Semrin Şahin, "Her an yakılan, öldürülen insanların külleri üstümüze yağıyor. Küllerden kurtulmak, aydınlık gökyüzünü hep birlikte yeniden görmek için mücadele etmeliyiz" diyor

Tarih boyunca üstümüze yağan 'küller'

KADER MENTEŞ BOLAT

Semrin Şahin’in on yedi öyküden oluşan son öykü kitabı “Küller” geniş mekân çeşitliliği ve ekolojik ögelerin ön plana çıktığı güçlü atmosferi olan, kimi zaman vicdanımızı kimi zaman hayal gücümüzü zorlayan öyküler bunlar! Toplumsal tarihi ıskalamayan, şiddetin farklı yüzlerini ve marazlarımızı ortaya koyuyor.

Sevgili Semrin, “Küller” etkileyici öykülerden oluşan bir toplam. Bu öykü toplamını oluştururken yol haritanı nasıl belirlediğinle söze başlamak isterim.
Aslında öykü kitabının kilit noktası tarih boyunca yaşadığımız birçok katliam ve toplumsal olaydı. Ben toplumsal olaylardan, ülke ve dünya gündeminden etkileniyorum. Yazarken ya bir imgenin ya da bir sahnenin peşine takıldım çoğu zaman. Karakterin beni nereye götüreceğini bilmeden onunla yol aldım. Kimi zaman bir maden ocağına kimi zaman tren raylarına veya göl kenarında kuş yakalamaya, ya da ormanın içindeki gizemli bir eve götürdü beni. Ve ben buna izin verdim. 

İlk öykün olan “Bahçe” tam olarak hayalimizdeki yer. Ülkemizin içinde bulunduğu atmosferi de düşünecek olursak keşke her yer öykündeki bahçeye dönüşse. Öyküde Kew Bahçelerine de atıfta bulunmuşsun, bu öykünle ilgili neler söylemek istersin?
Bahçe öyküsü umudu içinde barındıran bir öykü. En umutsuz olduğum anda yazdığım bir öykü. Hayata tutunmayı içinde barındırıyor aslında. İnsanın ruhuna iyi gelen her şey öteki canlılara da iyi gelir düşüncesinden yola çıktım. Baz istasyonlarının insan sağlığına zararı olduğu kadar doğadaki öteki canlılara da zararı var. Aslında dünyaya parazit gibi yayılan insan dünyayı yok etme telaşında. İnsan olmasa dünya nasıl olurdu peki? Pandemi döneminde doğa canlandı, kendine geldi. “Bahçe” öyküsü bu nedenle farkındalığımızı belli bir yere topluyor. Her şey köle bilinciyle çalışmak değil. Tam aksine zincirlerimizi kırıp özgürleşelim. Bazılarımızın çiçek açmak için buna ihtiyacı var. Tıpkı Kew Bahçeleri gibi.

Cüce, çok etkileyici olduğu kadar ürpertici de bir öykü. Aynı zamanda şartlar değiştiğinde aynı olaya/nesneye insanların bakış açısının nasıl değiştiğini de yakıcı bir şekilde gösteriyor. Toplumun/toplulukların iki yüzlülüğünü mü anlatmaya çalıştın bu öykünle?
Aylandız ağacının altında, bir kulak memesi yırtılmış, boynundan aşağı kurumuş kan lekeleri olan bir kız Cüce. Sahip olamadığımız şeyleri gözümüzde bazen çok büyütürüz, cüce bir metafor aslında. Paylaşılamayan bir çocuk. Ama onunla ilgili duydukları olumsuz bir yargı her şeyi baştan aşağı değiştirebiliyor. Masalsı bir dil kullanıyorum öyküde. Gerçekliğin ters yüz edildiğinin okur tarafından ilk andan itibaren hissedildiği kanısındayım. Toplumun hem ikiyüzlülüğünü hem de linç kültürünü vermeye çalıştım.

