Çin, Amerika’nın Ortadoğu’da güç kaybetmesinden yararlanıyor. Çin’in İran ile Suudi Arabistan’ı bir araya getirme girişimi, Pekin’e İngiliz ve Amerikan askeri varlığının ardından Körfez’de bir askeri üs kapısı aralayabilir.

Suudi Arabistan-İran Mutabakatı: Çin, Ortadoğu’ya nasıl şekil veriyor?
Fotoğraf: DHA

Wissam SAADE

Başkan Xi Jinping görevdeki üçüncü dönemine başlarken Çin'in bir zamanlar düşük profilli olan dış politikasını terk ettiği ve artık küresel çıkarlarını koruyan emperyal bir devlet olarak kendini göstermeye çalıştığı görülüyor.

Bu imajın nedeni, ülkenin iddialı yeni İpek Yolu girişimi olan Kuşak ve Yol İnisiyatifi (BRI) olarak da bilinen girişimdir. İran İpek Yolu’nun kara tarafında, Suudi Arabistan ve Körfez bölgesi de bu projenin deniz bağlantısında kritik bir role sahip. Xi’nin geçen yılın sonunda Riyad’a ziyareti, bu proje için İran ve Suudi Arabistan arasındaki uzun süreli çıkmazlara çözüm üretmekti. İlk önce, hem İran hem de Amerika Çin’in, Suudi Arabistan ile olan temaslarından ötürü endişeliydi. Ancak Xi’nin bu ziyareti, iki Ortadoğu ülkesinin 7 yıllık anlaşmazlıklarını iyileştiren, “oyun değiştiren” hamleydi. Çin’in Ortadoğu’ya stratejik yatırımının altında ise enerji kaynaklarını ve marketi korumak. Çin, Suudi Arabistan’ın ürettiği ham petrolün en büyük alıcısı. 2021’de Arabistan’dan 81 milyon metrik ton değerinde ithalat yapıldı. Yaklaşık 43,93 milyar dolar.

ZAYIFLAYAN ABD ROLÜ

Çin, ABD’nin Ortadoğu’daki rolünü baltalamaya çalışmıyor. Aksine Çin, son 3 başkanının değişmesiyle oluşan zayıflıktan dolayı ABD’nin, Ortadoğu’da güç kaybetmesinden yararlanıyor. Obama, Suudi ve Körfez’in çıkarlarını göz önünde bulundurarak İran ile nükleer anlaşma yapmayı önceledi. Obama’nın başkanlığında İran’ın müttefikleri Irak, Suriye ve Lübnan’a hâkim olmaya çalıştı. Dahası Yemen’deki Husi İsyanı, Babülmendeb’e doğru ilerledi.

Trump, İran ile olan anlaşmayı iptal etti ve İsrail ile “barış için toprak” fikrini baltalayan zayıf bir “barış projesi” başlattı. Tam da bu konsepte dayanan “Arap Barış Girişimi”, Suudi Arabistan’ı utanç verici bir duruma soktu.

Seçim kampanyası sırasında İran’la yeniden yakınlaşma sözü veren ve Suudi Arabistan’a parya muamelesi yapan Biden, Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesiyle kendini Riyad’da, Suudi Veliahttan petrol üretimini artırmasını isterken buldu. Biden, krallık tarafından soğuk bir şekilde karşılandı.

Bu üç denemeden sonra Çin, ABD’nin bölgedeki rolü pahasına İran, Suudi Arabistan ve İsrail’e açıldı. ABD, Çin’in bölgede artan etkisinden, özellikle de 1979 İslam Devrimi’nden bu yana ABD ile gergin bir ilişki içinde olan İran ve uzun süredir ABD müttefiki ancak Obama ile Biden dönemlerinde gerginlikler yaşanan Suudi Arabistan’la olan bağlarından duyduğu endişeyi defalarca dile getirdi. Kısacası; Çin’in İran ve Arabistan ile olan etkileşiminden, ABD rahatsızlığını dile getirdi.

TARİHİ BİR AN OLABİLİR

Benzer şekilde Washington da Çin-İsrail ekonomik işbirliğinin gelişimini sınırlamak için ısrarlı bir baskı uyguladı.

Çin; Hindistan, Japonya ve Vietnam gibi yakın komşularıyla anlaşmazlıklar yaşamış ve Raffaello Pantucci ile Alexandros Petersen tarafından yazılan bir kitapta “Sinostan” olarak adlandırılan Orta Asya’da bir nüfuz ağı kurmaya çalışmıştı. Nitekim Çin, bu bölgede Rus hegemonyasıyla bir arada yaşamak zorunda. Bu nedenle Ortadoğu, bol kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle Çin için büyük bir fırsat sunuyor.

Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasında uzlaşma sağlamaya çalışması, Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdülaziz Bin Suud ile Başkan Franklin D. Roosevelt arasında 1945’te gerçekleşen USS Quincy Kruvazörü buluşmasına benzetilebilir. Bu buluşma sonucunda ABD ile Suudi Arabistan arasında uzun süreli bir ittifak kurulmuştu. Bu tarihi bir an olabilir.

