İngiltere ABD ile birlikte Yemen’i bombalıyor. Bu yıl içinde seçime gidecek olan muhafazakâr Başbakan Sunak, Parlamento’yu bile bilgilendirmeden böyle kapsamlı bir operasyona girişirken sandık hesabı yapıyor.

Sunak, Yemen’de seçim hesabında
İngiltere'nin İsrail'e desteği ve Kızıldeniz'deki saldırıları, Londra'da protesto edilmişti. (Fotoğraf: AA)

Levent ÖZÇAĞATAY

Yemen'in kuzeybatısını kontrol altında tutan ve fiili bir hükümetle bölgeyi yöneten Husiler, Gazze Şeridi'nde süregiden savaşta Filistin’i desteklemek amacıyla ekim ayı içinde hem İsrail topraklarını hem de Kızıldeniz’de seyreden İsrail deniz taşıtlarını hedef alan hava saldırılarına başladı. Her ne kadar yalnızca İsrail'e ait ya da İsrail limanlarına giden gemileri hedef aldıklarını beyan etseler de saldırıya uğrayan gemilerin bazılarının İsrail'le hiçbir bağlantısı bulunmuyordu. Başbakan Rishi Sunak, Birleşik Krallık bayrağı taşıyan ticaret gemilerinin de vurulduğunu iddia ederek Kızıldeniz’deki ticaret gemilerini savunmanın Britanya adalarını savunmak anlamına geldiğini ifade etti ve “meşru müdafaa kapsamında sınırlı, gerekli ve orantılı” olarak tanımladığı askeri müdahalelerin haberini verdi.

Bir ada ülkesi olan Birleşik Krallık'ta deniz taşımacılığının ekonomi için taşıdığı önem büyük. Güney Afrika'dan Hindistan'a, Mısır'dan Avustralya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya uzanan “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”un kurulması ve dünyaya hükmetmesi de zaten tamamıyla okyanuslarda ve denizlerdeki hâkimiyet ile sağlanmıştı. İmparatorluğun tüm ithalat ve ihracatı deniz yoluyla gerçekleştirilmişti. Günümüzde bu oran yaklaşık olarak yüzde 95. Bu da günümüzde de deniz ticaretinin Londra için ne kadar önemli olduğunun göstergesi. Limanların, tankerlerin, kargo gemilerinin olduğu kadar denizlerin ve kanalların güvenliği de Birleşik Krallık ekonomisi için hayati öneme sahip. Deniz ticaretinde rotaların değişmesi, nakliye sürelerinin uzaması, taşımacılık ücretlerinin ve sigorta masraflarının artması, bazı sektörlerin altından kalkamayacağı lojistik sorunlara ve maliyet artışlarına neden olacak.

ABD’NİN PEŞİNDE

Kızıldeniz’deki krize ABD’nin tepkisi, 12 Ocak 2024 sabahından itibaren bölgede görevli Beşinci Filo’ya ait savaş uçakları ve gemilerle Yemen'deki Husi bağlantılı hedeflere hava saldırıları düzenlemek oldu. Londra ise kendi çıkarlarını korumanın yanı sıra zaten ABD'nin öncülük ettiği her askeri operasyonu desteklemek politikası gereği uyarınca yine ABD’nin kuyruğuna takıldı ve Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin Kıbrıs'taki hava üssünden havalanan savaş uçakları ile Husi ordusuna ait insansız hava araçlarının konuşlandığı iddia edilen tesisleri vurdu. Bunu 22 Ocak’ta Husilere ait yer altı depolama, füze ve gözetleme tesislerini hedef alan yeni hava saldırıları takip etti. Pentagon ve Londra hava saldırıları sonucu Husilerin insansız hava araçları ve füzelerle saldırı gerçekleştirebilecek askeri gücünün kırıldığını iddia etse de Kızıldeniz’deki deniz ticaretine yönelik saldırılar sürüyor. Buna bağlı olarak da küresel ticaret sekteye uğruyor ve küresel enflasyon endişeleri artıyor.

Ada’da tartışılmaya başlayan konu ise hükümetin Parlamento’nun onayını almadan ya da Parlamento’yu bilgilendirmeden böylesine kapsamlı bir askeri operasyona girişmesinin anayasal zemini. Husilere karşı yapılan askeri saldırıların başlama tarihini bölgedeki politik gelişmeler, askeri değerlendirmeler ve hazırlıkların sürmesi belirlemiş gibi gözükse de, Londra ve Washington'da birkaç aydır askeri müdahalenin düşünüldüğü ve planlandığı apaçık ortadaydı. Başbakan, askeri harekât başlamadan önce Parlamento’yu bilgilendirerek tartışmaya ve oylamaya fırsat vermek yerine yalnızca muhalefet liderini bilgilendirmekle yetindi.

