçluyu, bir senede iki defa ülkesine davet eden Türkiye’ye, hangi aklı başında ülke BM Güvenlik Konseyi üyeliği için destek verir? Benim cumhurbaşkanım diplomasiden hakikaten anlar, prensip sahibidir; Afrikalı bir dostu olacaksa, o da olsa olsa Nelson Mandela olur. Biliyorsunuz Nelson Mandela’nın Türkiye’nin kendisine verdiği 1992 Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü, “Türk hükümetine yönelik insan hakları ihlali suçlamaları” nedeniyle kabul etmeyeceği ve Türkiye’yi ziyaret etmeyi düşünmediği açıklanmıştı!

Benim Cumhurbaşkanım, iç politikada da hakikaten tutarlı ve halkının yanındadır. Bu köşeden birçok kez yazdım; Türkiye’nin bir numaralı kanayan sorunu, genç işsizlik sorunu. Benim Cumhurbaşkanım, hakikaten milletlerarası istatistiklere hakimdir. Türkiye’nin en önemli sosyal patlamalarına sebep olma potansiyelinde olan, dünyada ilk ona girdiğimiz “genç işsizliğinden” utanır. Bir zamanlar kendisinin de parçası olduğu hükümet politikalarını ikaz eder: “Bu kadar gencimiz işsiz güçsüz dolaşırken, ekonomik başarılarınızı abartmaktan utanmıyor musunuz?” der. Bu, tarikatlara sempati duymaktan daha yararlıdır.

Benim Cumhurbaşkanımın nasıl olacağına dair verebileceğim örnek çok; ancak, yer darlığı yüzünden hepsini yazamıyorum. Bu cumhurbaşkanı için “m” harfini neden kullanamadığımla ilgili son bir örnek vermek gerekirse: Ben, kendinden küçük, liseye giden 14 yaşındaki bir kızı okulundan alıp başını örttürüp kendine eş yapan bir insan cumhurbaşkanı olunca, titrinin sonuna “m” ekleyemiyorum. Benim gibi aynı dertten mustarip olanlar Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun da olsa,  Türk ordusunun paşaları bile olsa, bu cumhurbaşkanı için “m” ekini kullanamıyorum.

Taraflı abilerim: Siz sakın ha üzülmeyesiniz ve lütfen “m”lemeye devam ediniz. Hem Cumhurbaşkanınız sizi uçağına alır, kokteyllere davet eder, sizler ve gazetenizle özel söyleşiler yapar; hem de zaten “m”leyen dinci basının alternatifi olarak, muhalefetin sesi olarak! Mübarek Ramazan ayınızı kutlar, ellerinizden hürmetle öperim, abilerim benim.