Kitabın üzerinde belki de en fazla durulması gereken diğer önemli iki başlık ise insan hakları ve demokrasi. İktidarda olanlardan muhalefete dillere pelesenk olmuş bu sözcükler en fazla suistimal edilenler oluyor.

Suistimal edilen sözcükler

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr. 

Türkiye’de hem genel hem de yerel olmak üzere iki önemli seçimi geride bırakırken, seçim çalışmalarında muhalefet ve iktidarı temsil eden siyasilerin dilinden insan hakları, özgürlük, eşitlik demokrasi gibi kavramlar eksik olmadı.

Bağımsız medyanın ekonomik gücünün kısıtlandığı, siyasal olarak baskı altına alındığı ülkemizde öte yandan sosyal medya trollerinin ve bağımsız ol(a)mayan farklı medya platformlarında yalan, düzmece ya da manipülatif haberler ile gerçek ve yalanın ayırt edilemez olduğu tartışmalı bir dönemi de geride bıraktık. Bu süreçte insan hakları, demokrasi gibi kavramları her bir siyasi parti kendi ideolojisine göre ve hedefine ulaşmak üzere yorumlayarak kavramların nasıl istismar edildiğini de gördük. Tam da bugünlerde Siyaset Bilimci David Ranan’ın editörlüğünü üstlendiği 2021 yılında Almanya’da yayınlanan Sprachgewalt adlı derleme kitabın Türkçe çevirisi Dilin Gücü adıyla yayınlandı. Kitapta Antisemitizm, Yurtseverlik, Halk, Terörizm, İnsan Hakları, Gerçeklik, Demokrasi vd kavramların ulusal ve uluslararası tartışmalarda nasıl da bağlamından kopartılarak ve araçsallaştırılarak bir siyasal mücadele kavramına dönüştürüldükleri her bir kavramın etimolojik kökeni, tarihsel gelişim ve dönüşümü incelenerek günümüzdeki bağlamı çerçevesinde ortaya konuyor. 

David Ranan, kitabın sunuş bölümünde George Orwell’in 1946 yılında Politics and the English Language adlı denemesinden “politik dil, yalanları doğru ve cinayetleri saygın göstermek ve boş gevezeliklere dikkat çekmek için tasarlanmıştır” cümlesine atıfla aslında Orwell’in yapmış olduğu bu tespitlerin bugünün dünyasına hiç de uzak olmadığını gösteriyor ve bu nedenle kitabın her bir makalesinde tartışmaya açılan kavramlar üzerinden “kasıtlı olarak yanıltıcı olabilen ve çoğu zaman yanıltıcı olan dil konusunda farkındalık yaratmayı” amaçladığını söylüyor. Kitapta her bir bölümün yazarı sıklıkla kullanılan ve çoğu zaman zor ve farklı şekilde anlaşılabilen bu kavramların siyaset dilinde “yargılamak, kategorize etmek, iyi/kötü olarak ayırmak, aklamak/damgalamak, içermek/dışlamak, teşvik etmek/yok etmek için nasıl kullanıldığını ya da suistimal edildiğini tarihsel olarak geçmişten bugüne somut örnekler üzerinden ortaya koymayı” deniyor. Çünkü politik dilin yeni medya olanaklarıyla, yapay zekâ ve sahte görsellerle çoğu zaman yalanları gerçek gibi gösterme konusunda daha da sofistike bir yapıya büründüğü ve bu nedenle gerçeğin yalandan ayırt edilmesinin zorlaştığı bir dönemdeyiz ve Türkiye de özellikle seçim dönemlerinde çok aşina olduğumuz bir durum bu. Örneğin birinci makalenin konusu olan “yalan haber”, düşük düzeyde gerçeklik, sözde gazetecilik tasarımı ve aldatma niyeti adı altında üç başlık altında sınıflandırılıyor. Yazar yalan haberi “belli bir dereceye kadar yanlış olan ve dolayısıyla yanlış anlamalara yol açabilecek bilgiler aktarımı olarak değerlendiriyor ve bunun da sözde gazetecilik tasarımlarıyla” karakterize edildiğini söylüyor. Yani gerçek bir haberin sunuluşu gibi yalan haberler de “bir başlık, bir ana metin ve görsel gazetecilik yazılarındaki klasik yapısal özelliklere” sahip ve gerçekdışı içeriğin varlığı gazetecilik normlarını ihlal ediyor. Böylece hiçbir şekilde yanlış bilgi üretilmediği varsayımı ile bir dezenformasyon biçimi olarak kasıtlı aldatma yoluna gidiliyor. Dolayısıyla büyük medya kuruluşlarının tekelleştiği, siyasallaştığı ve birçoğunun ekonomik, siyasal ilişkileri bağlamında varolan iktidarın bir temsilcisi haline geldiği günümüzde dijitalleşmiş, parçalanmış bilgi ortamında yanlış bilginin yaygınlaşması birçok siyasal aktör için güçlü bir silah haline gelirken, “bu aktörler tarafından yalan haber kendi politikaları hakkında eleştirel haber yapan bağımsız haber medyasını itibarsızlaştırmak için kullanılmaktadır.” 