Bugün, Çin’in İran-Suudi ilişkilerini yeniden tesis etme çabaları, Bin Salman’ın dedesinin birincil küresel ortağı ABD ile ilişkisini kapsayan “3. döneminin” ardından “4. dönem”in olup olamayacağı konuşuluyor. Bu yeni dönem; krallığın ekonomik ilişkilerini ve siyasi kesişimlerini küresel ölçekte çeşitlendirmeye dayalı.

FIRSATLAR VE ENGELLER

Çin'in Suudi Arabistan ve İran'ı uzlaştırmaya yönelik son çabaları da bu uzlaşmanın kapsamına ilişkin soruları gündeme getiriyor. Bu uzlaşma sadece 2016 öncesi statükoyu geri getirmeyi mi amaçlayacak, yoksa bu rekabetin bir sonucu olarak bölgeyi saran vekalet çatışmalarının çözümüne mi yol açacak?

Bu girişim; Amerikalıları ve Batılıları, bölgeye yönelik bir stratejileri olup olmadığına bakmaksızın, Çin'in Ortadoğu'da artan etkisini kabul etmeye zorluyor.

İki Ortadoğulu rakip arasında yakınlaşmanın sağlanmasında önemli bir rol oynamasına rağmen, iki rejim arasındaki karmaşık ve uzun süredir devam eden sorunlar kolayca çözülemez. Bu nedenle, bu süreçte ele alınması ve aşılması gereken bazı engellerin ve zorlukların tanınması büyük önem taşıyor. Husi’lerin kendi topraklarına yönelik saldırılarını durdurmak Suudi Arabistan için en önemli öncelik olsa da bunun Yemen'deki daha geniş siyasi durumu çözmek için yeterli olmadığını belirtmek gerekiyor. Suudi Arabistan, Husi’lerin kendi topraklarına yönelik saldırılarını durdurmalarının bir karşılığı olarak Yemen'in büyük bölümünde hakimiyet kurmalarını kabul etmeye istekli değil.

Öte yandan Suudi-İran ilişkilerinin yeniden kurulması Irak'ta sükûnetin sağlanmasını mümkün kılacaktır. Irak'taki sükûnet arttıkça bölgesel gücünü yeniden kazanması mümkün olabilir. Ancak Suriye'deki durum daha sorunlu. Arap ülkeleri Beşar Esad'a karşı açıklıklarını/açık sözlülüklerini, Suriye’yi İran'dan uzaklaştırmanın bir yolu olarak kullanıyorlarsa, İran'a karşı açık olduklarında ne olacak? İran, Esad sonrası Suriye'nin geleceğinin şekillendirilmesinde iş birliği yapacak mı?

Lübnan'da mesele daha da karmaşık. Hizbullah, İran'ın bölgesel çıkarları açısından kilit bir oyuncu, dolayısıyla "jeo-politik takiyye" (iki yüzlülük?) yapma konusunda bir anlaşma olacak mı? Öte yandan, İsrail nerede duruyor? Çin'in tutumu, İsrail'in İran'a ve İran’ın nükleer programına karşı daha sert bir tavır almasına mı yol açacak yoksa Çin-İsrail ile ilişkilerinde yeni bir emsal mi oluşturacak?

PEKİN ÜS EDİNİR Mİ?

Tüm bu soru kalabalığına rağmen temel bir gerçek var ki o da Amerika'nın bölgedeki etkisinin, görece azalmasına rağmen, hâlâ baskın olduğu. Burada ortaya çıkan soru, Çin'in bu girişiminin Körfez bölgesinde kendi askeri üssüne sahip olması için bir kapı açıp açmadığıdır. Bu güç, Körfez'deki ABD askeri üslerinin ve Irak, Suriye ve Ürdün'deki Amerikan askeri varlığının devam etmesi konusunda kendini göstermekte. Öte yandan Çin, 2017'de Yemen'e yakın Cibuti'de bir askeri üs açarak bu seviyede bir ilerleme kaydetti. Cibuti'deki Çin üssü, Arap Birliği üyesi olan aynı küçük ülkedeki diğer yedi yabancı askeri üsle bir arada bulunuyor. Suriye'de birkaç üssü bulunan Rusya, Sudan'da da filosu için bir üs kurmaya çalışıyor. Bu ülkelerin etkisini görmek için tek mercek bu olmasa da jeopolitik bölgedeki yabancı askeri üslerin haritasını görmeden okunamaz.

Burada ortaya çıkan soru: Çin'in İran ve Suudi Arabistan'ı bir araya getirme girişiminin, bu bölgede uzun bir geçmişi olan İngiliz ve Amerikan askeri varlığının ardından Çin'inde Körfez bölgesinde kendi askeri üssüne sahip olması için bir kapı açıp açmadığıdır. Henüz o noktada değiliz ancak bu konu er ya da geç kaçınılmaz olarak gündeme gelecek.

middleeasteye.net’ten çeviren Caner Türkmen