"Sosyal konut" aldatmacası ve KEY örneği
Seçimleri kazanabilmek için "sosyal konut aldatmacası" şimdilik son sığınak. Ama Özal-Erdoğan çizgisinde, sosyal devlete gerçek anlamda yer yok.
Oğuz OYAN
Toplu Konut Fonu (TKF) 1984 yılında Özal iktidarı tarafından kuruldu. Daha kuruluşundan itibaren bu fonun asıl işlevinin toplumun alt kesimlerine sosyal konut üretme olmadığını yazdık sevgili Ali Rıza Aydın ile ortak kitap-makale çalışmalarımızda. 36 yıldır süren uygulamalar da bunu kanıtlamaktan başka bir şey yapmadı. Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve iktidarlar, orta ve orta-üst gelir kesimlerine hitap etti; yazlık konut kooperatiflerini bile finanse etti. Bu arada lüks konut inşaatları istisna düzeyinde kalmadığı gibi konut-dışı alanlarda da sıklıkla kuruluş amaçlarının dışına çıktı/çıkarıldı. AKP'nin 20 yıllık icraatının son demlerinde "sosyal konut"u hatırlaması da zaten böyle bir hedefinin olmadığının itirafı niteliğindeydi.
Her şey seçim için
250+250 bin "sosyal konut" (artı 50 bin işyeri) üretimi projesi AKP'nin son büyük seçim vaadi olarak geçen hafta gündemimize girdi. Ne ayrıntılı projesi, ne imar düzenlemesi yapılmış arsaları, ne finansmanı, ne geri ödeme düzenlemeleri, ne üretim koşulları ve süresi doğru düzgün çalışılmış olan bu proje üzerinde bugüne kadar çokca yazıldı çizildi. Ciddi devlet sübvansiyonunu gerektireceği için Hazine'nin epeyce bir yük altına sokulacağı bu projede, talepleri kabul edilecek vatandaşların da "memur maaş artışlarına endeksli ödeme planlarıyla" ciddi bir belirsizliğe ve artan maliyetler girdabına sürükleneceği de şimdiden belli. TOKİ'nin 2019'da başlatıp da bitiremediği sözde sosyal konut projeleri dururken, inşaat krizi ve güven aşınması nedeniyle TOKİ'nin ihalelerine girmekte pek heveskâr olmayan yüklenicilerin durumu da ayrı bir belirsizlik öğesi.
Bu arada son projeden yüzde 10 peşinatla seçim öncesini rahatlatacak büyüklükte fon toplanamayacağı düşünülmüş olmalı ki daha önce başlamış TOKİ projelerine peşin ödeme halinde yüzde 25'lik bir indirim düzeneği de Erdoğan'ın 22 Eylül tarihli açıklamasıyla devreye sokulabilmekte!
Seçimleri kazanabilmek için "sosyal konut aldatmacası" şimdilik son sığınak. Ama Özal-Erdoğan çizgisinde, sosyal devlete gerçek anlamda yer yok. Bunun kanıtlanması gerekmiyor ama en kuşkucuları dahi ikna edebilmeliyiz; bunun için biraz tarihi süreç analizine ihtiyaç duyulabilir.
Bir örnek olay: Konut Edindirme Yardımı (KEY)
Özal döneminde 1987'de KEY, 1988'de ise Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH) kuruldu. Her iki fonun ortak amaçlarından biri, Hazine'ye ek finansman olanakları sağlamak, kamu iç borçlanmasının faiz maliyetlerini düşürüp vadelerini uzatmak olmuştu. (2000 sonrasında bu rol İşsizlik Sigortası Fonu'na geçecektir). Bu fonların diğer bir özelliği, birikimlerinin toplandığı kamu bankalarına düşük maliyetli önemli mali kaynaklar sunmaktı. T. Emlak Bankası da -2001 yılında feshedilene kadar- yıllarca KEY kaynaklarını diğer bankaların faiz ortalamalarının yarısı düzeylerinde "nemalandırarak" mali sömürünün aracı olmuştu.
KEY öyle vaatlerle sunulmuştu ki, isteyen/istemeyen herkes konut sahibi yapılacaktı! "Herkese konut" aldatmacasının açığa çıkması uzun sürmeyecekti. En az 180 aylık (15 yıllık) katkı/yardım süresinin tamamlanması (3320 s. Kanun/m.2 ve 5) gerekmekteydi. Oysa bu fona katkı mekanizması 9 yıl sonra 1995 sonunda tasfiye edileceğinden bu koşul geçersiz kalacaktı. KEY öyküsünün ikinci evresi katkıların son bulduğu 1995 sonunda başlayacak ve 1999'a kadar sürecektir. Devletin genel mali sömürüsü bu dönemde daha dizginsizdir: ÇTTH'da olduğu gibi KEY'in dövize endeksli tahvilleri de YPK'nin 96/T-27 sayılı kararıyla 1996 yılında geçmişe dönük olarak ve yüzde 60 faiz üzerinden TL'ye çevrilecektir. Sömürü hakkında bir fikir vermek üzere belirtelim: KEY'in dövize endeksli tahvilleri korunmuş olsaydı 1999 Ekim sonunda fondaki birikim TL cinsinden tam 8 kat fazla olacaktı.
