Ne paylaşırsak paylaşalım en fazla birkaç saat süren bir üzüntü, kitlece sergilenen duyarlılık, gündelik hayatın akışı ve hızı içinde yitip gidiyor. Sanki bu olanlar hiç yaşanmamış gibi… Bunlar çok da sağlıklı bir yas tutma, travmayı göğüsleme işine benzemiyor. Üstelik duyarlılık ya da kamuoyu oluşturmak niyetiyle paylaşılan bu görüntülerin, içeriklerin sanıldığı etki gücünde olumlu çıktıları yok.

Sosyal medyanın yaptırabilecekleri

Arzu Erkan - Uzm. Dr., Psikiyatrist

Sosyal medyayı etkin bir biçimde kullanan, medya ve ruh sağlığı ilişkisi üzerine çalışan biri olarak son zamanlarda profesyonel habercilerin, yurttaş habercilerin ve “sıradan vatandaş”ın sosyal medyadaki paylaşımlarını yakından izliyor, kendi paylaşımlarımı da sık sık eleştirel bir gözle değerlendiriyorum. Günümüz sosyal medya kullanım davranışlarımıza baktığımızda; zorlayıcı yaşam olayları olduğunda “haber vermek”, kitleleri harekete geçirmek, kamuoyu ve duyarlılık oluşturmak, örgütlenmek, yardım aramak, adalet arayışı, isyan etmek, dayanışmak, yas tutmak vb pek çok nedenle milyonlarca paylaşım yapıldığını görüyoruz. Bu paylaşımların kuşkusuz çok sayıda olumlu etkileri ve yararları var. Ben burada beni bu yazıyı yazmaya iten olumsuz taraflarına değinmek; kendime de sorduğum soruları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sevilen bir kişi ölüyor, bir furya halinde onunla kişisel mesajlaşmalardan, e-postalardan ekran görüntüleri, özel fotoğraflar paylaşılıyor. Sanki öldüklerinde bu kişilerin mahremiyet hakları ortadan kalkıyor, artık rıza ve onaylarına gerek kalmıyor, sanki ölenin yakınları bu durumdan etkilenmiyor gibi bir yabancılaşma, nesneleştirme ve kayıtsızlık!

Bir fail nefret suçu veya işkence görüntülerini kaydediyor, şiddetin etkisini ve yaygınlığını artırmak, ünlenmek ve “gücünü ispatlamak” için sosyal medyadan paylaşıyor. Aynı görüntüleri şiddet karşıtı olanlar, sözde protesto etmek için paylaşıyor. Görüntüyü paylaşma niyetlerini değil sonuçlarını dikkate alacak olursak şiddet uygulayanla protesto edenin paylaşma davranışları arasında ne fark var?

Haberciler deprem enkazında göçük altında buldukları şiirleri, aşk mektuplarını, günlükleri kime ait olduklarına, rızası olup olmayacağına, nasıl bir zarar vereceğine bakmaksızın, herhangi bir kamu yararı olmamasına rağmen, ana haber bülteninde okuyor. Sırf bu nedenle günlük tutmayı bırakan, başına bir şey gelirse “arkasında iz bırakmamaya” çalışan çok sayıda insan olduğunu biliyor muydunuz?

İntihar nedeniyle ölenlerin cansız beden görüntüleri, intihar yöntemleri, sevdiklerine yazdıkları intihar mektupları çarşaf çarşaf yayımlanıyor, defalarca paylaşılıyor. Cinayetler en dramatik, en sansasyonel görüntü ve ifadelerle, en ince ayrıntılarına kadar haberleştiriliyor. Kadına şiddet haberleri, cinsiyetçi bir dille şiddeti meşrulaştıran ve kadınları suçlayan ya da çaresizleştiren bir dille paylaşılarak, şiddete davetiye çıkartılıyor, faillere “yol yordam” öğretiliyor.

Gelinen noktada gerek kurumsal gerek kişisel hesaplarda olumlu ya da yansız paylaşımlara rağbet azalırken; hiddet, şiddet, şikâyet, isyan, karamsarlık, kuşku, kaygı içeren paylaşımlar gitgide daha fazla üretiliyor, beğeniliyor, alıntılanıyor ve yeniden paylaşılıyor. Görüntüler ve sansasyon “tık aldıkça” profesyonel haberciler ilgili konudaki eksikleri ve çözüm yollarını işaret eden; sorumlu, eşitlikçi ve hak temelli habercilikten ve kamu yararından büsbütün uzaklaşıyor. Görünen o ki onaylanmış ve haklı hissettiren bu etkileşimin şehvetine kapılıp kendimizi ve birbirimizi şiddeti yeniden üretmeye ve yankı odalarımızın içindeki o karanlığa hapsolmaya koşulluyoruz. Hoş bir anı, mutlu bir an, can yakıcı gündemle ilişkisiz iki satır paylaşanın da vah haline!

Oysa ne paylaşırsak paylaşalım en fazla birkaç saat süren bir üzüntü, kitlece sergilenen duyarlılık, gündelik hayatın akışı ve hızı içinde yitip gidiyor. Sanki bu olanlar hiç yaşanmamış gibi… Bunlar çok da sağlıklı bir yas tutma, travmayı göğüsleme işine benzemiyor. Üstelik duyarlılık ya da kamuoyu oluşturmak niyetiyle paylaşılan bu görüntülerin, içeriklerin sanıldığı etki gücünde olumlu çıktıları yok. Aksine travma haberlerinin veriliş biçimleri; travmaları tetikleyici, şiddet bildirimi konusunda cesaret kırıcı ve caydırıcı nitelik taşıyabiliyor. Dahası görüntüler, benzer şiddet deneyimi olan kişilerin kendileri ya da yakınları için sıklıkla tetikleyici ve travmatize edici oluyor.

