Sanırım erkeklerin önemli bölümü, bir taraftan kadınların güzel ve seksi olmalarından yana görünüyor.

Sevgili Hakan,
Bu sefer sana neler yazacağımı ve mektubun sonunu nasıl getireceğimi doğrusu hiç bilemiyorum. Çünkü buradaki bazı haberlerden ve tartışmalardan dolayı epeyce yorgun ve gerginim.
Tecavüz, taciz, dekolte kıyafet gibi sevimsiz kelimeler sık sık geçiyor bu haberlerde ve tartışmalarda.
Her bir haber, kadın olmayı daha ağır bir suça dönüştürüyor sanki. Her bir tartışma, şöyle ya da böyle bizi sanık sandalyesine çekiyor.
Ne yapsak da güzel ve çekici olmasak?
Ne yapsak da ‘potansiyel suçlu erkekler’ açısından (böylelerinin sayıları ya da oranları nedir sence; bence hiç de az değildir) ‘tahrik edici’ sayılmasak?
Ne yapsak da şu iğrenç “dişi köpek kuyruk sallamazsa…” söylemlerine meze yapılmasak?
Bazen saçının telinin, bazen çıplak ayak bileğinin, bazen masum bir bakışının kurbanı olabilirsin. O kadar basit…
*    *    *
En son, sözüm ona bir ‘aydın’ (Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker), “dekolte kıyafet tacize yol açar, dekolte giyen kadına tecavüz edilirse, erkek kadar kadın da suçludur” türünden bir konuşmayı gayet rahat yapabildi ve bütün televizyonlarda defalarca haber olabildi.
Bu şahsın görüşüne göre, “sorunun odağında kadın var. Sen tahrik edici giyinirsen adam da tahrik olur; bu tür çirkinliklerle karşılaşman da sürpriz sayılmaz. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değil.”
Tabii yine ‘dekolte’ ve ‘tahrik edicilik’ ne demektir, ölçüsü nedir gibi konular, keyifle açık bırakılıyor. Nereye çekersen oraya gidiyor…
Bu haberleri ve tartışmaları Türkiye’ye özgü bir sorun olarak görmüyorum elbette.
Daha geçenlerde benzeri sözler Rusya’dan yankılanmıştı. Rus Ortodoks Kilisesi Başrahibi ve Kilise'nin Halkla İlişkiler Departmanının Başkanı
Vsevolod Çaplin, ‘kadınların açık kıyafetlerle ortalarda gezmesinin yasaklanmasını’ talep etmişti.

Başrahip, “Eğer bir kadın mini etek giyiyorsa, bu tahrik edicidir. Bir de sarhoş olursa o zaman tahrik daha da büyür. Bu durumda erkeklerle temasının tecavüzle sonuçlanması halinde şaşırmamak gerekir” diye buyurmuştu.
 
Başrahibe göre sorun, bazı Rus kadınların ‘sokağı striptiz kulübüyle karıştırmaları ve fahişe gibi giyinmeleri’ idi. Çaplin, ülke genelinde bir giyim kuralı uygulanması ve kadınlarla erkeklerin daha muhafazakâr giyinmesi gerektiğini savunuyordu.

Ve bir örnek de ‘gelişmiş Batı’dan. Geçen sonbaharda İtalya'da Napoli kentine bağlı bir ilçede, tahrik edici giysilerle dolaşmak yasaklanmıştı. Yerel yönetimin yaptığı düzenleme ile, sayfiye beldesi olan Castellammare di Stabia'da, mini etekle, düşük belli kotla ya da dekolte giysilerle dolaşanlara, 25 ila 250 avro arasında para cezası kesilmesi karara bağlanmıştı.

*    *    *

Aklıma iki fim geliyor.

Biri 1988 yapımı bir film: The Accused (Sanık). Başrollerini Jodie Foster ve Kelly McGillis’in oynadığı ve gerçek hayattan alınmış bir hikâye üzerine kurulu olan filmde, Sarah Tobias adında bir kadın barda üç kişinin tecavüzüne uğrar. ‘Tahrik edici’ giysileri ve tavırlarının yanı sıra geçmişi de pek ‘temiz’ değildir. Tecavüzcüler hafif cezalarla kurtulacak gibidir. Büyük bir mücadele verilir ve zor da olsa ‘adalet yerini bulur’.

