Onlar Adapazarlı, Tokatlı, Sivaslı, Silivrili, Şebinkarahisarlı, Trabzonlu, Çemişgezekli, Muşlu hemşerileriniz. Size sizden saklanan bazı gerçekleri anlatmak üzere bir kitapta sıraya dizilmişler...

Agos çalışanlarından Mayda Saris, 2001'den beri gazetesi için yaptığı söyleşileri bir kitapta toplamış. "İzi Kalır Hatıraların" adıyla Araş Yayınevi tarafından okura sunulan kitapta 30 söyleşi, 30 hayat hikâyesi var. Çok sayıda fotoğrafla desteklenen kitapta Ara Güler, Rafi Portakal gibi bildik isimlerin yanısıra hiç bilmediklerimiz çoğunlukta.

"İzi Kalır Hatıraların", bütünüyle bir Ermeni anılar antolojisi değil, çünkü kitapta bazı Türkler de var. Mesela Asala tarafından 1984'te Viya-na'da öldürülen diplomat Enver Ergun'un eşi Ülkü Ergun ve Kazım Karabekir'in kızı Hayat Karabekir gibi.

Mayda Saris'in izini sürdüğü hayat hikâyelerini okurken, ürünleriyle çeşitli sanat dallarına damgasını vuranların; 1915 ve öncesi Ermeni katliamlarına bizzat tanıklık edenlerin; Anadolu Ermeni kültürünün izlerini bugüne taşıyanların; bastırılmış Ermeni kimliğiyle yetişkinlik çağlarında yüzleşip ona sahip çıkanların; bireysel ve toplumsal travmaların kendi hayatlarında açtığı yaraları sanat ve insan sevgisiyle saranların; di-asporada ve Türkiye'de, ömür boyu memleket hasretiyle yanıp tutuşanların anılarına ortak olacaksınız.

Kitap Ara (Güler) babamızın şu manidar sözleriyle başlıyor: "Bu şehir niye benim şehrimdir bilir misin? Vatan millet Sakarya için değil! Aşklarımı burada yaşamışımdır, filan köşede işemi-şimdir, şurada dayak yemişimdir, orada bir herifi dövmüşümdür. İstanbul'da geçmişim vardır, duvarlara benim kokum sinmiştir. İşte bunun adına 'vatan' denir, anladın mı?"

Ardından Türkiye'nin en uzun ömürlü tiyatro dergisi Kulis'i 50 yıldır kesintisiz olarak çıkaran Hagop Ayvaz çıkıyor karşınıza. Onu ressam Kristin Saleri'nin şu sözlerle başlayan acıklı söyleşisi takip ediyor: "Doğum yerim Silivri'ye gittim, kütüğümü buldum. Silivri'nin yarısı babamındı. Ailem kaçarken ardında büyük bir servet bırakmış. Çiftlikler, atlar, uçsuz bucaksız araziler. Tapuları hâlâ bende saklı. Yıllar önce dava açtık mülklerimizi almak için. Fakat ikinci duruşmada eşim sırtından kurşunlandı. Böyle bir saldırıya uğrayınca, tabii ki canımız daha kıymetli olduğundan işin peşini bırakmak zorunda kaldık."

Kitabın en genç konuğu Orlando Carlo Calu-meno, bir kartpostal koleksiyoncusu. Osmanlı zamanı 1895-1919 yılları arasında Anadolu'da posta kanalıyla dolanımda olan dört binden fazla kartpostal toplamış. Baba tarafında İtalyan, ana tarafından Trabzon Ermenisi olan koleksiyoncunun 17 yaşında başlayan bu merağı sonunda kitap olarak da basılmış.

Diasporadan John-Barbara Chookasian (Çu-hasızyan) çifti, atalarının müziğini keşfetmek amacıyla geldikleri özyurtlarında, kaybolmaya yüz tutmuş ya da deforme edilmiş birçok ezgiyle dönmüşler Amerika'ya. John, ana tarafından Muşlu, baba tarafından Çemişgezekli. "Binlerce yıllık bir Sivas türküsü olan Ah Nişan Ah Nı-şan'ın sözleri 'Malatya, Malatya bulunmaz eşin' olarak değiştirilmiş. Babam, dedesinin Sivas'ta bu ezgiyle dans ettiğini anlatırdı" diyen Barbara ise malum, Sivaslı.

