Sıcak para ihtiyacı ülkeyi suç örgütü cennetine dönüştürürken, son dönemlerde peş peşe yapılan operasyonlar geçmişle hesaplaşmadan daha çok uluslararası sermayenin iktidardan talebi doğrultusunda ilerletilen yeni bir dönemi işaret ediyor.

Suç örgütlerine operasyon ‘Soylu’nun tasfiyesi’ ile sınırlı değil: Geçmişin değil, bugünün kavgası
Fotoğraflar: AA

Bahadır ÖZGÜR 

Süleyman Soylu ile ilişkileri gündemde olan, Başkent merkezli suç ağının tepesinde yer alan Ayhan Bora Kaplan’a yönelik operasyonla başlayan süreç, “yeni bir dönem mi açılıyor?” tartışmasını gündeme getirdi. Bu tartışmanın eksenini belirleyen şey ise Mehmet Şimşek’in dış kaynak ihtiyacını gidermeye yönelik, Batı sermayesinin eğilimlerine uyumlu bir ekonomi programı. Yani soru şu: AKP, muhtemel bir topyekun krizi önlemek için ekonomi politikalarında bir ‘regülasyona’ giderken, acaba Türkiye’nin kara para, uyuşturucu, mafya organizasyonlarının merkezi olma sicilini de temizleyecek bir ‘düzeltme harekatına’ mı girişiyor?

SICAK PARA MECBURİYETİ

Gelişmelere iki açıdan bakılabilir. İlki; iktidar mimarisi içindeki güç savaşını ilgilendiren kısım. İkincisi ise çok daha geniş ve köklü bir sorun. Burada ekonomiyle organize suçu paralel okumak lazım. Türkiye ekonomisinin büyüdüğü, servet ve sermaye birikiminin aşırı hızlandığı dönemlere organize suçtaki bir genişlemenin de eşlik etmesi ve bu dönemin sonunda ortaya çıkan ekonomik krizler veya risklerle beraber suç dünyasını da kapsayan bir yeniden organizasyonun gerçekleşmesi. Bu elbette biraz kaba bir şablon. Lakin, Türkiye’nin çetelerle malul tarihine bakınca çok isabetsiz bir yaklaşım olmadığı görülür.

Soylu-Kaplan-bürokrasi ilişkisi, özellikle 2016’dan sonra inşa edilen olağanüstü karakterli rejimin bir parçasıydı. Sürecin detayını biliyoruz. Gezi protestoları, darbe kalkışması, çözüm sürecinin bir şiddet sarmalına evrilmesi, MHP ile koalisyon vs. Aynı zamanda Erdoğan’ın kamu kaynağı dağıtımını hızlandırdığı, imar rantlarını yaygınlaştırıldığı, faiz politikasıyla yarattığı ucuz TL kaynağı sayesinde hem farklı sermaye kesimlerini, hem kendi sosyal tabanını tuttuğu, rantiye kesimine muazzam transferlerin yapıldığı bir süreç. Dolayısıyla böyle bir ekonomi politikanın sürdürülebilmesi, yoğun kaynak gerektiriyordu. İşte Türkiye’nin bir kara para cennetine dönmesinin, organize suçun patlamasının, dünyada bu parayı kontrol eden ne kadar suç ağı varsa buraya hicret etmesinin sebebi, genel olarak buydu.

Öncesinde siyaseten neredeyse bir değeri olmayan Soylu’yu güçlendiren de işte bu dinamiklerdi. O dinamikler iki açıdan değişiyor şimdi. Erdoğan her keskin dönemeçte, siyaseten de bir temizlik yapıyor. Mesela; Melih Gökçek’in etkisizleştirilmesi de böyleydi. Seçim sonrasında Hakan Fidan’ın dışişlerine, İbrahim Kalın’ın MİT’in başına geçmesi, eski bakanların vekil yapılarak siyasi karar mekanizmasından çıkarılması vb. Saray merkezli güç halkasında bir yeniden yapılanma demekti. Erdoğan’ın ana dertlerinden birisinin, bunca yılda inşa etmeye çalıştığı rejimin yönetim biçiminin, kendinden sonra nasıl devam edeceğidir. Bunu unutmamak lazım. Dolayısıyla bugünkü pek çok kavganın, çekişmenin bir ayağı geleceğe uzanıyor. Soylu meselesi de bu çerçevede okunmalı. O ve etrafına ördüğü bürokratik ilişkiler, hukuki bir ablukaya alınarak siyaseten etkisizleştiriliyor.  ‘Kod adı: Operasyon Soylu’ hamlesi sonucunda birkaç bürokrat, emniyetçi, makbul miktarda çeteci yargıya gidecek kuşkusuz. Ancak ötesini düşünmek iyimserlik olur. Peki neden?

