Tel Abyad’ın düşmesi, doğrudan koalisyon ihtimallerini belirleyecek derecede önemliydi

Suriye sıcağında siyaset

FATİH YAŞLI - @fatih_yasli

“Kobane düştü düşecek” bir durum tespitinden ziyade, bir temenni ve beklenti idi yeni-Osmanlıcı dış politika açısından: Kobane, her türlü lojistik desteğin verildiği cihatçılar tarafından düşürülecek ve böylelikle Rojava olarak adlandırılan bölgede, Türkiye için tehdit olduğu düşünülen “devlet inşası”na dur denilmiş olacaktı.

Yeni-Osmanlıcılığın Kürt sorununa ve Suriye’ye bakışı düşünüldüğünde, Erdoğan’ın açıklaması bir “anomali” değil, gayet tutarlıydı aslında. Çünkü bizzat Öcalan’ı muhatap alan son “çözüm süreci”, Suriye devletinin ülkenin kuzey bölgesini boşaltmasından sonra ortaya çıkan Kürt otonomisine paralel olarak şekillenmişti.

Yeni-Osmanlıcı devlet aklı, Öcalan üzerinden, bir yandan PYD’yi ÖSO’yla birlikte Suriye devletinin üzerine sürme planları yapıyor, öte yandan Barzani’yi de içine alacak şekilde, emperyal bir “Türk-Kürt projesi”ni hayata geçirmeye çalışıyordu. Tam da bu nedenle, ne Cengiz Çandar gibilerin o dönemde yazdığı “Erdoğan ve Öcalan’la Türkosfer’e yolculuk” yazıları bir tesadüftü, ne de Öcalan’ın 2013 Newroz mektubunda dillendirdiği “İslam çatısı” formülasyonu.

Ancak işler beklendiği gibi gitmedi; çünkü özellikle Bingazi’de büyükelçisinin öldürülmesinin ardından ABD’nin “Sünni kuşağı”na yaklaşımı değişmeye başlamış ve “cihatçı terör” Esad’dan daha öncelikli bir tehdit olarak görülür hale gelmişti. Dahası, Newroz’dan birkaç ay sonra Türkiye’de “Haziran Direnişi” AKP hegemonyasını sarsacak, Mısır’da ise İhvan rejimi düşürülecekti. Bunlar yaşanırken, Kandil de yeni-Osmanlı’ya asker olmayı reddedecek ve böylelikle AKP’nin emperyal fantezileri suya düşmüş olacaktı.

İşte bu gelişmelerden sonra yeni-Osmanlıcı devlet aklı, Suriye’de bir “vekâlet savaşı” yürütmeye başlayacak, içeride çatışmasızlık sürerken dışarıda ise AKP ile PKK, cihatçılar ve PYD üzerinden savaşacaktı. İki taraf da içerideki çatışmasızlığı kendi politik projeleri açısından bir avantaja dönüştürmeye çalıştıkları için, süreç en azından fiili çatışmasızlık olarak yoluna devam edecekti.

KOBANE'DEN TEL ABYAD'A

IŞİD’in Kobane kuşatması, belki de bu “vekâlet savaşı”nın birinci kritik anıydı; sahiden de kentin düşmesine ramak kala, ABD öncülüğündeki “koalisyon güçleri”nin yoğun bombardımanları, gidişatı tersine çevirdi ve IŞİD Kobane kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. İkinci kritik an ise geçtiğimiz günlerde, yine ABD’nin bombardıman desteğiyle YPG’nin Tel Abyad’ı IŞİD’den alması oldu; çünkü bu, Kobane ile Cizire kantonlarının arasında başka bir gücün kalmaması ve Kerkük’e kadar uzanan yüzlerce kilometrelik bir “Kürt kuşağı” anlamına geliyordu, yani “birleşik bir Kürt coğrafyası” ortaya çıkıyordu.

Ancak mesele sadece bununla sınırlı değildi; Tel Abyad operasyonu açıkça ABD’nin IŞİD sopasıyla terbiye edip, bombardımanlarla harita çizdiği coğrafyada, öncelikli partner olarak artık yeni-Osmanlı’yı değil Kürtleri görmeye başladığını, hatta yeni-Osmanlı’nın Suriye politikasına bir karşı-politikayla yanıt verdiğini gösteriyordu.

İşte Tel Abyad’ın ardından havuz medyasında atılan manşetler ve yayınlanan köşe yazıları tüm bu gelişmelerin toplamının bir ürünüydü: Yeni-Osmanlıcı devlet aklı, PYD’nin kendisi için IŞİD’den daha tehlikeli olduğunu anlamış ve havuz medyası da buna uygun bir şekilde savaş çığırtkanlığı yapmaya başlamıştı. Bir yandan köşelerden TSK’ya askeri operasyon çağrısı yapılıyor, öte yandan ise “PYD’yle ancak AKP-MHP koalisyonu baş eder” minvalinde manşetler atılıyordu.

KOALİSYON SENARYOLARI

Sahiden de, Tel Abyad’ın düşmesi, doğrudan koalisyon ihtimallerini belirleyecek derecede önemliydi; MHP bu gelişmeden sonra, “çözüm sürecinin bitirilmesi” karşılığında, yani “bir savaş hükümeti” talebiyle, AKP’yle koalisyona daha sıcak bakmaya ve başta yolsuzluk olmak üzere “kırmızıçizgileri”ni esneteceğinin sinyallerini vermeye başladı. İlk başta “istikrar” talebiyle dillendirilen AKP-CHP koalisyonu ise böylesi bir “savaş hükümeti”nin ABD’nin bölgesel planlarına taş koyabileceği düşüncesinden hareketle küresel sermaye çevreleri tarafından daha güçlü bir şekilde savunulmaya başlandı. HDP de, bir AKP-MHP koalisyonu olasılığına karşı, ehven-i şer gördüğü AKP-CHP koalisyonu için “destekleriz” minvalinde ve tarafları cesaretlendirecek açıklamalar yaptı. Böylelikle, iki partinin oy oranına HDP’nin oy oranı da eklenecek, çözüm sürecinin toplumsal meşruiyeti % 80 civarında bir seçmen desteğiyle sağlanmış ve bir “savaş hükümeti”nin önüne geçilmiş olacaktı.

Kobane’ye yönelik son IŞİD saldırısına bakıldığında, yeni-Osmanlıcı devlet aklının Tel Abyad’ın düşüşünün ardından vekâlet savaşını derinleştirmeye çalışacağını, hatta bir askeri operasyonu gündeme getirmeyi dahi deneyeceğini söylemek mümkün görünüyor. YPG’nin koalisyon güçlerinin desteğiyle IŞİD’in kalbi Rakka’ya doğru yürüyeceğine, Nusra öncülüğündeki Fetih Ordusunun saldırılarını genişletiyor oluşuna ve Suriye ordusunun Hizbullah ve İran Devrim Muhafızlarıyla birlikte büyük bir karşı saldırıya girişeceğine dair haberleri bununla birlikte düşündüğümüzde, Suriye’yi “sıcak bir yaz”ın beklediğini ve bunun Türkiye siyasetine doğrudan yansıyacağını söylemek kehanet anlamına gelmeyecektir.