Google Play Store
App Store

Gazeteci-Yazar Mustafa Hoş, İkinci Dünya Savaşı esnasında bir plan dahilinde yürütülen “tarafsız Nazi taraflı” politikaların günümüze değin yansımalarını kaleme aldı. Hoş, karanlıkta kalmış bir dönemi belgeler ve tanıklıklar ışığında aydınlatarak yakın tarihe yepyeni bir pencere açıyor.

Tarafsız Nazi taraflı
Türk Naziler: Tarihle Hesaplaşma - Saklı Gerçekler, Mustafa Hoş, Destek Yayınları, 2024

Buse İlkin YERLİ

Mustafa Hoş’un Destek Yayınları’dan çıkan Türk Naziler: Tarihle Hesaplaşma - Saklı Gerçekler adlı kitap karanlıkta kalmış birçok konuya ışık tutuyor.

Türkiye’de hakkında pek konuşulmayan, dillendirilmekten çekinilen bir konu üzerine eğiliyorsunuz Türk Naziler kitabı ile; belge ve kaynaklarıyla kaleme aldığınız süreçlerle beraber Nazi Almanya’sına destek olan isimleri ve yöntemlerini aktarıyorsunuz. Çalışmanızın çıkış noktası ve sizi bu araştırmaya iten sebepler nelerdi?

Faşizmin, baskının, zorbalığın, hoyratlığın evden sokağa, okuldan işyerine yani hayatın her alanında bu kadar sıradanlaşmasının kökenini merak etmemle başladı aslında. Sonra yakın tarih için büyük yalanlar ülkesi olduğumuzu gördükçe daha çok araştırdım, daha çok okudum. Nazi olmak bir insanlık suçuyken Türkiye’de sıradan faşizmin giriş kapısı yapıldı. Çünkü Türkiye, soğuk savaş döneminin laboratuvar ülkesi olarak dizayn edildi. Amerika ve emperyalistler bağımsız bir Türkiye istemiyordu. İşbirlikçileriyle adım adım bağımsızlığını kaybettirdiler.

Kitapta ses getirecek çoğu hasır altı edilmiş, saklanmaya çalışılmış kayıt mevcut. Bir gazeteci olarak bu kitaba hazırlanırken ve araştırma esnasında karşılaştığınız, eminim ki bu kadar da olmaz dediğiniz, bu nasıl görmezden gelinir dediğiniz bir durum oldu mu?

Oldu tabii ki. Durumdan çok Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüyle Türkiye’nin ekseni değiştiriliyor. Antiemperyalist ve Bağımsız Kuvay-ı Milliye yerine emperyalist ve sömürge olmayı kabul eden Müesses Nizam kuruluyor. Bu kadar kolay Atatürk’ten, bağımsızlıktan vazgeçilmesine seyirci kalınması beni çok şaşırttı. 1938’den sonra Atatürk’ün yaptığı, kurduğu her şey yıkılıyor aslında. Atatürk’ün eserleri, kurucu değerler ince ince aşındırılıyor. Bütün bunlar yapılırken de Atatürk adına, bağımsız Türkiye adına yapılıyormuş gibi davranılıyor. Bunu da ülkenin taşıyıcı kolonları olan İslamcılar, milliyetçiler ve ulusalcılar eliyle yapıyorlar. Önce Nazi Almanya’sına sonra da ABD’ye ülke teslim ediliyor.

İkinci Dünya Savaşı esnasında bir plan dâhilinde yürütülen “tarafsız Nazi taraflı” politikaların günümüze değin yansımalarını kitapta görüyoruz. İlk kontrgerilla faaliyetlerinden SSCB’ye planlanan sabotaj eylemlerine kadar Türkiye’yi savaşa sokabilecek pek çok çabanın gerekçelerini anlatıyorsunuz. Ülkenin o dönemki kalkınma çabasının ve Mustafa Kemal’in “yurtta sulh cihanda sulh” şiarından saptırılma faaliyetlerinin temelinde neyi görüyorsunuz?