Bir diğer önemli başlık ise “ırkçılık.” Son yıllarda dünyada birçok ülkede ırkçı söylemi benimseyen ve bu söylemi politik bir amaca dönüştüren siyasal partiler yükselişe geçti. Irkçılık en basit tanımıyla bir gruba karşı somut bir düşmanlık, belli insanlara karşı sözlü ya da fiilî ayrımcılık olarak ifade edilebilir. Buna göre, insanlar arasında sonsuz eşitsiz muameleyi ve köklü önyargıları talep eden ve belli grupların somut olarak ayrıştırılması, dışlanması anlamına gelen ırkçılık tarihsel olarak çok eskilere dayanan bir ideoloji olarak ırkçının algısını ve eylemlerini makul kılan somut ya da hayalî bir mantığa dayanıyor. Lévi Strauss, “ırkçı dışlamayı basit bir eşitsizlik doktrinin bir sonucu olarak gören evrenselci anlayışa kuşkuyla yaklaşır ve bu nedenle ırkların eşitsizliği fikrinin çürütülmesi ve yerine kültürlerin çeşitliliği ve bunların tarihsel değişimi kavramının” getirilmesi gerektiğini savunur. Çünkü dünya küreselleştikçe ve eşitlendikçe, insan hareketliliği arttıkça ırkçılık farklı biçimlerde ve görünümlerde ve çoğu zaman düşmanca şiddet biçimleri öngörüsüyle sürekli biçim ve hedef değiştirmektedir. Günümüzde dışlama ve düşmanlığı biyolojik olarak meşrulaştıran eşitsiz bir ırklar düzeni varsaymak yerine ırkçı dışlama ve düşmanlığın kendisi halkların, ırkların ve kültürlerin hayatta kalma mücadelesi için doğal bir davranış biçimi görünümü almıştır. Özellikle sağ popülist partiler bugün ırkçılık kavramını sabit ırksal düzeni savunmaktan öte kendi kimliğini, kültürünü veya medeniyetini yabancı etkilerden korumanın ve içerdeki tahrip edici unsurlardan (son yıllarda özellikle göçmenlerden) arındırmanın ve kontrolü yeniden üretim yoluyla muhafaza etmenin gerekliliğini savunuyorlar. 

