Bundan 3-4 hafta önce bir telefon geldi. Telefonun ucundaki kişi Mesut Özcan’dı. Özcan, 2000 yılından bu yana Munzur dergisinin sahibi. Özcan, ‘Darbe Yıllarında Dersim’ ve ‘Dersim ve Madımak Söyleşileri’ başta olmak üzere birçok esere imza atmış bir edebiyatçı. Bir konudan bahsetti. 2017’de Vecihi Timuroğlu adına Dersim’de kurulan Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi idi bu mesele de. Timuroğlu’nun […]

Tanrı ile uğraşmak için ölmem mi gerekiyor?

Bundan 3-4 hafta önce bir telefon geldi. Telefonun ucundaki kişi Mesut Özcan’dı. Özcan, 2000 yılından bu yana Munzur dergisinin sahibi. Özcan, ‘Darbe Yıllarında Dersim’ ve ‘Dersim ve Madımak Söyleşileri’ başta olmak üzere birçok esere imza atmış bir edebiyatçı. Bir konudan bahsetti. 2017’de Vecihi Timuroğlu adına Dersim’de kurulan Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi idi bu mesele de. Timuroğlu’nun 2014’teki ölümü sonrasında tüm arşivi bu kütüphaneye taşınmış ve buna ek olarak da Prof. Dr. Cevat Geray ve Dersim’in eski milletvekillerinden Kamer Genç’in arşivi de burada toplanmış. Bu büyük arşivin içerisinde yer alan sayısız mektuptan bahsetti Özcan. Tasniflediği bu mektupların BirGün’de yayımlanabilmesini sordu. Beni ve konuyu açtığım edebiyatçı dostlarımızı fazlasıyla heyecanlandırdı bu talep.

Peki ne tür mektuplar vardı bu arşivin içerisinde? Eleştirmen-Yazar Mehmet Yaşar Bilen’e 1980-1990 yılları arasında, aralarında Ümit Kaftancıoğlu, Asım Bezirci, Ahmet Telli, Yılmaz Odabaşı, Hüseyin Atabaş, Ahmet Özer, Vecihi Timuroğlu, Adnan Yücel, Öner Yağcı, Ahmet Ada, M. Sunullah Arısoy, Hüseyin Yurttaş, Atıf Özbilen, Hüseyin Haydar, Ali Yüce gibi değerli birçok şair ve yazar tarafından kendisine yazılan mektuplar; Demirtaş Ceyhun, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Mübeccel İzmirli, Mehmet Yaşar Bilen gibi yazar ve şairlerin Vecihi Timuroğlu’na yazdığı mektuplar; Cemal Süreya’nın ve İlber Ortaylı’nın Prof. Cevat Geray’a yazdığı mektuplar; Hasibe Ayten arşivinde ise, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Vedat Günyol, Asım Bezirci, Atıf Özbilen, Şükrü Erbaş, Nebahat Çetin, Abdullah Rıza Ergüven gibi şair ve yazarların mektupları  var bu büyük arşivin içerisinde. Ayrıca Dinçer Günday ise, 1950’li yıllarda sınıf arkadaşı olan şair Ergin Günçe’nin 1955 ve 1956’da, kimileri de aynı tarihlerde yazılmalarına karşın tarihsiz olan el yazısı mektuplarını ve şiirlerini Munzur dergisine bağışlamış. Bu hafta Günçe’nin Günday’a yazdığı mektuplarla başlayacağımız bir edebiyat tarihi yolculuğuna çıkacağız. Haftadan haftaya bu değerli arşivden edebiyat severlerin merakına seçkiler sunacağız. Biz çok heyecanlıyız. Umarız edebiyat severler için de öyle olur.

***

• Mektup (Bu mektup 1955 ya da 1956 yılında, Ergin Günçe tarafından arkadaşı Dinçer Günday’a yazılmıştır. Mektuba sadece “26 Temmuz” ibaresi konmuştur. Mektup, Munzur Dergisi Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi Dinçer Günday Arşivi’ndedir.)

Sevgili Dinçer,

Sana yazmak için günüme bir yirmibeşinci saat eklemem gerekiyor sanki. Sana hoş bir haber söyliyeyim, beni memur yaptılar. Sabah ikili bir tramvaya biniyorum. 3 kuruş –şebeke- diyorum. Sultanahmet’ten kalkıp Beşiktaş’a geliyorum. Akşamı niye yapmışlar (Sanki Beşiktaş’ta memur olanlar dinlensinler diye) akşam diyordum, eve yorgun geliyorum. Pencereye oturup utangaç sokağının namusları kıt insanlarını seyrediyorum. Yemeği bir işçinin yeyişi gibi çiğnemeden yutuyorum. Şimdi bütün mesele uyku uyumadadır. Ama ne çare deliksiz bir uyku tutturamıyorum. Daha gözlük alacak kadar para denkleştiremedim. Senin kitabı da postahaneye götürüp verecek param yok. Her ne kadar ödemeli göndereceksem de heriflerin domuzluğu tutup benden para filan isterlerse boku yerim diye korkuyorum.