“Kaçış” öykünden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Bewar ve ailesi iç parçalıyor. Öykünün bir yerinde …insan her yerde aynı insan mı? sorusunu yöneltiyorsun. Sence coğrafya suretlere ne kadar etki ediyor?
Mültecilerin hikâyesinin iç parçalayıcı bir yanı var. Irkçılıkla mücadele ederken hayatta kalmaya çalışıyorlar aslında. Hiçbir yerde istenmiyorlar. Hep farklı bir yol hikâyesinde, farklı bir gelecek hayaliyle ilerliyorlar. İnsan iyiliği de kötülüğü de içinde barındıran bir canlı. Bir insan içinde neyi büyütüyorsa etrafına da onu yayıyor. Bu nedenle Kaçış öyküsü sadece bir mülteci hikâyesi değil, insani ögelerin ön plana çıktığı bir öykü. Bizim kaygılarımız, dert ettiğimiz şeyler, zamanla farklılaşıyoruz. Aynı kalan tek duygular oluyor. İnsani duygular. İnsan olabilmek ve insanca yaşayabilmek, mesele bu sanırım.

Son yıllarda ekolojik kurgular önem kazanmaya başladı. Örneğin Olga Tokarczuk’un Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine adlı ekolojik romanı dünya edebiyatının başarılı örneklerinden. Bizim edebiyatımızda zaten usta isim Yaşar Kemal’de doğa unsurları başat öge. Sen de kitabında ekolojik ögelere ağırlık vermişsin. Bunun için özel bir çalışma yapıp yapmadığını merak ediyorum.
Çukurovalıyım. Doğanın koynunda büyüdüm. Bitkilerle özel bir ilişkim var oldum olası. Dünyanın neresinde olursam olayım gözüm ağaçları, bitkileri tanımaya, onları görmeye odaklı. İlk defa karşılaştığım bir ağ aç veya çiçek varsa mutlaka adını öğrenmek isterim. Etrafıma baktığımda görmeye ve onların adını bilmeye karşı bir zaafım var. Bu nedenle karakterlerimde sadece bakmıyorlar, görüyor, fark ediyor ve kokluyorlar. Yazarken ilk anda çıkartmaya özen gösteriyorum. Bu nedenle karakterimin gerçekten duyumsamadığı hiçbir şeyi öyküye eklemiyorum. Zaten prensip olarak öyküde günlük hayatımda kullandığım, yaşamıma eklediğim sözcükleri kullanıyorum. Öteki türlüsü bana eğreti durur gibi geliyor. 

Kitaba adını veren “Küller” çok etkilendiğim öykülerinden. İnsanoğlunun kötülüğü hiç bitmeyecek mi? Küller üzerimize yağmaya devam mı edecek?
Dünya tarihi katliamlarla dolu. Küllerin hangi katliamdan yağdığını bilmiyoruz ama her an dünyanın bir ücra köşesinde yakılan, öldürülen insanların külleri üstümüze yağmaya devam ediyor. Mekânsız ve zamansız öyküler yazmayı tercih ediyorum. Öyküdeki isimleri değiştirdiğinizde dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşmiş olabilir. Bu nedenle insanoğlunun kötülüğünün dünyayı sımsıkı sardığına inanıyorum. Küllerden kurtulmak, aydınlık gökyüzünü hep birlikte yeniden görmek için biraz daha mücadele etmemiz gerekiyor. 

Galiba dünyadaki tüm sorunların temeli sevgisizlik. “Kanola Tarlası” öykünde sevgisizliğin sonuçlarının gidebileceği son noktayı çok iyi anlatmışsın. Sevgisizlik üzerinden öykücülüğün hakkında söylemek istediklerin neler? 
İki kardeşin hikâyesi gibi görünüyor Kanola Tarlası. Ama asıl meselesini tam kalbinden yakalamışsın. Sevgisizlik. Sevgi olmayınca hiçbir canlı ışkın vermiyor, tam aksine kötülük çiçekleri açıyor içinde.  Kötülüğün bir başka yönü var öyküde, kıskançlık. Yaptığı kötülüğü haklı göstermeye çalışan bir çocuk karşısında ne yapabiliriz ki? Edebiyat yolculuğu uzun ve ben yola yeni çıktığımı düşünüyorum. Bu nedenle daha çok çalışmayı, yorulmayı, dik yamaçlarda keçi gibi olmayı şimdiden kabullendim. Edebiyat her şeyin aksine sevgi üzerine kurulu.