Safsata terimi toplumda çoğu zaman hatalı bilgi, dezenformasyon ya da yanlış anlamında kullanılıyor. Ancak öyle değil. Su götürmez bir gerçeği de safsata yoluyla ifade edebilirsiniz. Safsata ön kabulleri ya da yapısı nedeniyle geçersiz veya zayıf olarak niteleyebileceğimiz argümana denir.

“Söylem tepede üretiliyor, tabanda tüketiliyor”

Y. Emre Ceren

İçinde bulunduğumuz seçim döneminde sosyal medyadan ve miting alanlarından pek çok safsata dile getirildi. Bu safsatalar insanları yanlışa yönlendirmekle kalmayıp zaman zaman ileri derecede kutuplaşmalara sebebiyet verdi. Biz de bu safsataları Safsatalar kitabının yazarı ve araştırmacı Tevfik Uyar ile konuştuk. 

Seçim döneminde safsatanın her türüyle karşılaştık gibi. Sizin ilk aklınıza gelen safsatalar nelerdi?
Her koşulda, her zaman, her coğrafyada en sık karşılaşılan safsata, insan karalama (ad hominem) safsatasıdır. Yani muhatabın iddialarına yanıt vermek yerine, muhatabın alakalı ya da alakasız, gerçek ya da değil, olumsuz bir özelliğine veya geçmişteki bir eylemine atıfta bulunarak karalamak yoluyla, onun iddiasını zayıflatmaya çalışmak... Toplum önünde cereyan eden tartışma ya da rekabet içerisinde maalesef oldukça etkili bir safsatadır. “Belden aşağı vurmak” deyimiyle ifade edebileceğimiz söylemlerin çoğunu bu safsataya örnek sayabiliriz.

Öte yandan, bizzat politikacılar arasında cereyan etmese de farklı ideolojileri destekleyen kişilerin tu quequo, yani “sen de” safsatası yaptıklarını görmek mümkün. Türkiye’deki kitle partilerinin geçmişleri çok yüklü olduğundan herhangi bir iddiaya karşı, karşı tarafın geçmişinden benzer bir olay bulmak çok olası çünkü. 

Zaten en başından şunu söylemek isterim: “Safsata” terimi toplumda çoğu zaman hatalı bilgi, dezenformasyon ya da yanlış anlamında kullanılıyor. Ancak öyle değil. Su götürmez bir gerçeği de safsata yoluyla ifade edebilirsiniz. Safsata ön kabulleri nedeniyle ya da yapısı nedeniyle geçersiz ya da zayıf olarak niteleyebileceğimiz argümana denir. 

Safsataları kullanarak insanları yönlendirmek nasıl mümkün oluyor? Bunun önüne nasıl geçilir veya mevcut imkânlar göz önünde bulundurulduğunda geçilebilir mi?
Büyük bir çoğunluk için geçilemeyeceğini düşünüyorum. “Kemik kitle” denen seçmenler için safsatalar yönlendirici değildir. Zaten kemikleştirmiş olduğu düşünceleri rasyonalize etme araçlarıdır. Kutuplaşmanın ve kimlik siyasetinin doğal sonucu olarak düşünebiliriz bunu. Destekledikleri partinin ya da siyasilerin bazı eylemlerinden onlar da rahatsızlık hissedebilir. Ancak propaganda amacıyla üretilen safsatalar bu rahatsızlığı giderici bir gerekçe sağlar. Ancak Türkiye gibi ülkelerde seçim sonuçlarını belirleyen kitlenin “kararsızlar” olarak da anılan kitlenin içerisinde bulunan, aslında belki de sadece rasyonel karar vermeye çalıştığı için, yani aslında kendilerine verilen ismin aksine “karar verme” eylemini gerçekten yerine getiren bir azınlık olduğunu da unutmamak gerek. 

İktidar olanın sürekli “biz gidersek her şey biter” söylemine sığınmasına, yani yaygın korku kanısı oluşturmasına da safsata diyebilir miyiz?
Mantıksal yapı olarak korkuya başvurma safsatasına uymaktadır. Ama tek başına belirsiz. Her şey nedir? Bu noktada bu söylemin alıcısı olan kişinin çerçevesinden bakmamız ve öncüllerini değerlendirmemiz gerekir. Örneğin, bankamatik memuru olarak hayatını sürdüren ya da liyakati yeterli olmamasına rağmen önemli bir konuma getirilmiş biri için bu oldukça geçerli bir argüman olabilir. O halde buna safsata diyemeyiz. Ama şu an ekonominin gayet iyi olduğu gibi bir öncülden kitleler için bu argüman geliştiriliyorsa o zaman argüman haksız olacaktır ve safsataya dönüşecektir.

Safsatalar bir noktadan sonra kendi fanatik kitlesini yaratıyor. Fanatik kitlelerin oluşumu da safsatanın yeniden üretimi midir?
Siyasetin yapısı gereği bu böyle sanırım. Söylem tepede üretiliyor. Tabanda tüketiliyor. Az önce bahsettiğim şekilde birer rasyonalizasyon aracına dönüşüyor. Kişilerin mevcut politik kararlarını neden değiştirmemesi ya da biraz olsun kararsız olan kişinin tekrar eski kararına neden dönmesi gerektiği yönünde bir gerekçelendirme sunuyor. Politikacılar daha görünür oldukları için onların safsatalarını konuşuyoruz ama esas zemin gündelik hayatta. Karşıt görüşlü insanlar tartışmalarında bu safsatalar sayesinde aslında ne kadar haklı olduklarını düşünürler. Safsatanın içeriği kutuplaşmaya katkıda bulunuyorsa da elbette fanatik kitlelerin oluşmasına yol açar. 

Son olarak da iktidarlar genelde kaybedeceklerini anlayınca şerdeki hayra başvuruyorlar veya hatalarını kabul edip karşılarındakinin kendilerinden daha hatalı olduğunu öne sürüyorlar. Buna dair görüşleriniz nelerdir?
Sanırım gelişmiş demokrasilerde hatayı kabul etmenin tek sonucu istifa olmalıdır. “Ama onlar daha hatalı” demek, hatanızın seçmeninizde yarattığı olumsuz duyguyu silmeyi sağlıyor. Kutuplaşmanın en belirgin sonucu zaten bu maalesef.