A. ÖMER TÜRKEŞ Polisiye edebiyatın büyük ustası Celil Oker’i geçtiğimiz hafta kaybettik. Hem sevdiğim bir arkadaş hem beğendiğim bir yazardı Celil Abi. 80’li yılların başında Yarın Dergisi’nde tanışmıştık. Onun ilk hikayelerinin, benim ilk eleştiri yazılarımın yayımlandığı, edebiyatın bir direniş biçimi, hayata karşı alınan bir tavır olarak algılandığı yıllardı. Yıllar sonra ilk polisiyesini okuduğumda anladım ki […]

Suçun ve gerçeklerin peşinde

A. ÖMER TÜRKEŞ

Polisiye edebiyatın büyük ustası Celil Oker’i geçtiğimiz hafta kaybettik. Hem sevdiğim bir arkadaş hem beğendiğim bir yazardı Celil Abi. 80’li yılların başında Yarın Dergisi’nde tanışmıştık. Onun ilk hikayelerinin, benim ilk eleştiri yazılarımın yayımlandığı, edebiyatın bir direniş biçimi, hayata karşı alınan bir tavır olarak algılandığı yıllardı. Yıllar sonra ilk polisiyesini okuduğumda anladım ki Celil Oker’in edebiyata bakışı değişmemişti. Ve bu bakışıyla polisiye edebiyatımıza yeni bir perspektif kazandıracaktı.

Ama önce, belki henüz okumayanlar vardır düşüncesinden hareketle, “Celil Oker kwimdir?” sorusunun yanıtı ile başlayacağım;

Celil Oker, 1952 yılında Kayseri’de doğdu. Talas Amerikan Ortaokulu’nu ve Tarsus Amerikan Koleji’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1979 yılında mezun oldu. Bir süre çevirmenlik, gazetecilik ve ansiklopedi yazarlığı yaptı. 80’li yıllarda ilk öyküleri “Yarın” dergisinde yayımlandı. 1983’te reklam yazarlığına başladı. 1998 yılında Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1999 yılında düzenlenen Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması’nda “Çıplak Ceset” adlı romanıyla birinci olduktan sonra edebiyat kariyerini “Kramponlu Ceset”(2000), “Bin Lotluk Ceset”(2000), “Rol Çalan Ceset”(2001), “Son Ceset”(2005), “Bir Şapka Bir Tabanca”(2005), “Yenik ve Yalnız”( 2010), “Ateş Etme İstanbul”(2013) ve “Sen Ölürsün Ben Yaşarım”(2016) ile sürdürdü. Kitapları Almanya, Hollanda, Yunanistan ve İspanya’da yayımlandı. Remzi Ünal dizisi dışında 2004 yılında Murathan Mungan, Pınar Kür, Faruk Ulay ve Elif Şafak ile birlikte kaleme aldığı “Beşpeşe” romanı ve 2001 yılında “Beyaz Eldiven, Sarı Zarf” adlı hikaye kitabı da bulunuyor.

“En İyi Yerli”

Celil Oker, ilk maceradan bu yana “yerli bir polisiye nasıl olmalı” sorusunun cevabını aramış ve her romanda cevaba biraz daha yaklaşmıştır. Tam da bu nedenle Celil Oker polisiyeleri kenti, toplumu, insanları, adaletsiz ve eşitsiz bir düzeni bütün gerçekliğiyle sergiler; Çıplak Ceset’te(1999) uyuşturucu ve pornografi dünyasını, “Kramponlu Ceset”te(2000) futbol sahalarını ve podyumları, “Bin Lotluk Ceset”te (2000) bir borsa şirketi özelinde finans çevrelerini, “Rol Çalan Ceset”te(2001) sahne dünyasını, “Son Ceset”te(2005) bilgisayar sektörünü, “Bir Şapka Bir Tabanca”da reklam şirketlerini, “Ateş Etme İstanbul”da özel hastahaneleri, Sen Ölürsün Ben Yaşarım”da kentsel dönüşüm denilen yağmayı polisiye kurgu içinde ele almıştır.

Celil Oker’in polisiyelerinde olaylardan ziyade detektif karakteri öne çıkar. Bu karakter cinayeti çözmek için beyninin gri hücreleri ile yetinen eski kuşak detektiflerine benzemez. Celil Oker’in Remzi Ünal tiplemesi daha çok Dashiel Hammet ya Raymond Chandler tarzında, suçu sokağa indiren, suçun arkasında ekonomik ve toplumsal ilişkileri sorgulayan, metropolün gürültülü sesini dinleyen bir özel detektiftir. Benzerlikler var, zaten Celil Oker de hikayenin içine serpiştirdiği cümlelerle etkilenmeyi inkar etmez. Belki de bu nedenle, hayalimde canlandırırken pardesösü, ağzından hiç düşürmediği sigarası, sert ve kinik tavrıyla Humpry Bogart’la eşleştiriyorum Remzi Ünal’ı. Ama Celil Oker polisiyelerine ya da Remzi Ünal’a bir zamanların özel detektif romanlarının adaptasyonu demek haksızlık olur. Çünkü Remzi Ünal ancak ve ancak 20.yüzyılın sonlarındaki İstanbul’da karşılığını bulabilecek bir karakterdir. Celil Oker’in Remzi Ünal’daki başarısı polisiyelerde sık rastlanmayan gerçek bir insan tipi yaratmasıdır. Ve benim içim polisiye edebiyatımızın gelmiş geçmiş en başarılı detektif tiplemesi Celil Oker’in Remzi Ünal’ıdır.

Remzi Ünal “Özel Dedektif” yani “Private Eyes” teriminin hakkını verecek kadar iyi gözlemler dış dünyayı. Gündelik hayatı ayrıntılarda yakalar. Olayı çözmek için insan davranışlarını tahlil etmek gerektiğinin de farkındadır. Öyle ki Remzi Ünal’ın yaptığı detektiflikten ziyade insan sarraflığıdır; selamına mukabele etmeyen berberin ruh halini, zenginlerin küçümseyici göz atışlarını, kenar mahalle delikanlılarının triplerini ve benzeri pek çok küçük ama karakteristik ayrıntıyı seçer ve tasvir eder.

Onun karamsar ama gerçekçi bakışı İstanbul’u her açıdan kuşatır ki çağdaş polisiye romanda aradığımız tam da böylesi bir kuşatmadır… Söz konusu ayrıntı avcılığı ve tasvirciliğinin mekanlara ve güncel siyasete de yansıdığını özellikle belirtmek gerekir. Ancak Remzi Ünal’ın merceğine takılan İstanbul manzaraları kent güzellemesi yapan yerli polisiyelerdeki çakma görüntülere hiç benzemez. Teneke mahalleler, Kasımpaşa’nın bıçkın kıraathaneleri, Beyoğlu’nun arka sokakları, sefalet, sokak çocukları, gaspçılar, pislik, fuhuş… Ve hemen onların yanı başındaki pırıltılı, steril zengin semtleri…

Yıkılan, el değiştiren, çehresi değişen, zenginlerle yoksulları mekan anlamında da ayrıştıran, kentsel dönüşüm adı altında yeni rant alanları yaratan bir metropol olarak İstanbul, Oker romanlarının suç kurgusunda önemli bir rol oynar. İşte bunları görür Remzi Ünal ve siyaset hiç görünmeden hikayenin katmanlarına yayılıverir. Aslında Remzi Ünal’ın yaptığı dedektiflik işi ‘baştan sona siyaset’tir…