Tarih bilinci dönüşümün bilincidir, bütün dönüşümlerin ortak bilincidir, insanlığın ya da daha özel olarak evrensel değerlerin hiç bitmeyen dönüşümünün bilincidir

Sürekli aydınlanma

> AFŞAR TİMUÇİN

“Aydınlanma” gücünü ve anlamını doğadan alan bir insanlık durumunun genel adıdır, gelişen insanlığın ya da süren tarihin özünü ya da ruhunu oluşturur. Tarih baştanbaşa sürekli aydınlanmanın tarihidir. Tarih bilincine ulaşmış olanlar ya da daha yumuşak bir söyleyişle tarihin ne olup ne olmadığı konusunda azçok bilgisi olanlar insanlığın karanlıktan aydınlığa doğru aralıksız dönüştüğünü, bir gelişim çizgisini adım adım izlediğini görürler. Tarihsel olan her şey bize insanlığın sürekli bir evrimin konusu olduğunu, evrimi bütün boyutlarıyla enine boyuna yaşamakta olduğunu gösterir. Kimileri tarihin bir dönüşümler tarihi değil de bir çeşitlilikler tarihi olduğunu düşünürler. Belki de öyle olmasını isterler. Onlara göre tarih ardı ardına gelen oluşumların ya da birbirine eklenmiş hatta raslantıyla eklenmiş olayların tarihidir. Onlara göre değişim özsel değil biçimseldir. Böylesi bir değişim anlayışı bir tür değişmezlik düşüncesi üzerine oturur. Bu yolda basit örnekler verilebilir. Örneğin en basit bir deyişle insan değişmiyor ama dünün insanı böyle giyiniyordu bugünün insanı böyle giyiniyor denebilir. Bu durumda bugünün bir insanı dünün bir insanı gibi de giyinebilir. Ortada sanki doğaçlama oynanan bir oyun vardır. Her şey dış görünüşe göre anlaşılmalıdır. Oysa biçim ya da dış görünüş kendi başına bir şey değildir, o ancak bir özün biçimidir ya da dış görünüşüdür. Buna göre her yeni biçim dünlerde olmayan ve yarınlarda da olmayacak olan bir yalıtılmışlığı duyurur. Oysa gerçek dönüşümlerin alanı olan tarihsel akışta gerçekleşen bugün ya da her yeni oluşum, köklü ve uzun bir öncesi olan, aynı zamanda sonraki zamanların belirlenmesine katılacak olan bir özselliğin biçimidir.

Tarih bilinci dönüşümün bilincidir, bütün dönüşümlerin ortak bilincidir, insanlığın ya da daha özel olarak evrensel değerlerin hiç bitmeyen dönüşümünün bilincidir. Zaman zaman hızlanan zaman zaman yavaşlayan bir sürekli etkinlik olarak dönüşüm ya da tarihsel akış önüne geçilemez bir başkalaşma durumunun genel adıdır. Onda bilinmedik özellikler ve nereye çıkacağı bilinmez bütünlükler hiç beklenmedik şaşırtmacalarla, bir tür ışık ve renk oyunlarıyla insanlığın bir yerden bir yere ve daha çok bir zamandan bir zamana geçiş koşullarını yaratırlar. Deşici bir gözle ya da bilen bir gözle bakabilsek görünmez gibi duran birbirine girmiş nedenleri belirleyebiliriz. Bu da felsefi ve bilimsel bakış açılarını gerektirir. Bilinirlikleriyle ve bilinmez görünen yanlarıyla bir sonsuz akış vardır. Karanlıktan aydınlığa yürüyüşün sonu gelmez serüvenidir bu. Bizim izleyebildiğimiz ya da tanık olduğumuz dönüşüm doğrudan doğruya bilincin dönüşümüdür: bilinç sürekli olarak kendini yeniler ve yenilenerek tarihe katılır. Burada öncelikle bir evrensel bilinçten, bir tasarımdan başka bir şey olmayan bir toplu bilinçten sözedebiliriz. Buna soyut bilinç dersek yanlış bir iş yapmış olmayız. Neden soyut sorusu elbette haklı bir sorudur. Evrensel bilinci göster deseler gösterebilecek miyiz? Asıl bilinç kişilerin bilincidir, her kişinin kendi bilincidir. Aydınlanmanın asıl kaynağını hem bu somut bilinçlerde hem de onların sonucu olmakla birlikte elle tutulup gözle görülmez olan evrensel ya da toplu bilinçte aramak gerekir. Kişisel bilinçlerle evrensel bilinç arasında toplumların daha az soyut bilinçleri vardır. Evrensel etkileşimde en üstten en alta ve en alttan en üste uzanan bir gidişgeliş sözkonusudur.

