Steve Bell’in atıfta bulunduğu karikatür de Levine’in 1966 yılında yaptığı ABD başkanı Johnson çizimiydi. Levine’in karikatürinde Johnson, tıpkı Netanyahu gibi,  karnındaki yara izini gösterirken görülüyordu. Johnson’ın yara izi de harita şeklindeydi; Vietnam haritası. Başkan Johnson’un kariyerini bitiren bir yaraydı Vietnam. Bell’in bu kadar açık referanslarla ne anlatmak istediği son derece net iken, Guardian yönetimi, karikatürün içinde gizli “yarım kilo et” göndermesi olduğunu iddia etmiş ve  yayınlamayı reddetmişti.

Tahtakurusu bir metafor

Semiha DURAK

Dünya iyice tekinsiz bir yer artık. Paris’i saran tahtakurusu krizi, Londra’ya da sıçramış. Zaten zeki oldukları bilinen tahtakurularının, eğitimlerini Paris’te tamamladıktan sonra,  EuroStar trenine atlayıp Londra’ya geldikleri söyleniyor. 

Tahtakurusu istilası yüzünden,  yatak çarşaflarını ve bavullarını yakmak zorunda kalan Fransız halkını anlatan haberde, bir Parisli şöyle diyordu: “Bu gerçek bir kabus.Metroya binmekten o kadar korkuyorum ki sinemaya gidemiyorum.” 

Geçen hafta da burada, Londra metrosunun koltuklarını kemiren tahtakurusu fotoğrafı yayınlanınca, Londralıları da korku ve panik sarmaya başladı. Tabii bu tahtakurusu meselesinin abartıldığını, hatta bir şehir efsanesi olduğunu düşünenler de var.  Mit ya da gerçek – tahtakuruları, içten içe çürüyerek, ufalanıp yok olacak uygarlık için mükemmel bir metafor olabilir. Aslında tahtakurusu istilası yeni bir konu değil. Yatak başlarına tavşan asarak, tahtakurularından kurtulmayı denemiş Antik Yunan uygarlığına  kadar eskiye götürebiliriz hikayeyi.  Ama benim aklıma, milattan önceki zamanlar değil, daha yakın bir tarihte, New York Times gazetesini istila eden tahtakuruları ve konunun dönüp dolaşıp anti-semitizme bağlandığı olay geliyor. 

Her şey, 2019 yılının Ağustos ayında, George Washington Üniversitesi’nde doçent olan Dave Karpf‘in, Twitter hesabından şöyle bir paylaşım yapmasıyla başlamıştı: “Tahtakurusu bir metafor, Bret Stephens tahtakurusudur.” Karpf’ın sözünü ettiği kişi, New York Times’ın köşe yazarı Bret Stephens’dı. İklim değişikliğini reddeden, küresel ısınmanın “kitlesel nevroz” olduğunu söyleyen Stephens, gazetenin aklıselim okurları tarafından, yazmaya başladığı 2017 yılından bu yana eleştirilen biriydi.  Hatta onun gelişiyle birlikte gazete aboneliklerini iptal edenler olmuştu.

Tahtakurusuna benzetilmekten hoşlanmayan Stephens, ilk olarak, Karpf’a ve üniversite rektörüne serzeniş ve şikayette bulunduğu bir email atmış, istediği yanıtı alamayınca da,  konuyu New York Times’taki köşesine taşımıştı. Hitler’in Yahudi nefretini geniş kitlelere yaymak için, propoganda aracı olarak radyoyu kullandığını, benzer bir nefretin şimdi sosyal medya platformlarından yapıldığını açıkladıktan sonra, Varşova Yahudi gettosu yangınında söylendiği iddia edilen bir sözü alıntılamıştı: “Tahtakuruları yanıyor. Almanlar, harika bir iş çıkarıyor.” Stephens,  kendisine Yahudi olduğu için tahtakurusu dendiğini ima ediyordu. Benmerkezci olduğu ve konuyu saptırdığı için eleştirilen Stephens, istediği desteği görememişti. Yaptığı alıntıdaki 'tahtakuruları yanıyor' ifadesinde de aslında Yahudilerin değil, gerçek bir tahtakurusu istilasının kastedildiği anlaşılmıştı.