Yine diasporadan Osep Tokat, bir Türkiye ziyaretinde Antep'e gitmiş. Girdiği bir dükkânda "buralarda Ermeni eseri bulmak mümkün mü" diye sormuş. Yaşlı bir adam ona şu karşılığı vermiş: "Hangisi Ermeni eseri değil ki?"

"Soyadınız neden Tokat" sorusuna verdiği karşılık ise şöyle: "Soyadı kanunu çıktığında, Ermenilerin eski soyadlarını almalarını yasaklamış hükümet. Nüfus memuru dedem ve babama bir liste uzatmış, kendilerine bir soyadı seçsinler diye. Onlar da 'Tokat'ı uygun görmüşler, Bu soyadıyla, yediğimiz tokatı hep hatırlarız demişler. Böylece hem annemin hem de babamın ailesi aynı soyadını almış."

Vergi rekortmeni bir işadamının eşi olan Mo-nik Ergan ise Adapazarı Ermenilerinden. Ailesi o bahtımızı karartan yıl Adapazarı'ndan Konya'ya sürülmüş. Ninesi Zaruhi Misakyan, babasını eteğinin altında saklayarak İstanbul'a kaçırmayı başarmış. Fakat o kargaşada, evli olan kızı ve torunları Konya'da kaybolmuş, bir daha onları hiç görememişler.

Bir inşaat mühendisi olan Vahe Lusarar, 1952 yılında çalıştığı şirket tarafından Anadolu'ya gönderiliyor. 10 yıl sürecek bu çalışma sırasında bir gün yolu Kayseri'ye düşer. "Kayseri'de nalburlar çarşından çivi alıyorum. Sıra fatura yazmaya geldiğinde adımı sordu dükkâncı. Ermeni olduğumu anladı, beni kolumdan tutup dışarıya sürükledi. 'Bak' dedi, 'şu dükkânları görüyor musun? Burası baştan aşağı Ermeni çarşısıdır, burada herkes Ermeni, ama kimse bilmez.'Âdeta küçük dilimi yutmuştum."

Sonraki yıllarda İzmit'e gelen, Lassa, Seka, Petkim gibi şirketlerde çalışan Vahe Lusarar.o kilise korosundan talimli sesiyle birgün banyoda şarkı söylerken, "keşfedilir". Ondan sonra İzmit'te düzenlenen tüm eğlencelerin baş solisti olur: "Artık baloların gözdesi bendim. Henüz Pavarotti ortada yokken, İzmitliler ilk kez benden dinlediler O Sole Mio'yu.

Ressam, yazar, oyuncu, gazeteci olan Bercuhi Berberyan anlatıyor: "Kadın namaz kılıyor, bir yandan haç çıkartıyor, başı örtülü ama bayramımızı Hristos Haryav i Merelots (İsa ölülerden dirildi) diye Ermenice kutluyor. Hiç aklım almıyordu doğrusu. Annemle karşılıklı oturup sessizce kahve içerlerdi. Kendimi tuhaf hissederdim o kadının yanında, hatta ürkerdim ondan. Bize gelmesini istemezdim. 'Sus kızım sus, o kılıç artığıdır' derdi annem."

Geçen yıl televizyonda Siyaset Meydanı'na çıkan ve bir çırpıda İstanbul'un tüm iskelelerini sayarak hafızasıyla herkesi şaşırtan Hermine Kalfayan da Trabzonlu. "Güzelim Trabzon bir anda cehenneme dönmüştü. Ailecek kentten kaçıp Kaymaklı Manastırı'na sığındık, birkaç yüz Ermeni ile birlikte. Babam yabancı gemilerden biriyle kaçmayı planlıyordu. Bunun tehlikeli olduğunu düşünenler orada kaldı. Biz Trabzon'dan ayrılan son gemiye binmeyi başardık. Gemi Amerikan bayrağı çektiği için bir Türk savaş gemisi mayın dökülmüş denizde bize refakat etti. Manastırda kalanların hepsi yaşamını yitirdi ne yazık ki."