Evrensel bilinci ya da toplu bilinci tek tek bilinçlerin toplamından oluşmuş basit bir bütün saymak yanlış olur. Nasıl toplumlar tek tek bireylerin toplamıyla açıklanamazsa, ondan daha başka bir şeyse, evrensel bilinç de tek tek bilinçlerin toplamından başka bir şeydir. Bununla birlikte evrensel bilinç özel bilinçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Evrensel bilinç tek tek bilinçleri aşarken tek tek bilinçler evrensel bilinçte erimiş görünürler. Kişisel bilinçle evrensel bilincin iletişimi her zaman sorunludur. Bu iki kutbun etkileşimi birçok engele takılır. Ama birinden öbürüne uzanan görünür görünmez kanallar her zaman vardır. Oysa en basit bir bilincin bile insanlığın bilinçsel evriminde bir yeri olduğunu unutmamak gerekir. Her kişinin bütün bir insanlıktan sorumlu olmasının temelinde yatan belirleyici etken budur. Her kişi bir bilinç varlığı olarak bütün bir insanlıktan sonuna kadar sorumlu tutulur ama onun bu sorumluluğu ne ölçüde yerine getirmekte olduğu ya da yerine getirebileceği sorunu açmazları duyuran bir başka sorundur. Adam öldüren adamın bütün bir ceza yasasını sular seller gibi ezberlemiş olduğuna inanmamızdaki garipliği andırır bu. Biri çıkıp adam öldürmenin suç olduğunu bilmiyordum dese ne diyebiliriz? Onun bilinç koşullarına bakmadan ne yapalım bilseydin deriz. O kişi bizim gözümüzde aydınlanmış bir kişidir. Bu elbette kocaman bir yalandır. Şöyle bir sorun çıkar karşımıza: aydınlanmamış bilinçlere aydınlanmış işlemi yapmak ahlaklı bir tutum mudur?

Önemli olan sorumlu tutulmak değil gerçek anlamda sorumlu olmaktır. Önemli olan sorumlu olduğum ölçüde insanım formülünün geçerli kılınmasıdır. Bunun için bireysel bilincin evrensel bilince olabildiğince yaklaşması, olabilirse ona kenetlenmesi, olabildiği kadar onun uçucu ama sağlam temeller ya da dayanaklar üzerine oturmakta olan özünü iyi kavrayabilmesi gerekir. Bu da doğal olarak bir kültür sorunu ortaya koyar. Doğru bilmek önemlidir. Bilmek ve aramak, sorgulamak ve tartışmak, belirlemek ve kuşkulanmak, ama her şeyden önemlisi eleştirebilmek ve eleştiriye açık olabilmek… bunlar aydınlık bilincin apaçık koşullarıdır. En tehlikeli düşünce olumsallıkların dışında duran, en canlı düşünceyi bile dogmalaştıran ve buna göre doğal olarak başka düşünceleri anlamayan düşüncedir, yalnız kendini anlayan ya da anladığını sanan düşüncedir. Kendini bile anlamayan düşüncede biz alttan alta insanlığın yıkımını özleyen bir zavallılığın açmazlarını buluruz. Aydınlanmışlık insan olmanın baş koşuludur. Kısacası her insani edim kaynağını aydınlanmanın ya da daha doğrusu aydınlanmışlığın sağladığı düşünme ve yapma olanakları çerçevesinde ortaya koyabilecektir. Yapma diye bir şey yoksa düşünmenin de bir anlamı yoktur.

Evrensel bilincin alanı çok geniştir ve durmadan genişler. Evrensel bilincin ufku genişledikçe kişisel bilinç bu açılıma ayak uydurmaya çalışır. Amaç gerçekliği bütün yüzleriyle anlamaktır, birkaç yüzüyle anladığımız şey çok zaman anlamadığımız şeydir. Ancak evrensel bilinç bütün kaygan yapısıyla tek tek bilinçlerin çapını çok aşar. Gene de önemli olan insanlığın bütünsel bilincine olabildiğince ulaşmaya çalışmaktır. Böyle bir yetkinliği elbette öngörülerimizle ya da sezgilerimizle elde edemeyiz: bu her zaman bir kültür sorunu ortaya koyar. Aydınlanma olgusu bizden köklü bir çaba bekler, bu çabayı hatta çileci bir çaba olarak görebiliriz. İnsanların bir takım düşünce kalıplarını özenle özümleyerek kendilerini aydınlanmış saymaları her zaman her yerde çokça karşımıza çıkan bir durumdur. Aydınlanma bir niyet sorunu ortaya koymaz, bir bilinç ve eylem sorunu ortaya koyar. Aydınlanmacı kimsenin kültür çobanı değildir, bu bir öğretme ve öğrenme ilişkisi değildir. Buna göre aydınlanma öncelikle kendimizi aydınlatmamız koşuluna bağlanır.

Önemli olan tarihin bu ucunda geçmişe sağlam bakmak ve geçmiş karşısında doğru bir yer tutuyor olmaktır. Bu da bizi bütün bir insanlığın bilgi birikimine yönelmek durumunda bırakır. Kimse oturduğu yerde aydınlanmıyor ve kimse kendi aydınlığını kendi kafasından elde edecek kadar yetkin değildir. Kendimizi aydınlatamıyorsak kimseyi aydınlatamayız. Bu yolda öncelikle önyargılarımızdan kurtulmak ve bilgiye yönelmek zorundayız. Geçmişle olan ilişkimiz bugün üzerinden bizi geleceğe bağlar. Aydınlanmacı bu üç boyutta ama daha çok gelecekte yaşayan adamdır. Geleceği bugünde bulur o. Kişilerin ve kurumların dünyasında geleceği tasarlama gereği duymadan bugüne ve düne yöneltilmiş gelişigüzel eleştiriler aydınlanmamışlığa tanıklık eder. Aydınlanmış insan öncelikle dinleyen insandır, susup dinlemeyi bilen insandır. Kısacası aydınlanmak sürekli akışın anlamını kavramaya yönelmektir. Aydınlandım diyemeyiz, aydınlanma yolunda olduğumuzu söyleyebiliriz ancak. Aydınlanma aydınlanmışlık duygusu üzerine değil aydınlanmak istemi üzerine kurulduğu zaman gerçek anlamında aydınlanmadır. O her şeyden önce insanın kendiyle kavgasıdır. İşi şakaya vurup yazımızın sonunu daha çok düşünme daha çok eylem, daha çok okuma ve daha çok çaba, daha az konuşma ve daha az bira formülüne bağlayabiliriz.