Yusuf Tuna Koç Yunanistan’da SYRIZA’nın 7 Temmuz’da hükumetten düşmesi küçük bir Güney Avrupa ülkesinde sol bir partinin seçim kaybetmesinden çok daha önemli ve kalıcı sonuçlar doğuracaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Syriza, neoliberal dünyada, Avrupa’da sosyal demokrasinin solunda, radikal sol iddialar taşıyan ve parlamento seçimleri sonrası hükumet kuran ilk partidir. 2007-2008 finansal krizi sonrası yoksullaşan Akdeniz […]

Syriza neden kaybetti?
Yusuf Tuna Koç

Yunanistan’da SYRIZA’nın 7 Temmuz’da hükumetten düşmesi küçük bir Güney Avrupa ülkesinde sol bir partinin seçim kaybetmesinden çok daha önemli ve kalıcı sonuçlar doğuracaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Syriza, neoliberal dünyada, Avrupa’da sosyal demokrasinin solunda, radikal sol iddialar taşıyan ve parlamento seçimleri sonrası hükumet kuran ilk partidir. 2007-2008 finansal krizi sonrası yoksullaşan Akdeniz halklarının öfkesini sola yönelttiği, neoliberal dönem sonrası batıda çöken solun eskisinden daha radikal bir biçimiyle kendini gösterdiği dönemde ortaya çıkmış, toplumsal muhalefetin sokaklara, meydanlara taşan, mahallelerde örgütlenen radikal dalgasını temsil eden ve yönlendiren bir özne olarak büyümüştü. Kazandığı seçim başarısı tüm Avrupa emekçi hareketine ve sosyalist partilere umut aşılamış, devrimci bir dönüşümün ilk halkası olarak görülmüştür. Ardından İspanya’da PODEMOS da bu başarı ve örnek siyasi çizgi üzerinden ciddi bir ilerleme kat etmiş, dünyada yeni bir sol dalganın başlangıcı olarak görülmüştü. Zaten bundandır ki, kendi ülkelerinde bu başarının tekrarlanmasından korkan emperyalist güçler, büyük sermaye ve sağ partiler henüz bu yeni iktidarın ilk günlerinde Yunanistan’a karşı acımasız istikrar koşulları dayatmışlar, yeşeren umutları başından yok etme çabasına girmişlerdir.

SYRIZA’yı Komünist Parti’den ayrılma küçük bir örgütken bu denli büyümesine olanak sağlayan bir önemli unsur da kriz sonrası her fırsatta AB’ye karşı direneceğini, halkı liberal partilerin yönetiminde kemer sıkma politikalarına mecbur bırakarak fakirleştiren Troyka’ya boyun eğmeyeceğini söylemesiydi. İktidara geldikten henüz 6 ay sonra, böyle bir restleşmeye halkın ne derece destek olacağı, 2015 Temmuz’undaki referandumda Yunan halkının yüzde 61’lik bir çoğunlukla neoliberal kemer sıkma politikalarını reddetmesiyle ortaya çıkmıştı. Buna rağmen Çipras halk iradesini hiçe sayarak büyük sermayenin ve bankaların çıkarlarını temsil eden Troyka’yla anlaşma yoluna gitmiştir. AB’ye karşı yapabileceği neler vardı, SYRIZA’nın kimi müttefiklerinin yüksek sesle dillendirdiği şekilde AB’den çıkmak gerçekçi bir seçenek miydi bir yana, uzun yıllardır ekonomik krizle boğuşan, bunu durdurabilmek için kendisini iktidara getiren Yunan halkını yüz üstü bırakan Çipras yönetiminin bu süreçten zarar görmeden çıkmasını ummak imkansızdı. Bunun yanında “vuruşarak geri çekilmeyi” bile denemeden uygulanan bu teslimiyetçilik, SYRIZA’yı dış politikada da emperyalizmin yörüngesine sokmuştur. Çipras, dış politikada kendisini ve partisini zora sokacak birçok süreçte, ikili bir tavır almış, iç politikada kendi ismi üzerinden anti emperyalist bir tavır göstermiş ancak icraatta partisine tam tersini uygulatmıştır.  Kemer sıkma politikalarına karşı duramaması bir yana, ülkede her yıl daha çok büyüyen işsizliğe ve artan yoksulluğa yönelik de herhangi bir çözüm bulamamış, parti giderek emekçi kitlelerden kopmuş, 7 Temmuz seçimleriyle de Yunan halkını daha da acımasız neoliberal politikaların kucağına atmıştır.

Yunanistan deneyimi, kendisini sokakta var eden radikal bir mücadelenin, parlamento iktidarında neler başarılıp başarılamayacağı hakkında bize tam bir resim sunamadı aslında. Yol dergisinin ikinci sayısında bu duruma şöyle değinmişiz; “Eğer  tam da  direniş mücadelelerinden çıkmış, bu mücadelelerden gelen taleplerle içeriği hazırlanmış bir program,  hepsinden önemlisi bu uğurda mücadele etmeye , direnmeye hazır kitleler tarafından savunulsa bu kadar kolay havlu atmazdı.” Eğer bu yapılabilmiş olsa, eğer Latin Amerika örneklerinde olduğu gibi iktidar emperyalist basınçla düşürülmüş olsa dahi halkın çözümü radikal bir sol mücadelede görme umudu kırılmamış olurdu. Çünkü her ne kadar parlamenter bir solun hareket kabiliyeti ve sunabileceği çözümler belli sınırlar içerisinde kalsa da, tabanda büyümeye devam eden bağımsız bir hat, hem Yunanistan hem de benzer emareler gösteren diğer Avrupa ülkeleri açısından gerçek anlamda yeni bir devrimci dalganın başlangıcını yaratabilirdi. Bugün sonuna gelinen SYRIZA iktidarı ise bize emperyalizmle uzlaşmanın sosyalistler açısından çıkmaz sokak olduğunu göstermek yanında, halk örgütlenmelerini, sokak hareketlerini hiçe sayıp sırf parlamento çoğunluğuna dayanarak iktidar olmanın imkansızlığını da kanıtlaması açısından önemli dersler içeriyor.