Pan Yunan mitolojisinde kırların ve çobanların tanrısıdır. Yarı keçi yarı insan görünümlü bu tanrının, kırsalda birdenbire insanların karşısına çıkarak onları korkuttuğundan söz edilir. Bu...

Pan Yunan mitolojisinde kırların ve çobanların tanrısıdır. Yarı keçi yarı insan görünümlü bu tanrının, kırsalda birdenbire insanların karşısına çıkarak onları korkuttuğundan söz edilir. Bu korkunun yarattığı durum panik durumudur ve “panik” sözcüğü de Pan’dan gelmektedir. Yunan mitolojisinde bir de Kentaurlar vardır. Yarı at yarı insan görünümlü tanrılar. Yaşadığımız uygar dünyada artık insanlar çok tanrılı dönemleri çoktan geride bırakmış durumda. Öte yandan toplumun değer yargılarının kapitalist sistemce şekillendirilmesi tek tanrılı dünyada korku ve panik ortamını daha da yoğunlaştırmaktadır. Küresel kapitalizmin içinde bocaladığı kriz insanlar üzerinde tedirginlik ve endişe yaratıyor. Kimi solcular ve sosyalistler için bu durum bir fırsat. İşin ilginç yanı fırsat sözcüğünün mevcut hükümet ve yandaşlarınca da kullanıyor olması. İçinde bulunduğu topluma giderek yabancılaşan Türkiye solu için her halükarda durum karmaşık. Zira gündem belirleme noktasından bir hayli uzak ve küresel kapitalizmin belirlediği gündeme göre tavır geliştirmekten öte bir şey geliştiremiyor. Ayrıca hayatın hemen hemen her alanında yaşadığı çelişkiye pratik çözüm üretememiş durumda. Tıpkı Pan gibi, tıpkı Kentaurlar gibi herhangi bir yerde halkın karşısına çıkıveriyorlar. Kapitalist sistemin işlediği toplumun değer yargılarını -sistemin tamamına yönelik olduğu gibi- değiştirmek ve dönüştürmek hedefinde olan devrimciler bir bakıma bu toplumun içinde dolaşan Pan ya da Kentaur durumundalar. Pek çok bakımdan farklılar. Pazar günü BirGün’de Adnan Bostancıoğlu’nun yazısında devrimcilerin cenaze törenlerindeki tavırlarına eleştirisini okuyunca ister istemez doğru tavır ne olmalı sorusu geldi aklıma. Öncelikle kendini ve yakın çevresini değiştirmek, yenilemek, dönüştürmek iddiasında olan devrimcilerin içinde yaşadıkları toplumu değiştirmede izleyecekleri rota, belirleyecekleri tavırlar silsilesi ne olmalı? Rusya’da 1860’lı yıllarda üniversite gençliği içinde yer alan, bir süre Narodnikler ile birlikte olan Sergei Neçayev gibi mi olmalı örneğin? Ne diyor du Neçayev; -“ Devrimci, varlığının en derin köklerine kadar sadece sözleriyle değil eylemiyle de, varolan düzenle, dünyanın bugünkü örgütleniş biçimiyle, bütün yasalarla, geleneklerle, toplumda genel kabul gören yaşam tarzıyla olan bütün bağlarını koparmalıdır. Topluma karşı acımasızca düşman olmak zorundadır. Toplumun içinde yaşamayı sürdürmesinin tek bir nedeni vardır: onu yok etme imkânını yakalamak. Kamuoyu umurunda değildir; çağdaş ahlakın tüm iddiaları da. Devrimi yücelten her şey onun için ahlakidir, devrimin önüne çıkan her şey ahlakdışı ve haksızdır.” Neçayev gibi toplumun değer yargılarını ona direkte karşı çıkarak değiştirmek aniden karşısına çıkan Pan konumunda olmaktan öte bir yararı olur mu tartışmak gerekir. Aksi durumda saygının sınırları nasıl belirlenecektir? Sınırları geniş tutmak, değiştirme iddiasında olunan toplumun içinde erimek, popülizmin sularına kapılmak durumunu doğurmaz mı?

Yine cenaze törenlerindeki devrimcilerin tavrı ne olmalı derken, dini inançlara saygının boyutlarını da tartışmak gerekmez mi? Örneğin Küba’da Fidel Castro’nun Rus Ortodoks Patriği için olumlu yaklaşımları ve Küba’da bir katedral inşası ne anlama gelmektedir? Güney Amerika’da sıkça gördüğümüz kilisenin ezilen halka ve sosyalistlere yakın durması bir gerçeklik. Fakat bu gerçeklik bir kenara katedral inşası ile kişilerin olumlu tutumuna iyi niyetli yaklaşımın ötesine geçilerek dinin kurumlaşmasının da önü açılmış olmuyor mu ?

Fransızca da “Fin” sözcüğü hem ‘son’ hem de ‘amaç’ anlamına gelmektedir. Toplumun istekleri, alışkanlıkları gelenekleri, dini inançları, değer yargıları karşısında hayırhah tutum bizleri Fransızca Fin sözcüğünde olduğu gibi amaç ve son içinde yoğurup boğmaz mı? Apati içindeki toplum ile empati sağlamak çok ince bir çizgide yürümek demektir ki bu çizginin dışına düşmemek için her türlü fluluktan uzak net bir devrimci görüşe ihtiyaç gösterir.

Bugün dünyanın içinde bulunduğu küresel krizden en çok zarar göreceği kesin olan yoksul halkla solun ilişkisinde bu netlik daha da önem kazanıyor. Zira bu net tavır, peşinden kaçınılmaz olarak güveni de getirecektir ki o güven ortamındaki devrimci söyleme inansın ve sorgulamasız inandığı değer yargılarını sorgulayabilsin. İşte o zaman tıpkı 16.yüzyılda Alman Köylüleri gibi emperyalizmi ve kapitalizmi sorgulayan şarkılar söyleyebilsin.

“Wonn Adam grub und Eva Spann,

wo war denn da der Edelman?”

“Adem toprağı kazar, Havva’da iplik eğirirken

O zaman neredeydi soylu?”

İşte Alman Köylüleri derebeylerinin şatolarını yakarken bu şarkıyı söylüyorlardı.