SORULAR… 1, 2, 3, , ,

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

Yakın tarih

Şimdi oturup düşünelim. Hemen kısa mesafe bir beyin fırtınası yapalım. Genel manada sanatsal çalışmalar baz alındığında, ‘yakın tarih’ en işlenesi konudur. Hatta işlenmelidir. Önce incelenmeli, sonra kendine uygun bölüm seçilmeli, sonra da ilmek ilmek esere dönüştürülmelidir. Hem Türkiye hem de dünya geneli açısından bol civcivli zamanlardan geçtiğimizden kelli, bu başlık pek bir moda. ‘Yakın tarih’. Herkesin ağzında. ‘Kesinlikle yazılmalı, bu dönem işlenmeli’, ‘Ah, bu zor zamanlar tarihe not düşülmeli’. Kendi yapabilen kendini gazlamakta, yapamayan yanındakini. Herkes araştırmalarda, birbirleriyle beyin fırtınalarında. Herkes birer ayaklı politik bildiri gibi dolaşmakta etrafta. Benimse bu konuya dair bir sorum var sadece. Şimdi biz şu günden hesaplayıp yakın geçmişi ele alsak, bir on sene kadarını, yazmaya gerek yok, başlık malum. Başroller belli. E peki diyelim ki, yıllar geçti, her şey değişti, kalan sahalar başkalarının oldu, alan memnun, satan memnun. Bu sefer de gelen nesil dedi ki ‘peki yakın tarih’? O da işledi bir posta, yakın tarihi. Sorum şudur ki biz şimdi döndük baktık gül cemaline ülkemin, starlar aynı, geçti bir on yıl, döndük baktık starlar aynı! E bugün aktif olan bizler, varlığıyla yokluğuyla, kafadan en az bir yirmi yıl, maruz kaldık mı bu starlara? Sadece bir sorum yok biraz da bedbahtım bu konuda, sayın ‘yakın tarih’. Teşekkürler!

En parlak yıldız

Rus bilim insanları, uzaya yeni bir uydu yollama niyetindeymiş. Çalışmalar başlamış. Bilimsel araştırmalara yönelik bir hedefi olmayan bu uydunun amacı, gökyüzündeki en parlak yıldız olmakmış. Kimilerine göre tabii ki bir hedefi var ve açıklanmıyor, kimilerine göre ise gerçek hedef yukarıdaki ‘en parlak yıldız’ olmak. Ama nam-ı ile Rus yıldızı! Benimse bu konuya dair bir sorum var sadece. Buralarda senin elli bin ağacını maden çalışması için kesmeye çalışıyorlar. Bir de üstüne lütufmuş gibi ‘ben sana yüz bin olarak geri vereceğim ağacını’ diyorlar. Ya neden alıyorsun ki sonra geri veresin? Bir kısmımız bunun takibini yaparken, bir kısmımız tekrar tarih okumalarına başladı. İkinci Dünya Savaşı ile benzerliğimizi, malum kişi ile ortak noktaları kendince deşmeye çalışmakta. Bir komplo teorileridir gidiyor. Benzerlik doğru veya yanlış, ama kesin yanlışa sürükleyecek bir şey varsa, o da herkesin kendini bilirkişi raporu hazırlayacak düzeyde hissetmesi. Neden? İki kitap karıştırıp, ortaklık buldu diye. Bir kere sen zaten o kitapları zamanında okuyacaktın arkadaşım. Bir şey için değil, kendin için. Tarih ya bu, ondan! İkincisi hadi okudun, ortaklık da buldun, bir danış, bir dinle, bir bilene sor, söyle. Herkes kendini çok iyi hissetmeye ne kadar meyilliymiş meğerse. İronik olan şu ki, politik mevzularda gezinip, iyi hissetmeye! Neyse, yok sorum filan benim! Kafam çok karışık. Ya en azından, adamların gözü, kendi oturduğu toprağa bakmıyor, yukarı bakıyor.

Benden de bir Oscar!

Bir hafta geçti. Töreni de, rüzgârı da bayağı bir geçti gitti. Ama ben yine de naçizane bir minik sorumu buraya yazmak isterim. Önde gelen Türk kanallarından birinde canlı Oscar yayını yapıldı. Programdaki, bizi fazlasıyla eğlendiren konuklara olacak sorularım. Oscar’ın bile kendini bu kadar ciddiye almayı bıraktığı bir dönemde, çünkü artık şovları bile bu ironi ve dalga geçme üstüne, siz nasıl bu kadar ciddi olabildiniz? Filmlerden mi çok etkilendiniz, yoksa genel atmosferden mi? Bir de bizim gariban törenlerin, o ciddiyeti, kıyafetleri, ilgi ve alakayı hak etmeme sebebini soracaktım. Salonlar mı kirli? Kırmızı halının kırmızısı mı yetersiz? Yoksa yönetmenler, filmler… Uf, bir de kendin oynamadıysan… Ah ne zor dayanabilmek… mi? Neyse benim sorular çoğaldı. Ama benim bu konuyla ilgili bir sorum olacak sadece. Bu âşık olunası ciddiyeti, arada, buradaki Sanat Sepet gündemine de gösterebilir misiniz? Yalnız ortam çok şık değil, bilginize…