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nda jeopolitik konumu ile çok kritik bir ülke. Mustafa Kemal Atatürk yeni kurulan ve sosyal, siyasal ve ekonomik olarak zayıf olan ülkeyi güçlendirme hamlelerine süratle başlıyor. Atatürk’ün şu sözü her şeyi açıklıyor:

“Bundan sonra pek önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa yöneltmiş sayılamaz. Bu zaferler, ancak gelecek zaferimiz için değerli bir dayanak hazırlamıştır. Askerî zaferlerimizle gururlanmayalım. Yeni bilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım.”

Bütün bunları yapmak için de “yurtta sulh, cihanda sulh” şiarını manifesto ve vasiyet olarak söylüyor. Ama O’ndan sonra bu uygulanmıyor. Başta İnönü olmak üzere ülkeyi yönetenler Atatürk kadar öngörülü, Atatürk kadar cesur, Atatürk kadar devrimci, Atatürk kadar lider değiller. Kendi korkularını Türkiye’nin korkusu yapıyorlar. Güçlü, bağımsız ülke yerine güçlünün yanına sığınmayı tercih ediyorlar. “Nazi Taraflı Tarafsız” olmanın bir bedeli vardı ve Türkiye bunun bedelini çok ağır ödedi ve hâlâ da ödüyor. Komando kampları Amerika ile ülkeye girdi sanıyoruz oysaki Nazilerle başladı. Amerika, bunu devşirdiği Nazilerle devam ettirdi. Milliyetçileri ve tarikatları da üs olarak kullandı. Nazi dönemine ilişkin çok film belgesel kitap var ama Müslüman Türk Naziler için çok az kaynak var. Çünkü hâlâ işlevsel olduğu için deşifre edilmemiştir.

Dönemin kültür-sanat ve gazetecilik faaliyetleri içinde yer alan bazı mühim isimlerin de Nazi propagandası içinde olduğunu görüyoruz: Kitapta Peyami Safa, Nihal Atsız, Nadir ve Yunus Nadi gibi isimleri yan yana görmek mümkün. Hatta Nazi Almanya’sından çok büyük destekler aldıklarını görüyoruz. Bu isimlerin günümüze ulaşan miraslarında bunlardan bahsedilmemesi konusunda neler söylersiniz?

Evet o dönemde bu isimler Nazi işbirlikçiliği yapıyor. Sadece bu isimler değil; Cevat Rıfat Atilhan, Zeki Velidi Togan, Nuri Paşa (Kılligil). General Hüseyin Erkilet, Hüsrev Gerede, Numan Menemencioğlu, Şükrü Saraçoğlu, Mareşal Fevzi Çakmak, Muzaffer Toydemir gibi isimlerin de çok tartışmalı ve bugünleri hazırlayan faaliyetleri var. Her biri bugün saygıyla anılan, adları caddelere bile verilen bu isimler, müesses nizamın yalan tarihinin kahramanları olarak bize anlatıldı. Gerçek tarih üzerinden bir değerlendirme olsa çoğu bir utancın hazırlayıcıları olarak görülecekti. Ama hâlâ müesses nizam ülkeye hâkim olduğu için bu mümkün olmadı.

Almanya’da toplama kamplarını ziyaret eden ve Türkiye’de benzerlerini kurma fikriyle hareket eden kamu görevlileri de var okuduklarımızda. Özellikle Varlık Vergisi uygulamasının planlı ve programlı bir politikanın ürünü olduğunu görüyoruz. Bu uygulamaların toplumun yapısına etkilerini ve günümüze bıraktığı mirası nasıl yorumlayabiliriz?

Nazi Almanya’sı ile özdeşleştirilen bir ülke hayalleri vardı. Naziler yenilince bu mümkün olmadı. Ama Amerika ile bu hayallerini gerçekleştirdiler. Küçük Amerika kavramı bir ülkeyi model alan bir anlayış değildir. Sömürge olmayı kabul eden bir anlayıştır. Küçük Amerika tarihi kanlı ve ihanet tarihidir. Nazi kamplarını model alan anlayış Aşkale kamplarını oluşturdu. Başlı başına bir dramdır. Varlık Vergisi de bunun hazırlayıcısı oldu. Ama o döneme ilişkin bir bakanın listeyi Nazilere verip onlarla ortak bir liste hazırlaması bile normalmiş gibi kabul gördü. Bu bile Varlık Vergisi’nin gerçek amacını gösterir. Yani ekonomik bir tercih değildi.

