KESK, bağlı işkolu sendikalarımız ve Eğitim Sen böylesi kritik bir süreçte genel kurullarını gerçekleştiriyor. Soru ve sorun şudur: Toplumsal muhalefetin en önemli dinamiklerden biri olan KESK ve bağlı sendikalar, özelde Eğitim Sen, birer emek örgütü olarak memleketin içinde bulunduğu çöküşün durdurulması yönünde tarihsel sorumluluğunu yerine getirmeye hazır mıdır?

Tarih bizi çağırıyor, sınıf bizi bekliyor

Devrimci Sendikal Dayanışma 
Eğitimciler Türkiye Yürütmesi

Kapitalizmin uzun süredir devam edegelen krizinin aşılamaması çok katmanlı bir biçimde sosyal, siyasal, ekonomik boyutlarıyla tüm dünyada türbülansa yol açtı. Çin’den  Ukrayna’ya Orta Doğu’dan Kafkaslar’a farklı bölgelerde emperyal güçler arasında yükselen rekabet-gerginlik çatışma ve savaş politikaları ile yeni bir evreye taşınmış bulunuyor. Türkiye emperyalizm ile bağımlılık içinde olan bir ülke olarak tüm bu gerilim alanlarının kesişim noktası üzerinde yer alıyor.

Neoliberal kapitalizmin patinaj yaptığı kısır döngü içinde; bir dönem araçsallaştırılan özgürlük, demokrasi ve  sivil haklar söylemi yerini baskı, denetim ve şiddetin esas olduğu güvenlik paradigmasına bıraktı. Bu paradigmaya uyumlu olarak AKP, özelleştirme uygulamalarından sermayeye tanınan kolaylıklara, bölgesel ilişkilerden göçmen politikalarına kadar her alanda kendisine tanımlanan sınırlar çerçevesinde hareket ederek tek adam rejimini inşa etti.

Kabul etmek gerekir ki ülkemiz bugün siyasal İslamcı, piyasacı, faşizan bir iktidar eliyle ekonomik, sosyal, kültürel, hayatın her alanında yıkıma sürüklendiği bir çöküş dönemini yaşıyor.

Yaşanmakta olan ağır sürecin faturası, geniş emekçi halk kesimlerine daha fazla yoksulluk, sömürü, işsizlik, baskı ve toplumsal yaşamın topyekûn dinselleştirilip  kuşatılması olarak ödettirilmek isteniyor.

Son olarak 2024 bütçe görüşmelerine damgasını vuran halk karşıtlığı ve eğitim bakanının “tarikat ve cemaatlere dair güzelleme” ifadelerinde itirafa dönüşen siyasal İslamcılığın devlet politikası olduğu gerçeği mutlak yüzleşilmesi gereken bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.  Kuşkusuz bu cüretin arkasında 14-28 Mayıs seçimleri ile yeni rejiminin faşizan karakterinin kurumsallaşması açısından bir eşiği daha geçmiş olmalarının verdiği özgüven yatıyor. AKP iktidarı,  toplumun umutlarını hayal kırıklığına uğratmaktan başka bir sonuç üretmediğini çok iyi  etüt ettikleri; seçim sandığına sıkıştırılmış, parlamento zeminini mutlaklaştıran muhalefet anlayışının inşa ettikleri rejim açısından dişli-ciddi bir tehdit oluşturmadığının rahatlığı içinde yol almaya devam ediyor. Ülke doludizgin bir biçimde yerel seçimlere giderken muhalefet dağınık ve içerikten yoksun bir değişim dalgası içinde topluma kendi kaderini kendisinin tayin edeceği bir yol açma perspektifinden çok uzaklarda seyrediyor.

Oysa dünya deneyimleri baskı ve korkunun kol gezdiği, sömürünün, yoksulluğun katlanılmaz boyutlara vardığı  koşullarda; yegane çözümün örgütlü bir toplum yaratımından  ve toplumsal muhalefet alanlarında birleşik bir mücadeleyi büyütmekten geçtiğini gösteriyor.

İşte konfederasyonumuz Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), bağlı işkolu sendikalarımız ve Eğitim Sen böylesi kritik bir süreçte genel kurullarını gerçekleştiriyor. Soru ve sorun şudur: Toplumsal muhalefetin en önemli dinamiklerden biri olan KESK ve bağlı sendikalar, özelde Eğitim Sen, birer emek örgütü olarak memleketin içinde bulunduğu çöküşün durdurulması yönünde tarihsel sorumluluğunu yerine getirmeye hazır mıdır?

Kamu emekçileri hareketi, bugün bir taraftan neoliberal politikaların çalışma yaşamında yarattığı güvencesizlik ve kuralsızlıklar ile birlikte yürütülen siyasal İslamcı faşist iktidarın baskıları altında sendikalarda peyda olan çoğunlukçu ve kimlik-kültür taleplerine sıkıştırılmış siyaset indirgemeci anlayışlar nedeniyle temsil ve meşruiyet açısından giderek zemin yitirmeye devam edecek mi?

Yoksa bu zemin yitiminin durdurulması için  yeniden inşayı hedefleyen radikal bir eleştiri sürecini işleterek; genelde kamu emekçilerinin özelde eğitim ve bilim emekçilerinin iş yerlerinden başlayarak söz ve karar sahibi olduğu inisiyatifler geliştirip EĞİTİM SEN ve KESK’i emekçilerin taleplerinin fiili, meşru ve militan bir mücadele hattına taşıyacak bir iradeyi açığa çıkarabilecek mi?  

Eğitim Sen kongresinde yürütülecek tartışmalarda bu soruya cevap aranacak-arayacağız.  

DSD tarihsel bir sorumluluk bilinciyle bu iddianın sahibi ve taşıyıcısı olarak genel kurullar sürecini karşılamaktadır.  

Memleketin içinde bulunduğu buhrandan ancak siyasal-sendikal bir düzlemde birbirlerine bağlı ve bütünleşik olarak laiklik, kamuculuk ve bağımsızlık savunusu üzerinden birleşik bir mücadele ile çıkılabilir.

Eğitim ve bilim emekçileri, eğitimin kamusal bir hak olmaktan çıkarılıp ticarileştirildiği, eğitim ve bilim emekçilerinin çeşitli form ve formüller ile güvencesizlik girdabına sokulduğu, yargı kararlarına rağmen ÇEDES, zorunlu “dini” seçmeli dersler ve karma eğitim tartışmaları ile tarikat-cemaat ve gerici vakıfların istek ve taleplerinin eğitim sisteminin merkezine oturtulduğu bir süreçte, kora kor, amasız ve amansız bir mücadeleyi önüne koymak zorundadır.

Bu, sahip olduğumuz yüzyılı aşkın bir mücadele geleneğine, emekçi halkımıza ve her şeyden önce çocuklarımıza borcumuzdur.  

Tarihin bize çağrısı, sınıfın bizden beklentisi de budur.