Bu olanları New York Times’dan değil, Guardian gazetesinden öğrenmiştim. Haber, Guardian’ın son yıllardaki çizgisinden farklı bir tonda yazılmıştı ve asıl Stephens’in nefret diline sahip olduğunu göstermekten geri durmuyordu. Stephens’in geçmişte Filistinliler için sivrisinek benzetmesi yaptığı iddiasına bile yer vermişti. 

Guardian,  özellikle son yıllarda, başta Jeremy Corbyn olmak üzere pekçok Labour Parti milletvekilini, yöneticisini, İsrail devletini eleştirdikleri için, anti-semitist suçlamasıyla, siyaset sahnesinden silip yok etmeye çalışan mekanizmanın bir parçası olarak hareket ediyor. Yıllardır süren Filistin işgalinin,  Hamas’ın yaptığı saldırıyla şiddetlenmesi ve İsrail’in resmi olarak savaş ilan etmesiyle birlikte, cadı avı şiddetlenerek devam ediyor. Guardian da bu avın bir parçası olmaya. 

Geçtiğimiz günlerde, Guardian’ın kırk yıllık çizeri Steve Bell,  gazete tarafından sansürlenen karikatürünü twitter hesabından paylaşınca işten kovuldu. Guardian’ın solcu, Batı uygarlığının da modern, özgürlükçü ve hümanist olduğu ilizyonuna hala inanmak isteyenler buna şaşırdılar. Dünyanın bir yanı yangın yeriyken, öbür yanında hayatın hiç birşey olmamış gibi akıp gideceğini,  bu çürümüş, kirlenmişlikten birkaç tahtakurusu ısırığıyla sıyrılacağımızı mı sanıyorlardı?   

Steve Bell'in işten atılmasına neden olan karikatüründe, boks eldivenleri giymiş İsrail Başbakanı Netanyahu, neşterle kendi karnını kesmeye hazırlanırken görülüyordu. Neşteri, karnında yara izine benzeyen Gazze Şeridi haritasının üzerinde tutuyordu. Çizimin üst kısmında "Gazzeliler, defolun şimdi" yazısı, altta ise “David Levine’in ardından” sözleri okunuyordu.  20. yüzyılın en önemli  karikatüristlerinden biri olarak anılan David Levine, en çok ABD başkanlarını çizdiği karikatürleriyle biliniyor. Steve Bell’in atıfta bulunduğu karikatür de Levine’in 1966 yılında yaptığı ABD başkanı Johnson çizimiydi. Levine’in karikatürinde Johnson, tıpkı Netanyahu gibi,  karnındaki yara izini gösterirken görülüyordu. Johnson’ın yara izi de harita şeklindeydi; Vietnam haritası. Başkan Johnson’un kariyerini bitiren bir yaraydı Vietnam. Bell’in bu kadar açık referanslarla ne anlatmak istediği son derece net iken, Guardian yönetimi, karikatürün içinde gizli “yarım kilo et” göndermesi olduğunu iddia etmiş ve  yayınlamayı reddetmişti.

“Yarım kilo et mi?” diyenler ve konunun kasap alışverişine döndüğünü sananlar için, “Dünya neyse odur, yani bir sahne”  repliğiyle Shakespeare sahneye geliyor.

Netanyahu’nun koruması gibi davranan Guardian gazetesinin iddia ettiği şifreli mesaj, yani ‘yarım kilo et’ Shakespeare’in Venedik Taciri oyununda geçiyordu. 