YORUMA AÇIK YETKİ

Ada’nın kendine özgü anayasası her kadar başbakana böyle bir yetki veriyorsa da kabinenin çalışma kurallarına ve Parlamento’nun geleneklerine göre Avam Kamarası'nın, acil durumlar dışında hükümetin planladığı askeri harekâtları tartışma ve oylama fırsatına sahip olması gerekiyor. Bu belirsizlik Kraliyet ile Parlamento arasında güç ve yetkilerin ayrıştırıldığı ve kurallaştırıldığı dönemlerden kalmış. Teknik olarak başbakanın silahlı çatışmalara asker gönderme yetkisi, Kraliyet’in başbakana verdiği imtiyazlarından biri. Yani bu yetki zaten Kraliyet’ten alınmış olduğu için Parlamento’dan istenilmesine gerek yok. Dolasıyla başbakanın askeri harekâta girişmek için anayasal hakkı var. Ancak kurallarda adı geçen koşullar ve terimlerin yorumlanmasında hukukçuların anlaşması biraz zor. “Önemli ölçüde rutin olmayan”, “harekat bölgesindeki koşullar”, “kritik ulusal çıkarlar”, “aciliyet gerektiren harekat”, “saldırı amaçlı ve/veya önceden planlanmış”, “insani bir felaketi önlemek ve/veya kritik bir ulusal çıkarı korumak” gibi terimler yoruma açık.

Aynı belirsizlik Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, 1982'deki Falkland Çıkarması, 1990'ların sonlarında Kosova'da yaşanan çatışmalar, 2003'teki Irak’a silahlı müdahale, 2013 yılında Mali'de güç bulundurma, 2018'de Suriye'deki iç savaşta taraf olma dönemlerinde de tartışmalara neden oldu. Bütün parlamentoların anası olarak tarihe geçmiş olan bu parlamentonun böylesine ciddi bir konuda söz hakkı olmaması ya da bu hakkın sınırlarını ve gücünü belirleyecek belirli bir yasanın olmaması tuhaf bir durum.

Muhalefet her ne kadar bu gelişmeler nedeni ile hükümeti eleştirmekten kaçınıyor olsa bile askeri operasyonların zamanlaması konusunda şüpheli.

KOLTUĞU KURTARMA ÇABASI

 2024 yılı Ada’da genel seçim yılı olacak. Kamuoyu yoklamaları Muhafazakâr Parti’nin hezimete uğrayacağını ve milletvekillerinin yarısına yakınının tekrar seçilemeyeceğini işaret ediyor. Parti içinde yeni bir lider arayışı başlamış durumda. Rishi Sunak ne düşmekte olan enflasyonun ne de Ada’ya sığınmacı taşıyan botların sayısındaki azalmanın iktidarını kurtaramayacağının farkında. Popülist sağcı lider ve diktatörlerin benimsediği yöntemlerine sarılarak sert ve kararlı lider imgesi yaratmak ve gündemi değiştirmek işine geliyor.

Aynı fırsatçılığı partinin efsane lideri Thatcher’ın de başarı ile kullandığı tarihi bir gerçek. 1982'deki Falkland Savaşı, Margaret Thatcher'ın başbakanlığında, hatta siyasi kariyerinde bir dönüm noktası olmuştu. Sanayi ve madencilik sektörleri çöküyor, işsizlik giderek yükseliyor, kamu harcamalarındaki kesintiler ve grevler ülkeyi kasıp kavuruyorken partisi kendine karşı komplolar kuruyor ve kamuoyu yoklamaları genel seçimlerde hezimet gösteriyordu. Falkland zaferi popülaritesinin artmasını, 1983'te yeniden seçilmesini, 1990 yılına kadar görevde kalarak ülkenin 20’nci yüzyıl içinde en uzun süre koltukta kalan başbakanı olmasını ve “Iron Lady” lakabını kazanmasını sağladı.

Üç beş savaş uçağı ile girişilen bir askeri operasyonun Sunak’ın iktidarını sürdürmesine ve Muhafazakâr Parti’nin seçimlerdeki oy oranına ne katkısı olacağını zaman gösterecek.