Bu arada, KEY ve ÇTTH kesintileri nedeniyle ücretlinin net ücreti ile işverene maliyeti arasındaki farkın açılması, ilk ağızda kayıtdışı istihdamı ve işletmelerin bölünmesini teşvik ederken özellikle sendikasız işçilerin ücretlerini baskılayacaktır. İhrcatçılar bu ek ücret maliyetini ihracatta indiremedikleri için, azalan rekabet güçlerini gene ücretleri aşağıya çekerek aşmaya çalışacaktır. Ayrıca işveren istihdama bağlı olarak ödediği fon kesintilerini de maliyetlere atarak vergiden düşebildiği ve fiyatlara yansıtarak nihai tüketiciye aktarabildiği ölçüde kendi yükünü üzerinden atabilecektir.
Öykünün üçüncü evresi, fonun toplam bakiyesi olan 395 trilyon TL'nin (TL'den henüz altı sıfır atılmamıştı) 1999 sonunda Emlak Konut AŞ'ye, 2002'den itibarense TOKİ'nin "Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı"na (EGYO) sermaye olarak aktarılmasıyla başlar. Kurulan şirketin sermayesinin sözde yüzde 60'ı KEY hak sahiplerinindir. Ancak hak sahiplerinin taşınmazlar üzerinde payları oranında hissedar olmaları ne şeklen ne hukuken sağlanabilmiştir. Bu yeni bir "uyutma dönemi"nin başlaması olacaktır.
EGYO da, hak sahiplerinin aleyhine çalışan "sabıkalı" kuruluşlar arasına katılmakta gecikmeyecektir. TOKİ+EGYO'nun AKP döneminde 2003 yılından itibaren "kat karşılığı/hasılat paylaşımı" yöntemiyle girdiği projelerde EGYO usulsüz işlemlere alet edilecektir. Bu kapsama giren yedi projedeki kamu zararının yalnızca 2004 yılında 774 trilyon TL düzeyinde (o zamanki kurlardan 541 milyon dolar) olduğu belirtildiğine göre, zararın faturasının yüzde 60'ı yani (325 milyon dolar) zımnen hak sahiplerine çıkmaktaydı. (Yüksek Denetleme Kurulu, 2004 tarihli Özel İnceleme Raporu).
AKP döneminde 2006'dan itibaren başlayan dördüncü ve son evre, yani tasfiyeye ilişkin yasama süreci, hak sahiplerinin kayıplarının zirve yaptığı dönem olacaktır. Çok sorunlu olan 30 Mayıs 2007 tarihli yasanın 4. maddesi “hak sahiplerinin alacaklarının nemalandırılması ve ödeme” başlığı altında ilginç formüller üretmektedir. Buna göre, EGYO’nun net aktif değerinin yüzde 60,96’sı hak sahiplerine ödenecektir. Ancak güvenilir ekspertiz değerlendirmeleri yapılmamıştır ve EGYO'nun "net aktif değeri" gerçek rayiç değerlerini yansıtmaktan uzaktır. Karmaşıklaştırılmış hesaplama yöntemleri de kasıtlı bir sis perdesi oluşturmaya dönüktür. Bir tasfiyenin dahi yeni bir ekonomik ve siyasi ranta dönüştürülmek istenmesi ibret vericidir. (Bkz.: O.Oyan, "Toplumu Aldatmada Yeni Fırsatlar mı? (I) ve (II) , Birgün Gazetesi, 25.04.2006 ve 2 Mayıs 2006; güncel bir ayrıntılı çalışmamız, "Türkiye'de 1980'ler Sonrasında İstihdam Vergileri/Fonları Uygulamaları ve Mali-Ekonomik Etkileri" başlığıyla yayınlanacak).
Kaldı ki, ne ÇTTH ne de KEY bakımından, bütün hak sahiplerinin kesin envanteri çıkarılamadığı için tasfiye modelleri baştan sorunludur. Ama AKP iktidarı her durumda siyasi fırsatçılığını konuşturacaktır. 2004 yerel seçimleri öncesinde ÇTTH'nin tasfiyesini kullanacak; 2007 genel seçimleri öncesinde ise, "Zorunlu Tasarruf'tan sonra KEY sorununu da biz temizledik" yanıltması üzerinden bir siyasi fırsat yaratmaya yönelecektir.
Peki 2023 seçimleri öncesinde "sosyal konut" aldatmacası üzerinden yeni bir siyasi fırsat yakalayabilir mi? AKP kredisini tüketmiş bir partidir. Seçime az kala, "faydası bana, yükü gelecek iktidara" kurnazlığıyla hareket ettiğini bizzat projeye başvuran vatandaşlar da görüyor olmalı. Her durumda muhalefet bu "siyasi rant devşirme" girişimini teşhir etmekle yükümlü ve sorumludur.