40’lı yıllarda başlayan faaliyetlerin biçim değiştirerek ancak hâlâ aynı amaca destek verir şekilde on yıllarca devam ettiğini aktarıyorsunuz. Bu siyasi ve ekonomik çabanın Türkiye’ye kaybettirdikleri neler olmuştur?

Türkiye bağımsızlığını kaybetti bundan daha önemli bir şey olabilir mi? Bir sömürge ülkesi haline getirildi. Bir de bu tarih bir başarı hikâyesi olarak anlatıldı. BOP’un bu kadar kolay vagonu olmak nereden geliyor. Tabii ki de bu tarihsel teslimiyetten geliyor.

Nazi parasını ve desteğini reddeden bir köy gazetesini, Güzel Ordu’yu anıyorsunuz kitapta. Günümüz Türk gazeteciliğinin geldiği yeri düşünürsek Güzel Ordu gibi gazetelerin kıymeti daha iyi anlaşılıyor galiba…

Kitabı okuyanlar da fark edecektir. Güzel Ordu’nun hikâyesi çok dramatiktir. Yazarken beni de çok hüzünlendirdi. Nazilere kafa tutan o köy gazetesinin cesareti, onuru, yürekliliği bugünlere taşınsaydı her şey çok farklı olurdu. Bugün mütefekkir, büyük gazeteci diye bize anlatılan isimler Hitler’e ve Nazilere secde etmiştir. Ülkesini, bağımsızlığını, önderini, Kurtuluş Savaşı’nı satmıştır. İhanet etmiştir. Bir ihanet utanç tarihinin aktörlerini şimdi bile saygıyla anan pis bir riyakârlık sahtekârlık var. Okuyucularımdan rica ediyorum lütfen Güzel Ordu gazetesi bölümünü dikkatle okusunlar. O güzel insanların bugün neden unutulduğunu ve neden bu halde olduğumuzu görecekler. Başka bir ülkede olsa Güzel Ordu Gazetesi’nin onlarca romanı, filmi olurdu. Tahtadan kendi yaptıkları matbaa ile Nazilere kafa tutan Güzel Ordu gazetesi sahibi Bilal Köyden’in ölmeden önce söylediği “İleride bizi unutacaklar mı?” sözleri içime işledi. Bugün hâlâ Peyami Safa’lar, Nadiler yaşıyor. Onlar medyaya hükmediyor. Bilal Köydenler ise unutuluyor ya da tecrit ediliyor. Çünkü bugünleri taşıyanlar da bir ihanet tarihinin suç ortağıdır.

Hazırlığında olduğunuz ancak henüz bitirmediğiniz aynı konuya paralel bir kitaptan bahsediyorsunuz: Nazi Almanya’sında eğitim gören Türk subaylarına dair bir çalışmanız var. Bu çalışmaya dair neler söylemek istersiniz?

Bir devam kitabı yazmayı istiyorum. ABD/CIA dönemi hem kanlı hem de Türkiye’yi tamamı ile bir sömürge ülke haline getiren bir dönemdir. Reinhard Gehlen, Ruzi Nazar, Gerhard Von Mende şeytan üçgeninin Türkiye’de neler yaptığını tüm gerçekleriyle aktarmak istiyorum. Nazi döneminde eğitim alan Türk subaylarının ABD öncülüğünde hangi görevlerde bulunduğunu öğrendiğim anda bu devam kitabını yazmaya başlayacağım. Sıradan faşizmin hayata bu kadar egemen olmasının dehşet verici bir tarihi olacak. Tabii aynı zamanda da antiemperyalist soykırımının gerçek tarihi olacak.