Şu yıldızlara baksana Eda
Fransız gazeteci, yazar Sandra Le Guen’in dilimize çevrilen ilk kitabı Sığınak; arkadaşlığın sarıp sarmalayan sıcaklığını sonuna kadar hissettiren bir hikâye.
ÇİĞDEM YALMAN KOPAN
Hollanda haritasının ortasına denk gelen küçük bir şehirde bir akşam vakti bisikletlerimizle eve dönüyorduk. Başımı kaldırdım, gökyüzünde parlayan o nokta nokta ışıklar beni başka bir anıya götürdü. Türkiye haritasının güneyine denk gelen küçük bir köyde bir akşam vakti annemlerle babaannemin tavanında odunlar dizili evine gidiyorduk. Başımı yukarı kaldırıp öyle kalakaldım.
“Yıldızlara baksanıza, ne kadar büyükler, sanki uzansam dokunacakmışım gibi.”
Gökyüzünün böyle bir sihri var işte, insan 13 yaşında da 33 yaşında da sanki aynı yıldızları görüyormuş gibi heyecanlanıyor. O tanıdık eski dost hep orada, biz bu dünyadan gelip geçerken o sanki bir adım bile kımıldamıyor.
Natali’nin sınıfına yeni bir kız geldi. Biraz sessiz, parmağıyla gösterip elleriyle anlatan, sürekli çizimler yapıp sık sık gökyüzüne bakan…
Adı Leyla, diye anlatmaya başladı Natali annesine. Leyla, ailesiyle birlikte ülkesindeki savaştan kaçmıştı. Küçük bir teknede bir sürü insanla birlikte zorlu bir yolculuktan geçmişti. Yol boyunca gökyüzü tek sığınağı olmuştu ve şimdi de… Bir ülke değiştirmişti, hayat değiştirmişti.
“Topraklarımız ayrıldı, ama hala aynı gökyüzü altındayız” demiştim 3000 km uzaktaki bir arkadaşıma. Kovalayanımız yoktu, kaçmamıştık da ama yine de “göç” başlı başına bir travma. Bu yüzden Günışığı Kitaplığı’ndan yeni çıkan Sığınak kitabı, hikâyesiyle, detaylarında kaybolduğum çizimleriyle kalbimin en hassas yerine dokundu.
Gün geçtikçe daha ilginç hâle gelen bu dünyada hepimiz bir sığınak arıyoruz. Bu, bazen bir arkadaş, geçmişten güzel bir anı, eski bir ev oluyor; bazen de bir ülke, bir yardım eli, aynı dili konuşmasak bile anlayışla gülümseyen bir yabancı… Gökyüzü ise belki de hepimizin ortak sığınağı. Sırlarına hayran kaldığımız, derin nefesler aldığımız, bulutlarından şekiller yaptığımız ortak alanımız.
İşte Natali ve Leyla’nın arkadaşlığı böyle bir yerden başlıyor, ve onlar sayesinde birbirini tanımayan, aynı dili bile konuşmayan iki aile bir araya geliyor. Sayfaları çevirdikçe Natali’nin evinin sıcaklığı Leyla’nın üzerinde taşıdığı savaş izlerine karışıyor.
Yalın cümlelerle her yaştan okur için anlaşılır bir şekilde işlenen bir sığınma hikâyesi yetişkinlerin detaylarında farklı izler bulacağı resimlerle bir bütün hâline geliyor. Ve insan bu kitabı okuyup bitirdikten sonra kafasını kaldırıp gökyüzüne bir “ah…” salıveriyor.
Fransız gazeteci, yazar Sandra Le Guen’in dilimize çevrilen ilk kitabı Sığınak; arkadaşlığın sarıp sarmalayan sıcaklığını sonuna kadar hissettiren bir hikâye. Stephane Nicolet’in çizimleri de bu hikâyenin çarpıcı gerçekliğini olabilecek en naif şekilde gösteriyor. Sevgili Şafak Tahmaz’a ise sırf şu cümleler için bile teşekkür etmek isterim: “Derken, yardım kuruluşlarından insanlarla tanışmak, gülümsemeler, sıcaklık, ilgi… Nihayet duyulan sığınma, kucak açma, hoş geldiniz sözcükleri. Buraya varmak o kadar uzun sürmüştü ki!”
Dünyanın tüm zorlu yolculuklarının sevgi dolu yüreklere varması dileğiyle. Bu hikâye aynı gökyüzünü paylaştığımız herkese. Yaşasın çocuk kitapları.