Beynimde devamlı bir ağrı ve sürmenaf belirtileri. Hiçbir şey duyamamak ve bunun sonucunda verimsiz dürüt-erliği. Bu günlerde gastelerde ölüm haberimi işitirsen hiç şaşma. Havagazı ile bir deneyim yapmak için hazırlanıyorum. Bu belki de sana yazdığım son mektup olacak. Sebebine gelince “Hiç kimse bir ölüyü mektup yazarken görmemiştir. Ben de bu kuralın dışına çıkmak istemem. Eğer ölmezsem yazacağımdan şüphen olmasın. Kendimi sana değil dağlara anlatmaya kalksam dağlar göçer gibime geliyor. Bu kadar sıkılmaya hakkım yok biliyorum. Bugün hava rüzgârlı. İskender Miza da geldi. Demin deniz kıyısına gittim. Boğazda aysu gibi (bir sözcük okunamadı, M.Ö.) üzerine çıkan bulutlar vardı. Dalgalar da vardı.

Küçük kardeşimi çok seviyorum. Dün ona elmaşekeri alacak param yoktu. Doğan isminde bir çocuk ısmarladı. Doğan’ın da kız kardeşi çok fingirdekti. Hepinize selâm. Dediğim gibi paketi ben ölürsem de göndereceğim. Ölürsem üzülme. Yalnız bildiklerini babama bir mektupla yaz. Allahaısmarladık. Selâm.

Ergin Günçe

***

• Mektup: (Mektup tarihsizdir. 1955 ya da 1956 yılında yazılmalıdır. Mektubu, yine arkadaşı Dinçer Günday’a yazmıştır. Mektup, Munzur dergisi Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi Dinçer Günday Arşivi’ndedir.)

Sevgili Dinçer!

Sana bu mektubu insanların parasını sömüren bir şirketin yazıhanesinden yazıyorum. Dün ve bugün işe gitmiyorum. Dişim ağrıyor. Gözlük aldım. Göz ağrısından sonra şimdi de diş ağrım. Bol bol bir umutsuzluğa düştüğümün resmidir. Eğer param olsa, eğer zengin olsam buralarda durmam. Ölünce yaşayacağımdan korkuyorum şimdi bile. Bu yüzden ölemiyorum. Tanrı ile uğraşmak için ölmem mi gerekiyor sen söyle?

Senin ilaç Türk Malı imiş ve eczanelerde bulunmuyor. Aradım, yakında çıkacakmış piyasaya. Squipp isimli bir fabrikanın yapımı imiş. Kitabı da yolladım. Aldın bile belki. Gerek benim ve gerekse babamın senin ilacı alacak yeterli paramız yok. Bu yüzden bana biraz para gönder diyeceğim. İlacın gönderilmesi de ayrı bir işleme uymak zorunluluğu içerisinde. Hastalanan sen misin yoksa? Sakın ölme. Hayatta en kötüsü ne yapacağını bilmemektir. Ben işte hayaın bu en kötüsünü yaşamakla devam ediyorum. Bir kumar masası başında 1’e 10 koyuyorum ve devamlı kaybediyorum. Sana yazacak nelerim vardır, düşünsem uzun yazarım belki ama günlerle uzun düşünme alışkanlığımı da yitiriyorum. Kazanmadığımı, hiçbir zaman elime geçmiyen bir şey bu yitirdiğim cancağızım. İstanbul yine güneşin etrafında dönüyor. Caddeler yine yorgun argın geceler geçiriyor. Bir gürültü ki bu uygarlık dedikleri sorma gitsin bir gürültü ki…

Gözümün önünde adamlar deliriyor yahut bana öyle geliyor. Üzülüyorum, üzülüyorum.

Küçük bir köye gitsem. Bıraksa yakamı uygarlık kurtulacağım. Yetişin artık üzerime gelmesinler. Ben onlara bir şey yapmadım ki sularını bile içmedim, göllerine bile bakmadım, ekmeklerine dişimi bile sürmedim. Yok yok ben suçsuzum ama uygarlıkların bütün verilerini gözüme tutuyorlar. Farlarına gözüme yakan otomobiller olmasa, elektrikli trenler düdüklerini kulaklarıma sokmasa. Bunları niye çekiyoruz, niye çekiyoruz bunları?

Sana daha uzun yazamıyorum. Yüreğim kardeşim.

Ergin Günçe

***

Ergin Günçe’den el yazısıyla bir şiir: Uykumda Beni Öyle Koyup Gitmişler

Çekilip sonu olmıyan uykulara daldı çocuklar
Bir mendil asılmış çalıya öyle durur
İkiye bölünmüş çan sesleri arasında…

Ben düdük çalmasam akşam olmaz, katiyen

Burada bir mendil unutulmuş kimindir
Burası koskocaman bir şehirde bir sokak
Üçüncü ev bizim evdir bu da benim
Gözlerimi bürüyen bu mavi renk de caba!.

Kadınlı döşekler serdiler kadınsız uykulara
Bir bulut indi gökten hu diye
Bir ceylan dağa kaçtı

Uyandım ki bahçelere yel dadanmış
Karıncalı yaprakları alıp giden
Ağabeyim bir koku bile bırakmadan yürümüş dağa

Ve gerçekten bir mendil var şu çalıda

Ergin Günçe