Kaldı ki haberciler ve sade vatandaşlar olarak şiddet görenin yanında olmamız için tablonun ille de trajik olması mı gerekmeli? Psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet… Hepsi şiddet ama insanlar ne yazık ki ortada ciddi fiziksel şiddet, cinsel saldırı gibi daha dramatik tablolar varsa, konuya işte o zaman dikkat kesiliyor, psikolojik şiddet ya da ısrarlı takipse görmezden geliniyor. "Trajik" olaylar gündemdeyken birçok kadın cinayeti işlenmeye, birçok kadın ve LGBTİ+ şiddet görmeye devam ediyor ancak çoğu görülmüyor, konuşulmuyor, çünkü artık “yeterince dikkat çekici” değiller. “Daha az trajik” olanlar, sıradan olaylarmış gibi algılanmaya başlıyor. Çoğu kadın cinayetinin çoğu zaman ısrarlı takiple ya da psikolojik şiddetle başladığı bilgisi gün gibi aşikârken şiddet biçimleri arasında bir hiyerarşi kurmanın kime, nasıl bir yararı var?

İşin bir başka boyutu da şu: Şiddet olaylarında maruz kalanın beyanı esastır. Oysa çoğu olayda ispat için görsellerin kamuyla paylaşılması beklentisi “O kişiye ancak somut delil varsa inanılır, yoksa inanılmaz” şeklinde bir algı oluşturuyor. Bu kez mahrem kalması gereken görseller, adli tıp raporları, dava dilekçeleri ortaya saçılıyor. Tüm bunlar bir süre sonra kişilerin beyanın inanılırlığını ve güvenilirliğini sorgulatan bir alışkanlığa dönüşüyor. Daha fazla delil/görüntü isterken, şiddete duyarlılık eşiğimiz gitgide yükseliyor. Bu, sizce de bilgilendirme ihtiyacından çok, şiddet pornografisi üretimine hizmet etmiyor mu?

Artık insanlar sosyal medya hesaplarından vasiyetlerini açıklıyorlar: “Başıma bir şey geldiğinde ya da ben öldükten sonra bana ait bilgi, belge, yazışma, görsel paylaşmanıza, mahremiyetimi açmanıza onayım yoktur,” diye.

O nedenle gelin sosyal medyada bir paylaşım yapmadan önce kendimize soralım:

■ Bu paylaşımı insanları haberdar etmek için mi yoksa dikkat çekmek için mi yapıyoruz?

■ Tek bir “tıkla” bir şey paylaşıp görevimizi yapmış duygusuyla kenara mı çekileceğiz yoksa yaptığımız paylaşım insanlara yararlı mı zararlı mı olacak?

■ Kişinin mahrem kalması gereken bilgilerini, intihar/şiddet yönteminin detaylarını, görselleri sakıncalı olduğu halde paylaşıyor muyuz?

■ "Ölüm uykusuna yattı" diyerek intiharı, “karşılıksız aşk ölümle bitti” derken kadın cinayetlerini romantikleştiriyor, meşrulaştırıyor muyuz?

■ Kopya/taklit intihar, şiddet riskini artırıyor muyuz?

■ Şiddet gören, acı çeken, yokluk çeken bir canla empati kurmak, duyarlılık göstermek, destek olmak için görüntülere, intihar mektuplarına, dramın gözler önüne serilmesine ihtiyacımız var mı? İşler bu noktaya gelmeden de farkında ve duyarlı olmak nasıl mümkün?

■ Acı ve şiddet "pornografisi" üretmemeye, duyarlılık sergilerken insanların mahremiyetlerini ihlal etmemeye, paylaşımlarımızla insanları travmatize etmemeye dikkat ediyor muyuz?

■ Toplum ruh sağlığı konusunda çalışan uzmanların, sağlık örgütlerinin bu konudaki açıklamalarına, haberci ve iletişimciler için yayımlanan kılavuzlara uygun davranıyor muyuz?

Yeni nesil iletişim araçlarının kitleleri etkileme yolunun ve gücünün farkında olduğumuz kadar, medya okuryazarlığı, etik ve sorumlu habercilik konusunda da farkındalık kazanmak, şiddeti yeniden üretmeyen bir iletişim dili oluşturmak, ancak ortak çaba ve birbirimizi yönlendirmemiz ile mümkün!

***

Kaynaklar ve Okuma Önerileri

https://www.psikiyatri.org.tr/1384/ttb-ve-tpd-basin-aciklamasi-medya-ve-psikiyatri

https://www.psikiyatri.org.tr/basin/513/cinsel-saldirilarla-ilgili-medyada-yer-alan-haberlere-yonelik-basin-aciklamasi

https://cinselsiddetlemucadele.org/yayinlar/cinsel-siddet-alaninda-hak-temelli-habercilik/

https://www.tgc.org.tr/bildirgeler/t%C3%BCrkiye-gazetecilik-hak-ve-sorumluluk-bildirgesi.html