Absürtlükler ve tezatlıklar üzerine kurulu oyun, Venedik taciri Antonio’nun tefeci Shylock’tan borç istemesyle başlıyordu. Yahudi olduğu için yıllarca aşağılanıp hor görülmüş Shylock borç vermeyi kabul etmiş ama eğlence olsun diye ve kendini güçlü hissedeceği için Antonio’ya bir şart koşmuştu. Eğer borcunu üç ay içinde geri ödeyemezse, bedeninden ‘yarım kilo et’ kesip Shylock’a verecekti. Antionio borcunu ödeyemedi ve mahkemelik oldular. Antonio’nun mahkemeyi kazanması mümkün değil gibi görünürken, oyunun kadın karakteri Portia’nın aklına gelen bir fikir, hikayenin yönünü bir anda değiştirmişti. Portia erkek kılığında ve avukat olarak duruşmaya girdi. Hukukun üstünlüğünün altını çizdiği, sözleşmenin kuralları gereğince Shylock’un isteğinin yerine getirilmesi gerektiğini söyleyen Portia,  Shylock’a dönerek şöyle dedi: “Bu sözleşme sana yarım kilo et veriyor, ama kan değil. Yarım kilo et hakkın, ama eti keserken bir damla bile kan akıtırsan, yasaya göre bütün varlığına el konulacak.” 

Shylock'u kötü, cimri bir tefeci ve oyunun sonunda kaybeden bir karakter olarak tasvir ettiği için Shakespeare de bir süredir Yahudi düşmanlığıyla suçlananlar arasında. Oysa Shylock bir metafordur. Shylock, Netanyahu ve onun gibilerdir.

Shakespeare’in  yasaklandığını henüz görmemiş olabiliriz, ama bugünden bakınca bu ihtimal çok da uzak görünmüyor. Birkaç ay önce, Roger Waters’a, yıllardır konserlerinin parçası olmuş ırkçılık karşıtı teatral  gösteride canlandırdığı Nazi karakterinin replikleri ve kostümü yüzünden soruşturma açılmıştı.

İşlerin iyice çığrından çıktığını Steve Bell örneğiyle de gördük. Bell, bu son olanlardan sonra; Anti-semitist gönderme yapmakla  suçlanmadan çizebilmek artık neredeyse imkansız, diyor.

 “Yarım kilo et” ifadesi,  Shakespeare’in ardından, İngilizceye “birşeyi ısrarla, kararlılıkla talep etmek” anlamında bir deyim olarak yerleşmiş olsa da, Yahudilere yüklenen steriotipik imajı hatırlattığı için “anti-semitik ” bulunuyor. Anti-semitizm ifadesinin kendisi ise,  Shakespeare’den üçyüzyıl sonra, 19. Yüzyılda artan Yahudi nefretine spesifik bir isim bulmak için Almanya’da ortaya çıkmış. Aslında  Semitik, Sami halkından olan demek.  ve  yalnızca Yahudiler değil, Filistinli Araplar da Sami halkının bir parçası, onlar da tarih kitaplarında  ‘Semitik’  olarak tanımlanıyor. Anti-semitizm terimi, ilk ortaya çıktığı günden bu yana Yahudi karşıtı anlamında kullanılıyor olsa da, kelimenin gerçek anlamının içinde,  Filistin karşıtı olmak da gizli.

Venedik taciri Antionio’nun oyunun başında söylediği gibi,   “Benim için Dünya neyse odur, bir sahne yani.”Bunca tekerrüre rağmen, böylesine tekinsiz! Oysa Shakespeare’in absürtlükler ve tezatlıklar dünyasında zeka, sağduyu, sevgi ve bir parça oyunla işler hemen çözülüyordu. Dünya bir sahne, doğru. “Herkesin de bir rolü var. Bize kederlenmek düştü.”

Londra metrosunu tahtakuruları sarmış. En iyisi ayakta kalmak, ayağa kalkmak.

“Gazze’de bir hastane bombalanmış, duydunuz mu?” diyor metroda bir kadın. Kederle bakıyoruz birbirimize. Rolümüz bu. Zaman donuyor, sahne değişiyor. Yıkıntılar içinde Filistinli bir baba; iki elinde,  kan ve et dolu iki beyaz poşet. “Çocuklarım!” diye bağrıyor.