Öncelikle Devlet Bahçeli, Soylu’ya sahip çıkan açıklamasıyla özellikle Sinan Ateş cinayeti dosyasını yeniden açacak, MHP’yle iltisaklı emniyet ve yargı bürokratlarını tasfiye edecek bir genişlemeye şimdiden sınırı çekti. Sinan Ateş cinayeti, dev bir siyasi karadelik çünkü.

Diğer sebep ise, devletin ezelden beri sınırı aşan, fazla radara takılan çetelerin kafasını koparmada hiçbir sorununun olmamasına karşın, organize suç-siyaset-bürokrasi-ticaret ilişkilerini hep canlı tutmaya mecbur olması. Bu ilişkiler, fizikteki ‘bileşik kaplar yasası’na benzetebiliriz. Kaplar bileşikse, kaplara konulan bir sıvının düzeyinde fark oluşmaz; su tüm kaplarda aynı düzeyde kalır, düzey yükselir veya alçalır.

SUÇ YALNIZ DEĞİL

Bu metaforu biraz da çarpıtarak uyarlarsak eğer; organize suç Türkiye’de kendi başına işleyen bir alan değildir. Geçmişten beri devlet, ekonomi, siyasetle aynı habitatta yer alır. Türkiye’de kapitalizmin ve devletin evrimiyle organize suç daima iç içe olmuştur. Şöyle bir geçmişe bakalım:

Milli burjuva yaratma ile gasp, cinayet, şiddet, çete faaliyetleri.

70’lerde yükselen sola karşı kontgerilla faaliyeti ile silah ve uyuşturucu kaçakçılığı.

Özal zamanı turizmci, tekstilci, ihracatçıların yine organize suçun önde gelen isimlerinden devşirilmesi (1984’teki meşhur Zürih zirvesi).

Çiller dönemi Susurluk ilişkileri, bu ilişkilerin kamu bankalarına, özelleştirmelere uzanması, kumarhane gelirinin devlet bürokrasisince de paylaşılması, KKTC’de Vatikan’ın dahi parasının aklanması amacıyla banka kurulması ve günümüzde artık küresel bir ticaret olarak suç faaliyetinin iktidarla, ekonomiyle bütünüyle ortak bir yaşama kavuşması…

PİYASA REGÜLASYONU

Bugünkü tablo çok daha vahim tabi ki. Zira devleti organize suçtan, sermayenin legal ticaretini illegal ticaretten ayıran şey nihayetinde ceza yasasıdır. Organize suç, ceza yasasından kurtulduğu anda tastamam bir piyasa faaliyetidir. Eğer bir ülkede siyasi iktidar, bürokrasi, şirketler de ceza yasasından azade kılınırsa, orada neyin suç, kimin suçlu olduğunu ayırt etmek mümkün olmaz.

Bugün iktidarın hangi mensubuna ceza yasaları işliyor? Daha yeni Sarallar örgütünün tamamı, demir çelikte milyarlarca kamu zararına yol açan, çökme-gasp-naylon fatura faaliyeti yürüten üç organize suç örgütünün mensubu serbest kaldı. 4.5 ton kokainin sahibi bilinmiyor vs. Böyle bakınca şu an olan şey başta da söylediğimiz gibi dönemin ihtiyaçlarına uygun bir ‘piyasa regülasyonu’dur. Belki çok daha fazla çetecinin kafası koparılacaktır ama milyarlarca dolarlık kaynağın nereye aktığı, kimin mülküne, servetine dönüştüğü, siyasetin, bürokrasinin finansmanında nasıl kullanıldığı asla ortaya çıkmayacaktır. Susurluk’un bütün sonucu 1998’de Sadet Peker, Alaattin Çakıcı gibi isimlerin MGK talebiyle gelip teslim olmaları, birkaç yıl cezaevinde yatmalarıydı. Esas olan siyasi cinayetler ve uyuşturucu trafiği konusunda ise Mehmet Ağar, suç örgütü kurmaktan kısa süre yatıp çıktı, yakın zamanda da bütünüyle aklandı. O zamandan bu zamana Ağar emniyet müdürlüğünden bakanlığa ve nihayetinde de varlıklı bir ‘iş insanına’ dönüştü.

Özetlersek, Soylu odaklı operasyon bir siyasi regülasyondur. Buradan yola çıkılarak yapılan organize suça dair operasyonlar da 2016 rejiminin ekonomi politikasında yaşanan iktisadi regülasyonla uyumlu sürecin parçasıdır. Sorunları gün yüzüne çıkarıp çözmeye değil, sicili düzeltmeye, organize suç dünyasını yeniden organize etmeye, miadı dolmuş baronlardan alınan ‘tacın’ başkalarına takılmaya başlandığı bir devir teslim törenidir.