Kitabın üzerinde belki de en fazla durulması gereken diğer önemli iki başlık ise insan hakları ve demokrasi. İktidarda olanlardan muhalefete dillere pelesenk olmuş bu sözcükler en fazla suistimal edilenler oluyor. “İnsan hakları, yurttaşların korunmasını sağlar ve güçsüzlerin evrensel çıkarlarını” tanımlar. Buna karşın bu tanım bir paradoksa yol açmış ve insan hakları uluslararası ilişkilerin “yeni ahlakı” işlevi gördüğü için çok sayıda muhafazakâr hükümetler, sağcı, devlet dışı aktörler kendi politik çıkarları için insan hakları söylemlerinin dilini ve stratejilerini benimseme yoluna gidiyorlar. Yakınsama, yansıtma ve tersine çevirme mantığı ile insan haklarını siyasal amaçları için kullanan, muhafazakârlar insan hakları söylemini anlam yaratmak, suçluluk ve masumiyet sorularını gündeme getirmek için kullanıyorlar. Bununla birlikte farklı siyasal gündemlere sahip örgütler aynı ahlaki meseleler üzerinde mücadele etmekte ve ürkütücü derecede benzer ve insan hakları diliyle ifade edilen kampanyalar başlatmaktalar ancak bakıldığında bu kampanyaların taşıdığı ideallerin taban tabana zıt olduğu görülmektedir. Örneğin “bir grup eşcinsel karşıtı mevzuatı bir insan hakları ihlali olarak görürken, diğer tarafta bazı STK’lar eşcinsel karşıtı mevzuatın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 16. maddesine (evrensel aile ile ilgili olan) başvurarak insan haklarını nasıl koruduğunu gösterme yoluna” gidebiliyorlar. Bu da insan hakları söyleminin, “içinde harekete geçirildikleri güç ilişkilerinin tanımı tersine çevirip, altını oyarken, ahlaki ve hukuki kategorileri (mağdur/fail) şekillendirme gücüne sahip olduğu anlamına geliyor ki bu da siyasal hedefleri ilerletmek için bir araç ve farklı aktörlerin dünyadaki kendi konumlarını ve tanık oldukları, önemsedikleri olayların siyasal anlamını kavrama biçimlerini şekillendiren epistemolojik yorumlayıcı bir çerçeve” oluşturuyor. Birçok aktör tarafından meşruiyete giden birincil yol olarak görülen ve çoklu anlam taşıyan ve bundan dolayı en fazla istismar edilen bir diğer tartışmalı kavram ise Demokrasi. Halk ve İktidar sözcüklerinin karşılığı olarak halkın iktidarı anlamına gelen bu kavram tarih boyunca sayısız farklı yoruma yol açacak kadar soyut kalmıştır. Dolayısıyla “hem farklı demokrasi idealleri hem demokrasinin farklı kurumsal uygulamalarının çeşitliliği nedeniyle günümüzde demokrasinin biçimini belirleyen liberal, müzakereci, katılımcı, temsilî, doğrudan demokrasi gibi farklı sıfatlara” ihtiyaç duyulmaktadır. Oysa demokrasi, eşitlik ve özerklik gibi normlar açısından tanımlanan karmaşık ve çok katmanlı bir kavramdır ve bu nedenle demokrasinin en önemli bileşenleri olan eşitlik ve özgürlük nasıl uygulanıyor, reddediliyor ya da ihlal ediliyor sorusunu sormak gerekiyor? Örneğin otoriter rejimler iddialarını desteklemek için seçimlerde oy kullanma hakkı ya da temsil ve müzakere ile iktidara gelmiş olmak gibi! kamu bilincinde demokrasi ile yakından ilişkili uygulamaların varlığına dikkat çekebiliyorlar; Bundan dolayı kurum ve uygulamaların varlığından ziyade her birinin hangi amaçla kullanıldığı daha bir önem arz ediyor.  

Kitabın bir diğer önemli katkısı ise İsrail-Hamas savaşından sonra uluslararası düzeyde alevlenen tartışmalarda yapılan İsrail eleştirileri ya da Filistin’e destek çağrılarına antisemitizm suçlamasıyla karşılık verilmesinin nasıl da bu kavramın bir siyasal mücadele kavramına dönüştürüldüğünü göstermesidir.  

Sonuç olarak dil; manipüle edici gücüyle, güç ve şiddet uygulamak adına kullanılabilen ve medya aracılığıyla yaratılan belirsizlikle insan haklarının suistimal edilebildiği, insanların hukuksuzca suçlanabildikleri, işkence görebildikleri, yaşam haklarının ellerinden alınabildiği, savaşların meşru kılınabildiği dünyamızda bu kitap kavramların siyasal mücadele kavramları olarak nasıl kötüye kullanılabildiğini tarihsel olarak ortaya koyması bakımından önemli. Çünkü bildiğimizi düşündüğümüz kavramların ulusal ve uluslararası koşullarda gücü elinde bulunduranların farklı yorumlamaları, biçim değiştirmeleri, kavramın anlamını tersine çevirerek belli politik hedeflere ulaşabilmek ya da tahakkümü ellerinde tutmaya yönelik çabaları karşısında kendimizi bu entrikalardan korumak için eleştirel okumayı, görmeyi ve eleştirel dinlemeyi öğrenmemiz gerekiyor. 

David Ranan (Ed.): Dilin Gücü – Suistimal Edilen Sözcükler ve Siyasal Mücadele Kavramları, (Türkçe Yayına Hazırlayanlar: Yasemin Ahi, Tamer İlbuğa. Çev. Aydın Cıngı, Can Büyükbay, Hakan Atay, Tamer İlbuğa), Nika Yayınevi, 2023.