İşçi sınıfının "Süleyman Hocası" (Üstün) 19 Mayıs 2007 sabahı hayata gözlerini kapadı. Hocamız bir başka 19 Mayıs'ta (1991) on yıllık sürgünden dönerken eşi Fatma Abla'ya...

İşçi sınıfının "Süleyman Hocası" (Üstün) 19 Mayıs 2007 sabahı hayata gözlerini kapadı. Hocamız bir başka 19 Mayıs'ta (1991) on yıllık sürgünden dönerken eşi Fatma Abla'ya şöyle demişti:

-19 Mayıs'ta Mustafa Kemal Samsun'a ayak bastı, Süleyman Üstün de kendi toprağına!

Süleyman Hoca 19 Mayıs'ta döndü ve 19 Mayıs'ta öldü.

Arkasında onurlu bir yaşam bıraktı.

Cenaze törenine katılanların siyasi yelpazesi Hoca'nın ne kadar kucaklayıcı olduğunu da gösteriyordu. Geçmiş yıllarda birbirleriyle kıyasıya mücadele etmiş politik şahsiyetler, onun tabunun arkasında "tekyürek" olmuşlardı.

Cenazede birlik!

Solun kadersizliği bu...

Üstün Hoca'nın DİSK'in önündeki ve Şişli Camii'ndeki vedası, 1970'lerin sendika kongrelerini çağrıştırıyordu.

DİSK'in eski Başkanı Rıdvan Budak, karşılıklı başsağlığı dilerken bana yanındaki genci tanıştırdı:

-Bak bu delikanlı Mehmet Ertürk'ün oğlu Atlan!..

Tuhaf bir rastlantı.

Bir gece önce Süleyman Hoca'nın acılı evinde Fatma Abla, kızları Ülkü Karaosmanoğlu, Gönül Üstün torunu Deniz Hakyemez ile anıların yelkeninde eski günlere doğru yol alırken, Hoca ile Mehmet Ertürk'ün 1975'te sendikada çekilmiş siyah beyaz fotoğrafını görmüştüm. O karenin de bir kopyasını çekerken, yıllardır aklımdan çıkmayan soru işareti yine çengelini zihnime asmıştı:

-Acaba Mehmet Ertürk şimdi nerede, ne yapıyor?

Mehmet Ertürk, Philips Baştemsilcisiydi. 1974 yılında Maden-İş 6. Bölge Temsilcisi oldu. Aynı yıl yapılan sendikanın genel kurulunda Maden-İş Genel Sekreteri seçildi.

Maden-İş'in efsane Başkanı Kemal Türkler gibi karizmatik liderin yanında kendine son derece özel bir yer edinmişti. Ertürk, metalürji işçilerinin "sevgili başkanı" olmayı başarmıştı. Türkler mesaisinin ağırlığını başkanı olduğu DİSK'e ayırdığı için Maden-İş adeta Er-türk'ten soruluyordu.

Maden-İş'in üye sayısı bu dönemde çok hızlı biçimde arttı. O zaman da şimdiki gibi işçilerin sendika üyesi olmaları, istedikleri bir sendikaya geçmeleri, ağır bedeller gerektiriyordu.

İşverenler, Maden-İş'e geçen işçilerin önderlerini işyerlerinden atıyor, işçiler de direnişe başlıyorlardı. Bu direnişlerin "en tepe noktasını" da sendikanın genç genel sekreteri Mehmet Ertürk'ün direnen fabrika kapısında işçilere hitaben yaptığı konuşmalar oluşturuyordu.

Ertürk'ün ziyareti eylemin başarılı finalini oluşturuyordu. İşveren pes edip, "tamam" diyordu:

-Maden-İş ile toplusözleşme imzalayacağım!

Ertürk, "kabul" demiyordu:

-Attığın arkadaşlarımızı hemen işe alacaksın!

Ertürk'ün adı direnişle özdeş hale gelmişti.

Sonra bir gün Ertürk'ün sendikadan ayrıldığı kulaktan kulağa fısıldanmaya başladı.

Neden ayrıldığı ise bir türlü açıklanamıyordu!

Zamanı gelince o da söylenecekti.

Ertürk "sessizce" gitti ve "açıklama zamanı" bir türlü gelmedi!..

Eğer sesini çıkartmak isteseydi Maden-İş'in büyük bölümü Ertürk'ün arkasından gidebilirdi. Ama o "sorumlu" davrandı. Sendikaya zarar vermemek için, kendisine uygulanan "sov-yetik yok etme" planına karşı direnmedi.

Solun "mücadele tarihinde" pek çok Mehmet Ertürk, aynı yöntemle izole edildi.

Sessizce yok edilirlerken onların "namusuna" güvenildi:

-Örgüte zarar verecek bir şey yapmaz!

Ama sonra ne oldu?

Tabandan gelen yetenekli liderlerini bir bir budayan sol-sosyalist hareketler, tarihin "şanlı sayfalarında" bir yaprak olarak kapanıp gittiler.

Atlan Ertürk'e ayaküstü babasını anlatıp, 1970'lerdeki hüzünlü yerinde olduğu gibi duran sorumu yönelttim:

-Mehmet Ertürk nerede?

Yurtdışında yaşıyormuş, sadece bir kere 2005'te oğlunun nikâhı için gelip, dönmüş...

Altan'a, "Başkan'a selam söyle, üzülmesin" dedim:

-Biz Nobel kazanmış yazarımıza bile neler yapıyoruz!..