Filmde, tecavüze uğrayan kadın mağdur durumda olduğu halde suçlu gibi görülüyordu: “O gün üzerinize ne giymiştiniz?”, “Olay öncesinde davetkâr davranmış olabilir misiniz?”, “Zaten sizin özgür bir seks hayatınız varmış”…
Bu filmden 11 yıl sonra benzeri bir konuda bizde de bir film yapıldı. ‘Voroşilov Nişancısı’ (veya ‘Voroşilov Okulundan Keskin Bir Nişancı’) adıyla.
‘Yeni Rusya’nın baba parası yiyen şımarık gençleri, mine etekle gezen gencecik bir kıza tecavüz ederler. Milis ve mahkeme ‘kızın kendisinin gönüllü ve tahrik edici olduğu’ kanaatiyle olayı kapatır. Sonunda yasal yollardan hakkını alamayacağını anlayan yaşlı ve yoksul bir savaş gazisi olan İvan Feyodoroviç (ünlü aktör Mihail Ulyanov oynuyordu), torununun intikamını ‘bildiği bir yöntemle’ almaya karar verir. Uzun namlulu bir tüfek bulur ve suçluları ‘suç organlarından vurarak’ kendi adaletini kendisi sağlar.
*    *    *
Daha pek çok sanat eseri zaman zaman, hayat ise her gün kadınların giysilerini ve tavırlarını ele alarak ya da sorgulayarak, taciz ve tecavüz vakalarını ‘anlaşılır’, hatta ‘doğal’ hale getirme çabasını gündeme getiriyor.
Doğrusunu istersen ben de pek çok kadın gibi, meselenin gerisinde ne olduğunu tam olarak anlayabilmiş değilim. Sanırım erkeklerin önemli bölümü, bir taraftan kadınların güzel ve seksi olmalarından yana görünüyor. Diğer taraftan, kadının cazip olmasına karşın kolay elde edilir olmadığı durumlarda oldukça sert tepki veriyor. Ve kendi aralarında (bu tür) kadınlara karşı garip ve güçlü bir dayanışma kurabiliyor. Din ve muhafazakâr gelenekler ise çoğu kez olayın toplumsal ve ahlaki prangaları haline getirilerek kadınların ayağına bağlanıyor.
Siyaset de buna alet olabiliyor. Bazen de toplum adına konuşma havasında, kadınları kolayca mahkûm edebiliyor. Örneğin, geçenlerde Çeçenistan lideri Ramazan Kadirov’un ”eğer kadın işyerinde yarı çıplak dolaşırsa oradaki erkekler çalışamaz. Onun için işyerlerindeki kadınlar mutlaka kapalı giyinmeli, başörtüsü takmalı” demesi gibi.
Sanırım Türkiye’de de bu tür demeçleri bir solukta telaffuz edebilecek siyasi sayısı hiç de az değil…
*    *    *
Evet, Türkiye’ye dönelim. Burada ‘açık saçıklık’, ‘tahrik edicilik’, ‘taciz’ ve ‘tecavüz’ konusu her gün gündemde.
Diyebilirim ki her yıl bu konuşmalarla başlıyor (“Taksim’de yeni yılı karşılayan kadınlara karşı taciz” meselesi…). Ve böyle devam ederek aynı şekilde bitiyor.
Medya kadınların tahrik edici halleriyle dolu haber ve fotoğraflara abone. Ama diğer yandan kadınları kınamada birinci.
Doğrusu toplum da öyle. Kınama ve cezalandırmada hiç yavaş davranmıyor. Ama öte taraftan bazen çekici göğüs ve bacaklardan ya da güzel vücutlu kadınlara yönelik taciz ve saldırılardan başka bir şeyle ilgilenmiyor gibi.
Örnek tonla.
Bakın televizyon dizilerine ve filmlerine. Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinin tıklama rekoru kıran sahnesi hangisiydi? Tecavüz sahnesi değil mi?
Medya, “Beren Saat mi Hülya Avşar mı daha iyi tecavüze uğruyor” tartışması başlatmadı mı?
Orhan Kemal’in 72. Koğuş’u, daha vizyona girmeden neredeyse sadece oradaki bir tecavüz sahnesi ve Hülya Avşar’ın ‘dublörsüz oynaması’ haberleriyle gündem yaratmıyor mu?
Ya Peyami Sefa’nın bir eserinden uyarlanan bir başka televizyon filmi olan Canan? Orada da Gamze Özçelik'in canlandırdığı kadın kahramanın çocukluk yıllarında uğradığı tecavüz olayı öne çıkmıyor mu?
Anlayacağın, tahrik, taciz ve tecavüzler dünyasında yaşıyoruz. Ve böyle bir dünyada kadın olmak o kadar zor ki...
Sağlıcakla kal, dostum.
Nataşa